Ümeyye Cuha


Sanatçı Ümeyye Cuha kimdir?

2.2.1972’de Gazze’de dünyaya geldi.
Arap basın ödülü sahibi.
Filistin Naci El-Ali Güzel Sanatlar Derneği üyesi.
Günlük bir gazetede çalışan ilk Filistinli ve Arap karikatürist.
1995 yılında El-Ezher Üniversitesi Matematik bölümünü pekiyiyle bitirdi.
Karikatürleriyle yerli ve uluslar arası birçok sergiye katıldı.
1995 yılı Mart ayında Filistin Kültür Bakanlığı’nın düzenlediği karikatür yarışmasında birinci oldu.
Üç yıl matematik öğretmenliği yaptıktan sonra sanata ve karikatüre daha fazla vakit ayırmak için 1999’da istifa etti.
1999 yılından beri günlük El-Kudüs gazetesinde karikatürist olarak çalışmakta.

1

Filistin’in dünyaca tanınan ünlü karikatüristi Ümeyye Cuha bu hafta ikinci eşini de kaybetti. Cuha, ilk eşini de 6 yıl önce yine Mayıs ayında ahirete uğurlamıştı. Mayıs ayı ünlü karikatürist için hüzün ayı oldu. İlk eşi İsrail saldırılarında şehid verdiğini belirten Cuha, ikinci eşi için ise “Refah sınırındaki geçitten geçebilseydi belki tedavi olup iyileşebilirdi ancak ablukanın kurbanı oldu” dedi.

2
Karikatürist Ümeyye Cuha ilk eşi olan şair Rami Suad’ı 2003 yılının Mayıs ayında, ikinci eşi Vail Akilan’ı ise altı sene sonra 3 Mayıs 2009’da kaybetti. Yaşı henüz 32’yi aşmayan Akilan, Gazze’de üç yıldır devam eden ambargonun kurbanı oldu. Filistinli doktorlar, “Akilan’a tedavi olunması için dışarıya çıkarılmasına izin verilseydi kurtulurdu” dediler.

3

Cuha ilk eşine çizdiği bir tabloyla veda etmişti. Bu tabloda Rami gözünün içinde bahçedeydi ve gözünden gözyaşı yerine kan akıyordu ve bu kan kalp resmi çiziyordu. İkinci eşine ise ‘Erkekler Ağladığında’ başlığını taşıyan etkileyici bir makaleyle veda etti.

4

Ümmey Cuha bir Filistin gazetesinde çalışıyor. Gazetede kendisine ayrılmış bir karikatür köşesi bulunuyor. Aynı zamanda Cehaton isimli şirketin yönetim kurulu üyesi. Filistin’in yaşadığı felaketleri konu edinen ilk çizgi film olma özelliğine sahip “Anahtar Hikayesi” filminin de sahibidir. Bu filmde Filistin’in köylerinden biri olan El-Mahraka’dan bahsedilmektedir. Bu köy, Cuha’nın ailesinin 1948’de göçedip terketmek zorunda kaldığı köydür. Dönüş anahtarı, görgü tanıklarının Filistin felaketinin başlangıcından bugüne Filistinlilerin vardığı akibeti ayrıntılarıyla anlatmaları 1948 yılını anarak o yıla geri dönmesi aracılığıyla filmde kahramanlık rolünü canlandırıyor.

5
Eşine çizdiği tabloyla veda etti

Ümeyye Cuha’nın ilk eşi Rami Suad 01.05.2003 tarihinde henüz 27 yaşındayken, El-Şecaiyye mahallesini basan işgalci İsrail askerleri tarafından şehid edildi. Bir İsrail tankından açılan ateşte Rami hem ciğeri hem de pankreası parçalanarak hemen orada şehit düştü. Cuha’nın Rami’den bir kız çocuğu olmuştu. Babası 2003 yılında şehit düştüğünde henüz 9 aylıktı.

Suad’ın ölümünden sonra Ümeyye eşini kaybetmiş olmasından ötürü duyduğu hüznünü ancak fırçasıyla dile getirebildi. Resmettiği güçlü karikatürde eşi Rami’yi gözünün bahçesinde çizdi. Bu gözden gözyaşı yerine kan akıyor ve kalp resmi çiziyordu.

6

Tek çare ameliyattı

6 sene sonra yine Mayıs ayında Ümeyye Cuha bu kez ikinci eşi Vail Akilan’ı kaybetti. Ancak Akilan kendisine isabet eden bir kurşun neticesinde ölmemişti. Onun yakalandığı amansız hastalık ve İsrail’in Gazze’ye uyguladığı abluka, sınırdaki; Filistin toprakları ile Mısır’ı birbirinden ayıran Gazze’nin güneyindeki Refah Geçidi’ni kapatmasıydı. Bu da kendisini dışarı gidip tedavi olmasını engelemişti.

Gazze’deki tıbbi kaynaklar, Akilan’ın yaklaşık bir ay önce midesinde bir patlama yaşadığını ve acilen ameliyat olması için hastaneye kaldırılmasının gerektiğini açıkladı. Ardından Vail’in yurtdışına çıkıp ameliyat olmasından başka imkânın mevcut olmaması, bunu da Gazze’ye uygulanan abluka nedeniyle gerçekleştiremediği için hayatını kaybettiğini ifade ettiler.

Gazze ehline uygulanan zalim abluka nedeniyle yurtdışına çıkamayan Akilan’ın vefat haberi ise geçtiğimiz Salı günü açıklandı. Böylece sayıları 330’a ulaşan abluka kurbanları kafilesine bir yenisi daha eklenmiş oldu.

7

Refah geçidi meselesini çok kere resmetmişti

İkinci kocası Akilan’ın vefatının ilanından sadece birkaç gün önce Ümeyye Cuha, ‘Erkekler Ağladığında’ başlıklı bir makale yazarak yaralı eşinin acılarından bahsetti. Vail hakkında yazdığı makalesinde Ümeyye, hastane odasında yatan kocasının elini nasıl da kuvvetle sıktığını ve o esnada gözyaşının yanağından süzüldüğünü anlattı.Ardından şöyle ekliyor; ”Eşimle yaklaşık dört senedir süren evliliğimiz boyunca gözyaşının aktığını sadece iki kere gördüm. Bunlardan ilki küçük kardeşi Muhammed yaklaşık bir buçuk yıl önce şehit verdiğinde, ikincisi ise bana son İsrail saldırısında hayatını kaybeden arkadaşlarının isimlerini sıralarken idi.”

Ümeyye makalesinde, yetkililere Filistin’de artık eşine yapılacak birşey kalmadığını, Refah Geçidi’nden çıkarak dışarıda tedavi görmekten başka alternatifinin olmadığını açıklayarak geçiş izni vermeleri için harcadığı çabayı anlattı.

Ayrıca Refah Geçidi’ni, hastaların, kuşatılmışların, geri dönemeyenlerin sıkıntılarını çok kere resmettiğini ancak bir gün eşinin de Refah geçidinin açılmasını bekleyen hastalar kafilesine katılacağının hiç aklına gelmediğini belirtti.

8

Filistinli ünlü karikatürist Ümeyye Cuha, Geçtiğimiz ay Bahreyn’de karikatürlerinden oluşan “Dönüşün Anahtarları” isimli bir sergi açtı. Karikatürlerinin ününe rağmen medyada görünmeyi çok fazla sevmeyen ve işgal güçlerinin Gazze’den çıkışına izin vermemesi nedeniyle adına açılan sergilere katılamayan sanatçı Ümeyye Cuha, ilk kez katıldığı Bahreyn’deki sergide Aljazeera’ya konuştu.

—Dönüşün Anahtarları” sergisinin ana fikri nedir? Karikatürleriniz aracılığıyla vermek istediğiniz mesajlar nelerdir?9Sergi, “Dönüşün Anahtarları” adını taşıyor; çünkü sanırım karikatürlerin çoğunda anahtar simgesinin ağırlığı var. Geçtiğimiz günlerde Filistinlilerin ve Arapların 67 yenilgisini andık. Bu felaketin unutulmaması için serginin bu adla adlandırılması uygun görüldü.

Felaketler arka arkaya geldi ve ümmetin hali eskisinden daha kötü oldu. Bu benim bizzat katıldığım ilk sergim. Karikatürlerim için Arap ülkelerinde ve diğer yabancı ülkelerde açılan sergilerin çoğuna, İsrail işgali Gazze’den çıkmama izin vermediği için katılamadım.Serginin taşıdığı mesaj ise, Araplara Filistin sorununun sadece Filistinlilerin sorunu olmadığını, bilakis Arapların ve tüm Müslümanların sorunu olduğunu hatırlatmaktır. Filistin’i savunmadan onlar da sorumludur. Filistin’i savunmak sadece Filistinlilere has değildir. Bilakis tüm Araplara farzdır.

10

—Karikatür, insanlara nasıl mesaj verebilir ve Filistin sorunu gibi karmaşık bir soruna nasıl çözüm getirebilir? Karikatür çizerken onlara nasıl anlamlar yüklüyorsunuz?

Karikatüristler –ki ben de onlardan biriyim- çoğu zaman “Bir karikatür ne yapabilir?” derler. Vatan kurtarabilir mi? Bir yazı ne yapabilir? Öyleyse bir kurşun ne yapabilir? Sonuçta bu üzerimizdeki bir yükümlülüktür. Ben mesaj taşıyan bir insanım. Önemli olan onu vaktinde iletmemdir. Bu mesaj o anda ümmetimin ve halkımın aklından geçenleri anlatır. Ben yeni bir karikatür yayımladığımda birçok internet sitesi ve gazete o karikatürü yayımlıyor. Bu nedenle işgalci de onunla ilgilenecektir.  111214

timeturk.com’dan alınmıştır.

5 responses to this post.

  1. Çok başaşarılı çizimler.. ilginç ve şaşırtıcı..

  2. KUR’AN’IN EVRENSEL MESAJI Global Dünyaya baktığımız zaman, bir taraftan çöp bidonlarından ekmek toplayan insanlar olduğu gibi bir taraftan da aynı toplum içerisinden yatları özel uçakları olan insanlar da bulunmaktadır. Aslında Allah zenginlik ve fakirlik farklılığını insanları denemek için yarattığı halde, 67/2- O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.” Maalesef insanlar bunun şuuruna vakıf olmadıklarından,bencil tutkuları yüzünden, necip fazılın da söylediği gibi bir kişiye dokuz pul dokuz kişiye de bir pul düşmektedir. Bu olay hem sosyal barışı zedelemekte , hem de insanlar arasında Adaletsiz bir servet farklılığını oluşturmaktadır. Böylece dünyada dengesiz bir. Yaşam farklılığı gündeme getirmektedir. Allah. İnsanları sadece kimin ne yapacağını denemek için , rızkı farklı dağıttığı halde, insanlar. Şimdiden bu imtihanı kaybederek, onu tabulaştırıp başkalarına infak etmeyi unutmuşlardır.16/71- Allah rızkta kiminizi kiminize üstün kıldı; üstün kılınanlar, rızklarını ellerinin altında bulunanlara onda eşit olacak şekilde çevirip-verici değildirler. Şimdi Allah’ın nimetini inkar mı ediyorlar?” Dünya üzerinde yaratılmış olan her insan, Allah’ı bulup tanıma ve kendi yolunda yürüyebilecek kapasitede yaratmıştır. Ama, denemenin nedeni olan iblis, ona dünya hayatını süsleyerek, Allah’ın yolundan alıkoymanın tekliflerini insana sunmuştur.7/16- Dedi ki: “Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka Senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım.”7/17- “Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın.” İşte insanlara sunulan bu teklif çok cazibeli gelmiş. Büyük bir çoğunluğu da. Bu Kur’an:’ Yerleri ve gökleri yaratan Allah’ın, Halife olarak göndermiş olduğu Adem oğlunun var oluşuyla başlayıp, yok oluşuna kadar geçen bir süreç içerisindeki , Yaşam tarzının Allah tarafından sunulmuş bir Projesidir.. İşte bu projeyi kabul edenlerin kuran yol göstericisidir. 2/’2- Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici olan bir Kitap’tır.” cazibeli teklifin peşine düşerek yollarını dosdoğru sanmaya başlamışlardır.43/36- Kim Rahman (olan Allah)ın zikrini görmezlikten gelirse, Biz bir şeytana onun ‘üzerini kabukla bağlattırırız’; artık bu, onun bir yakın dostudur.43/37- Gerçekten bunlar (bu şeytanlar), onları yoldan alıkoyarlar; onlar ise, kendilerinin gerçekten hidayette olduklarını sanırlar. Takva dışında yol alanlar, Kuranda günahı kendisini kuşatanlar diye anılmıştır. Bu gurup insanlar, yeryüzüne fırka fırka dağılarak, Takva yolunda yürüyenleri ve yürümek isteyenleri engellemişler kendi yollarına yürütmenin yollarını aramışlardır. Aslında her insanın fıtratlarında susturulmuş ve gizlenmiş olan tevhit inancı vardır. Ama o şeytanın bağladığı kabukla hidayete bir türlü gelemiyorlar Ne zaman şeytanın bağlattığı o kabuk başına gelen bir musibetle kırılırsa ancak kendini gösterebilecektir. Yerin altındaki sert tabakalarla örtülü kalan suların, artezyenle delinip fışkırıyorsa, kabukla bağlatılmış olan fıtratlardaki o din de, dışarıya çıkabilmesi için hayatında bazı değişiklerin olması gerekmektedir insanların doğru olarak sandıkları bazı şeylerin yanlış, olarak sandıkları bazı şeylerin de doğru ,olduğu ancak o zaman anlaşılmaktadır. Yeri gelmişken başımdan geçen bir olayı sizinle paylaşmak istiyorum.Yıl bin dokuz yüz altmış üç bizim köyün mezarlığının tam ortasından köy yolu geçmesi gerekti köy muhtarı yol geçecek olan. Yerde yakınlarının mezarı olanlar mezarlarını kaldırsın diye tebligat gönderdi. rahmetli dedemin mezarı bulunuyordu. Şimdi babam da rahmetli oldu ya, o gün babam şöyle diyor ve biliyordu. “iyi adamların bedenini toprak yemez” babasının mezarını açtığında bembeyaz bir kefen ve yüzünden terler akan bir ceset bekliyordu. Aradan on üç sene geçmişti dedem öleli bir de mezarı açtığımızda ne kefen ne de babamın beklediklerinden hiçbir şey kalmamış sadece sakalı ve kafa tası birkaç da kol ve bacak kemikleri kalmıştı. Olayı babam gözleri ile görünce çok şaşırdı, demek ki bu anlayış doğru değilmiş biz yanlış biliyormuşuz dedi. Ve kalan o parçacıkları bir keseye doldurup başka bir mezara taşımıştık. Bunu bilenler ancak toprağın ölü olan bedeni yediğini ve onun iyi adam veya kötü adam olup olmadığına bakmaz toprak o cesedi yer. Zaten topraktan yaratıldı yine toprak olacaktı.Eğer biz böyle bir şeyle karşı karşıya kalmasaydık aynı inanç biz de sürüp gidecekti. Aynen onun gibi, insanın başına gelenler ona bir şey öğretebiliyor. Nasrettin hocanın söylediği gibi uzun lafın kısası damdan düşenin halini ancak damdan düşen anlar. İşte Kur’an evrensel dünyaya mesaj verirken, zalim olanlar zalimliği kendileri yapsa bile zalim olanların yapmış oldukları zalimliklerinden hoşlanmazlar, Zalim olanlar bir gün gelip de er veya geç toplumlar tarafından dersi verilip, kibirlenip gururlananlar aşağılanan konuma gelmektedir. 22/40- Onlar, yalnızca; “Rabbimiz Allah’tır” demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah’ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah’ın isminin çokça anıldığı mescitler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, Aziz olandır.” İnsanların temel istek ve arzularında özgürlük vardır.6/104- Gerçek şu ki size Rabbinizden basiretler gelmiştir. Kim basiretle-görürse kendi lehine, kim de kör olursa (görmek istemezse) kendi aleyhinedir. Ben sizin üzerinizde gözetleyici değilim.” 18/29- Ve de ki: “Hak Rabbinizdendir; artık dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin. Şüphesiz Biz zalimlere bir ateş hazırlamışız, onun duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. Eğer onlar yardım isterlerse, katı bir sıvı gibi yüzleri kavurup-yakan bir su ile yardım edilirler. Ne kötü bir içkidir o ve ne kötü bir destektir.” 88/21- Artık sen, öğüt verip-hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici-bir hatırlatıcısın.88/22- Onlara ‘zor ve baskı’ kullanacak değilsin” İşte naklettiğimiz bu ayetler. İnsanların din seçiminde sonucuna katlanmak koşulu ile ne kadar serbest olduklarını açıklamaktadır. İnsanlar kendi özgürlüklerinin ellerinden alınmasını kesinlikle istemezler. Empati yaptıkları zaman bunu çok güzel Anlarlar Kur’an bir taraftan orjinalliğinin bozulmadığını ve bozulmayacağını söylerken,54/9- Hiç şüphesiz, zikri (Kur’an’ı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da gerçekten Biziz.” Bir Taraftan da Onun benzerini biri yada birilerinin meydana getiremeyeceğini söyleyerek meydan okumaktadır.”2/23- Eğer kulumuza indirdiğimiz (Kur’an)’dan şüphedeyseniz, bu durumda, siz de bunun benzeri bir sûre getirin. Ve eğer doğru sözlüyseniz, Allah’tan başka şahitlerinizi (kendilerine güvendiğiniz yardımcılarınızı) çağırın.” Ama Kurandaki ayetler, Aynen eşyanın yapısında olduğu gibi, inceleme ve tahlil sonucunda doğru bir şekilde anlaşılmasının bilinmesi gerekmektedir. Güçlü bir mantık ve güçlü bir kuran bilgisinin. Kuranın bütünlüğü içerisindeki ayetlerin ne anlama geldiği tahlil sonucunda ancak belli olduğu bilinmesi gerekir. Nasıl insan vücudunda bulunan. Fakat nerde olduğu bilinmeyen bir hastalığın, Ancak insan vücudunun tümünün taramadan geçirildikten sonra anlaşıldığı zaman biliniyorsa, bir ayetin kastettiği manayı da bilebilmek için kuran ve kainat bilgisinin bilinip, ne anlama geldiği ancak o zaman anlaşılması gerekmektedir. İşte Doğru bir kuran anlayışının ortaya konulabilmesi için şu gerçeklerin bilinmesi gerekir. 1-Kuran’daki Her Ayet Kur’anın bütünlüğünden bir parçadır. Kuranın özelliklerini taşır ama kuranın tamamı değildir. Nasıl insandan alınan bir damla kan insanın özelliklerini taşıdığı halde insanın tamamı olmadığı gibi. 2- Kur’an da geçen her ayet hem konu ile ilgili ayetlerle, hem de Kur!anın bütünündeki ayetlerle uyum halindedir, 4/82- Onlar hala Kur’an’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı. 18/1- Hamd, Kitap’ı kulu üzerine indiren ve onda hiçbir çarpıklık kılmayan Allah’a aittir 3- Kur’anda geçen her kelime hiçbir kelimenin yerine kullanılmamıştır Eğer öyle gibi sanılsa da, mutlaka bir farklılığı vardır. İblis kelimesi ile şeytan kelimesinin farklılığı, veya insan kelimesi ile cin kelimesin farklılığı gibi. 4- Kur’an daki hiçbir ayet o konu ile ilgili ilimle çelişmez. Zaten o konunun ilmi o Ayetin açıklaması oluyor. 21/95- Yıkıma uğrattığımız bir ülkeye (tekrar dünya hayatı) imkansız (haram)dır; hiç şüphesiz onlar, (dünyaya) bir daha geri dönmeyecekler. Tıp İlmi insanın ölümünü açıklarken, beyin ölümü dediği son nefesinin verilmesiyle gerçekleştiğini söylemesi onun hayati fonksiyonlarını yitirmesi anlamındaki ölümüdür. Böyle beyin ölümü gerçekleşmiş olan birisinin artık kesinlikle geriye dönmesi mümkün değildir. Kıyamet gününde tekrar dirilme olayı hariç insanlar dünyada dirilmeyeceklerdir. Allah evrene böyle bir yasa koymuştur. Bu yasayı kimse değiştiremez. Hz İsa peygamberin dirilttiği ölü ise hayati fonksiyonlarını yitiren ölüler değil vahiylere karşı veya herhangi bir şeye karşı duyarsız olanların duyarlı hale gelmesi anlamındaki ölülerdir. 5/110- Allah şöyle diyecek: “Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu’l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana Kitab’ı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğrettim. İznimle çamurdan kuş biçiminde (bir şeyi) oluşturuyordun da (yine) iznimle ona üfürdüğünde bir kuş oluveriyordu. Doğuştan kör olanı, alacalıyı iznimle iyileştiriyordun, (yine) Benim iznimle ölüleri (hayata) çıkarıyordun. İsrail oğulları’na apaçık belgelerle geldiğinde onlardan inkara sapanlar, “Şüphesiz bu apaçık bir sihirdir” demişlerdi (de) İsrailoğulları’nı senden geri püskürtmüştüm. Bütün dünyadaki İslam toplumları Allah’ın Hz İsa peygambere ölüleri diriltme mucizesi verdiği inancındadırlar bu ayette “ benim iznimle Ölüleri (Hayata) çıkarıyordun” ifadesi hayati fonksiyonlarını yitirmiş olan ölüler değil vahiylere karşı duyarlı olmayanları. Vahiylere karşı Allah’ın izniyle duyarlı hale gelme anlamındaki diriltme Olarak kullanılmıştır zaten bu konularla ilgili kitabımın diğer bölümlerinde anlatılacaktır inşallah. 5- Kurandaki ayetler muhkem ve müteşabih olarak iki kısma ayrılmıştır. Muhkem olan ayetler, kitabın anasını temelini oluşturan ayetlerdir bunlar Açıktır. Bunları genelde aklı olan herkes anlar. Mesela güneş doğduğu zaman ortalık aydınlanır. Güneş battığı zaman ise ortalık kararır . bütün herkes bu konuda aynı düşünür ve görür. Ama müteşabih olan ayetler de farklıdır. Hem o ayetler çift anlamlı hem de karmaşıktır tahlil ve inceleme sonucunda ancak kastetiği anlam yakalanabilir.. Dağlarda genelde bütün madenler vardır. Ama Tahlil ve inceleme neticesinde hangi madenin olduğu ve nasıl elde edilmesi gerektiği bir uzmanlık gerektirir veya İnsanın bir yerinden ağrı geliyorsa, o ağrının mutlaka bir sebebi vardır. O konuda uzman olanlar tahlil ve inceleme neticesinde ancak sebebini bulup karar verebilmektedirler Şimdi kurandan bahsettiğimiz ayeti naklederek onunla ilgili örnekleri vermeye çalışalım. 3/7- Sana Kitap’ı indiren O’dur. Ondan, Kitap’ın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem’dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah’tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: “Biz ona inandık, tümü Rabbimizin Katındandır” derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez. Şimdi muhkem olan ayetlerden bir tane örnek vermeye çalışalım. 4/23- Sizlere anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşlerin kızları, kız kardeşlerin kızları, sizi emziren (süt) anneleriniz, süt kız kardeşleriniz, kadınlarınızın anneleri ve kendileriyle (gerdeğe) girdiğiniz kadınlarınızdan olup koruyuculuğunuz altında bulunan üvey kızlarınız -onlarla gerdeğe girmemişseniz, size bir sakınca yoktur-, sizin sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi bir araya getirdiğiniz (evlilik) haram kılındı. Ancak (cahiliyede) geçen geçmiştir. Şüphesiz, Allah, bağışlayandır, esirgeyendir bu naklettiğimiz ayeti aklı olan herkes anlar anlamı açıktır. Şimdi de müteşabih olan bir ayete örnek verelim. 6/.146- Yahudi olanlara her tırnaklı (hayvanı) haram kıldık. Sığırlardan ve koyunlardan, sırtlarına veya bağırsaklarına yapışan veya kemiğe karışanlar dışında iç yağlarını da onlara haram kıldık. ‘Azgınlık ve hakka tecavüzde bulunmaları’ nedeniyle onları böyle cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru olanlarız. İşte müfessirlerin büyük bir kısmının yanlışlığa düştüğü ayetlerden birisidir. Konumuz o olmadığı için detayına girmeyeceğim. Ama oradaki haram etme olayı Allah tarafından özel olarak haram edilme değil, onlar kendi kendilerine haram edişlerinden dolayı Allah böyle bir anlatım sanatı kullanmıştır. Yoksa Müslüman olanlara neleri helal neleri haram ettiyse Yahudi ve diğer din mensuplarına da haram ve helal edilmiştir. Yine bunları yeri geldikçe detaylı bir şekilde izah edeceğim inşallah. 6- Kur’an Allah’ın gönderdiği bir kitap olması hasebiyle, her söylediğini her insan kavrayamayabilir. Ama ilahi bir mesaj olması nedeni ile kabullenmek zorundadır. Zamanımızdan bin dört yüz küsur sene önce insanlar arasından çıkan bir kişi kalksın,36/38- Güneş de, kendisi için (tespit edilmiş) olan bir müstakarra doğru akıp gitmektedir. Bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah)ın takdiridir. Güneşin hakkında sanki bir uzay bilim adamı gibi bilgi versin. Bu insan aklını zorlayan ve Allah’ın insanlar arasından seçmiş olduğu bir peygambere gayıp olan bilgiyi vermesidir. 7-Kur’an her asra hitabedecek şekilde tasarlanmıştır. Çağ ilerledikçe insan kültürü ve teknolojisi de ilerlemektedir. Bir önceki olan icatlar yenileriyle yer değiştirmektedir. 2/106- Biz, daha hayırlısını veya bir benzerini getirinceye (kadar) hiçbir ayeti neshetmez (hükmünü yürürlükten kaldırmaz) veya unutturmayız. Bilmez misin ki Allah, gerçekten herşeye güç yetirendir. Kuranı kerim bilindiği gibi yirmi üç yıllık bir dönem içerisinde tamamlandı. İlk gelen ayetlerle son gelen ayetlerin hitap ediş şekli bakımından bile çok farklılıklar vardır. Bazıları bunları gereği gibi okuyup anlayamadıkları için sanki kur’anda bir çelişki varmış gibi algılıyorlar bir taraftan kafirlerin yapmış olduklarına karşı sabredin ile ilgili ayetler. Bir taraftan da size karşı savaş açanlara savaş açın ve onları gördüğünüz yerde öldürün ayetleri. şarta zamana ve olaylara göre anlaşılması gereken ayetlerdir. Yine yanlış anlaşılan ve algılanan olaylardan biri de sanki kuran kapalı gelmiş peygamberde onu açıklamış gibi İslam toplumlarında . bir anlayış vardır. Kuranı açıklayan peygamber değil Allah peygambere kuranı açıklamıştır. 75/16- Onu (Kur’an’ı, kavrayıp belletmek için) aceleye kapılıp dilini onunla hareket ettirip-durma.75/17- Şüphesiz, onu (kalbinde) toplamak ve onu (sana) okutmak Bize ait (bir iş)tir.75/18- Şu halde, Biz onu okuduğumuz zaman, sen de onun okunuşunu izle.75/19- Sonra muhakkak onu açıklamak Bize ait (bir iş)tir Zaten kitabımın Kuran ve sünnet bölümünde onlara değinmiştim. Kuran Evrensel olan bir kitaptır. Her çağa bakan bir yüzü vardır peygamber kendi bulunmuş olduğu dönemindekilerle ilgili ayetleri ancak açıklananları yaşamıştır. Yoksa peygamber bir astronot veya bir pilot veya bir doktor değildi ki, Eğer peygamber kuranın tamamını açıklamış olsaydı şu ayete ters olurdu 6/91- Onlar: “Allah, beşere hiçbir şey indirmemiştir” demekle Allah’ı, kadrinin hakkını vererek takdir edemediler. De ki: “Musa’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği ve sizin de (parça parça) kağıtlar üzerinde yazılı kılıp (bir kısmını) açıkladığınız ve çoğunu göz ardı ettiğiniz kitabı kim indirdi? Sizin ve atalarınızın bilmediği şeyler size öğretilmiştir.” De ki: “Allah.” Sonra onları bırak, içine ‘daldıkları saçma uğraşılarında’ oyalanıp-dursunlar” Bakınız “ bir kısmını açıkladığınız ve çoğunu göz ardı ettiğiniz kitabı kim indirdi” ile ilgili bölümü açıklananlar. O gün peygamber ve Müslümanların yaşadığı hayatla ilgili bölümüdür. Çoğunu göz ardı ettiğiniz bölümü de daha gelecek asırda olacak olan bölümüdür 8- Kurandaki anlatılan peygamberlerin hiç birinin hiç birine karşı üstünlüğü yoktur. 2/136- Deyin ki: “Biz Allah’a; bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilene, Musa ve İsa’ya verilen ile peygamberlere Rabbinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz O’na teslim olmuşlarız Diğer bir ayette de. Bazı peygamberleri bazı peygamberlere üstün kıldık (. diyor. Bu Ayetleri de yazdıktan sonra ikisini beraber düşünmeye çalışalım. 2/253- İşte bu elçiler; bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. Onlardan, Allah’ın kendileriyle konuştuğu ve derecelerle yükselttiği vardır. Meryem oğlu İsa’ya apaçık belgeler verdik ve O’nu Ruhu’l-Kudüs’le destekledik. Şayet Allah dileseydi, kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, onların peşinden gelen Allah dileseydi birbirlerini öldürmezlerdi. Ama Allah dilediğini yapandır 17/55- Rabbin, göklerde ve yerde olan herkesi en iyi bilir. Andolsun, Biz peygamberlerin bir kısmını bir kısmına üstün kıldık ve Davud’a da Zebur verdik Bir Kısım peygamberlerin de kuranda adı anılmamıştır. 40/78- Andolsun, Biz senden önce elçiler gönderdik; onlardan kimini sana aktarıp-anlattık ve kimini anlatmadık. Herhangi bir elçiye, Allah’ın izni olmaksızın bir ayeti getirmek olacak şey değildir. Allah’ın emri geldiği zaman hak ile hüküm verilir ve işte burada (hakkı) iptal etmekte (istekli) olanlar hüsrana uğramışlardır Peygamberler arasında ayırım yapmadığı takva yönündendir, bütün peygamberler. Allah’ın vermiş olduğu emre muhalefet etmezler konuştukları ve yaşadıklar vahiydir. Bazılarını bazılarına üstün kıldığı, peygamberler. Allah’ın göndermiş olduğu vahiylerle topluma anlattığı zaman duyarlı olanlarla olmayanların azlığı veya çokluğu ile ilgilidir. Bu peygamberlerin kendi ellerinde olan bir şey değildir. Tamamen toplumlarla ilgilidir. Toprağa ekilen tohum gibi şartlar elverişli olursa mahsul güzel olur şartlar elverişli olmaz ise mahsulün iyi olmadığı gibi. Adları zikredilmeyen peygamberler de, bulunmuş oldukları toplumlarda ses getiremeyen peygamberlerdir. Ben peygamberim dediği zaman hemen öldürülmüş olanlar, veya söylediklerini duymamışlar” seni babaları uyarılmamış kavmi uyarman için gönderdik” Ayeti gibi, mesajı almayan toplumların durumu ile ilgilidir. Yani Gelecek olan toplumların örnek edineceği bir olayı ve kıssası olmayan peygamberlerdir. 9- Bütün peygamberlerin getirdikleri dinin adı islamdır. Hiçbir peygamberin getirdiği haram ve helaller ile hiçbir peygamberin getirdiği haram ve helaller birbirleriyle çatışmaz. Bununla ilgili ayetlerden nakletmeye çalışalım. 6/145- De ki: “Bana vah yolunanlar içinde, yiyen bir kimsenin yiyeceği (şeyler) için, ölü eti, dökülen kan, domuz eti -ki bu gerçekten murdardır- ya da Allah’tan başkası adına kesilmiş bir fısk dışında, haram kılınmış bir şey bulmuyorum. Kim kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalırsa, -saldırmamak ve haddi aşmamak şartıyla- (bu sayılanlardan ölmeyecek kadar yiyebilir). Şüphesiz senin Rabbin bağışlayandır, esirgeyendir 6/146- Yahudi olanlara her tırnaklı (hayvanı) haram kıldık. Sığırlardan ve koyunlardan, sırtlarına veya bağırsaklarına yapışan veya kemiğe karışanlar dışında iç yağlarını da onlara haram kıldık. ‘Azgınlık ve hakka tecavüzde bulunmaları’ nedeniyle onları böyle cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru olanlarız. 16/118- Yahudi olanlara da, bundan önce sana aktardıklarımızı haram kıldık. Biz onlara zulmetmedik, ancak onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı 39/.6- Sizi tek bir nefisten yarattı, sonra ondan kendi eşini var etti ve sizin için davarlardan sekiz çift indirdi. Sizi annelerinizin karınlarında, üç karanlık içinde, bir yaratılıştan sonra (bir başka) yaratılışa (dönüştürüp) yaratmaktadır. İşte Rabbiniz olan Allah budur, mülk O’nundur. O’ndan başka İlah yoktur. Buna rağmen nasıl çevriliyorsunuz Bütün peygamberlere gelen dinlerin orijinali Allah tandır. Ayetlerde görüldüğü gibi birbirlerine zıt gibi görülen ayetleri bir araya getirdiğimiz zaman ayetlerin kastettikleri mana yakalanabiliyor. Yahudi olanlara haram Müslüman olanlara helal olmaz buradaki kastedilen mana, helal olanı kendileri yememeleri nedeni ile kendi kendilerine haramlaştırmalarıdır. Allah Özgür bir ortamda insanları imtihana tabi tutmak istemiştir. 2/143- Böylece Biz sizi, insanlara şahit (ve örnek) olmanız için orta bir ümmet kıldık; Peygamber de üzerinizde bir şahid olsun. Senin üzerinde bulunduğun (yönü, Kabe’yi) kıble yapmamız, elçiye uyanları, topukları üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırt etmek içindir. Doğrusu (bu,) Allah’ın hidayete ilettiklerinin dışında kalanlar için büyük (bir yük)tür. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz, Allah, insanlara şefkat edendir, esirgeyendir. Bu Ayet Allah’ın dininin bir peygamber ve onu etten duvarla koruyan Müslümanların oluşturduğu bir otoriteden söz edilmektedir. Bu çok önemli olan bir olaydır. Her örnekten bir örnek verildiği ve hiçbir eksiğin bırakılmadığı, ve şeytanın asla bir katması çıkarması olmadığı Allah Tarafından insanlar eliyle koruttuğu ve korutacak olduğu bir kitapla örnek bir toplum ve örnek bir yaşamın sergilendiği hem kendi dönemlerinde hem de kendi toplum dışında gelecek olan toplumlara bir model oluşturmuştur. Kuran Yeryüzünde ne kadar insan türü varsa, Onların, renklerine dillerine,cinslerine, makamlarına, hastalıklarına sağlamlıklarına bakmadan onların hiç birini diğer birinden ayırt etmeden aynı terazi ile tartarak. İmtihana tabi tutmuştur. Aralarındaki fark sadece tiyatrodaki rol farkı gibidir. Kim bu rolünü Allah’ın çizdiği ve verdiği kurallara göre oynarsa. Allah katında üstün ve değerli olan odur. 49/13- Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır Allah’ın emirlerini kabul edenler eğer güç ve iktidar sahibi olurlarsa şu neticeler ortaya çıkar. 1-Kuran buna Takva İktidarı diyor eğer iman edenler ve Salih amel işleyenler iktidar olurlarsa, 3/104- Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır. 3/110- Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; maruf (iyi ve İslam’a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah’a iman edersiniz. Kitap Ehli de inanmış olsaydı, elbette kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinden iman edenler vardır, fakat çoğunluğu fıska sapanlardır. 22/41- Onlar ki, yeryüzünde kendilerini yerleştirir, iktidar sahibi kılarsak, dosdoğru namazı kılarlar, zekatı verirler, ma’rufu emrederler, münkerden sakındırırlar. Bütün işlerin sonu Allah’a aittir Allah bütün insanları yeryüzünde Aklını takvasını fıskını vererek yol seçimini kendi özgür iradesiyle baş başa bırakmıştır. Bunlar temel olarak iman eden ve Salih amel işleyenler, diğeri de inkar edenlerdir. İman edenler dünyadaki hayatlarında başı boş olmadıklarını onları gözetleyen ve yaptığı her davranışı kameraya alan bir Allah’ın olduğunu bildiklerinden kendi heva ve heveslerine göre yaşayamazlar. Onların Kendileriyle Allah Arasında, Kendileriyle diğer insanlar arasında ve kendileriyle insanların dışındaki varlıklarla diyalogu bir kurala ve prensibe bağlanmıştır.. 2- İslamın Otorite olduğu yerde, Asıl o otoritenin anasını oluşturan Müslümanlardır. Bunlar ya Allah’tan gönderilmiş bir Peygamber Ya da Allah’ın kitabına göre yaşayan bir devlet başkanına itaat etmeyi kendilerine bir görev bir ibadet olarak kabul ederler. Bunlar devlete devletin ayakta kalabilmesi için bu günün tabiri ile vergi. İslami tabirle de adı zekattır.zekat düşenler tarafından mutlaka verilir keyfe göre bir şey değildir. Vermeyenlere zorla verdirilir. 2-110- Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin; önceden kendiniz için hayır olarak neyi takdim ederseniz, onu Allah Katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı görendir. İslam otoritesinde bulunan ikinci gurup insanlar da gayrı Müslimlerdir. Kuran gayrı Müslim olanları temel olarak iki kısma ayırmıştır. 1-Anlaşmalı olanlar. İslam devletinin bunlara karşı tutum ve davranışlarını kuran şöyle belirlemektedir. 9/4- Ancak müşriklerden kendileriyle antlaşma imzaladıklarınızdan (antlaşmadan) bir şeyi eksiltmeyenler ve size karşı hiç kimseye yardım etmeyenler başka; artık antlaşmalarını, süresi bitene kadar tamamlayın. Şüphesiz, Allah muttaki olanları sever. İslam otoritesinde hukuk Allah’ın hukukudur. ister Müslümanlardan isterse gayri Müslimlerden peygamber ve devlet başkanları da dahil olmak üzere Allah’ın emirlerine muhalefet eden bir sözde ve davranışta bulunamazlar. Yani kimse kendi keyfine göre davranamaz. Allah otorite olan islamın devletle kendi takva iktidarını oluşturan muslümanlarla, ve gayrı Müslimlerle davranış şekillerinin kurallarını belirlemiştir. İşte gayri Müslimlerden kendileri İslam otoritesinin dinini kabul etmediği halde eğer orada yaşayıp devletin nimetlerinden istifade ediyorsa, yolarını suyunu topraklarını kullanıp yaşıyorsa bunun bedeli olan cizye ve haracı ödeyerek kanunlara kendi dinlerine müdahale edilmediği sürece İslam otoritesine teslim olmak zorundadır. Müslüman olanlarda vergi olarak zekat varsa, bunlarda da vergi olarak cizye ve haraç vardır. Nasıl müslümanım diyenlerden zekatını vermeyenlere karşı savaş açılıyorsa, gayri Müslimler de cizye ve haraçlarını ödemedikleri zaman onlara savaş açılarak zorla kendi elleriyle cizye ve haraçlarını verinceye kadar savaşılır 9/29- Kendilerine kitap verilenlerden, Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Resûlü’nün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini (İslam’ı) din edinmeyenlerle, küçük düşürülüp cizyeyi kendi elleriyle verinceye kadar savaşın. Bakınız Din Konusunda Allah gayrı Müslimlere İslam olmaları için kesinlikle zor ve baskı kullanmalarını yasaklamaktadır. Cizye ve haraçlarını düzgün ödedikleri taktirde onlarla nasıl bir iletişim kurulması gerektiğini kurandan dinleyelim. 60/8- Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever. 9/7- Mescidi Haram yanında kendileriyle anlaştıklarınız dışında, müşriklerin Allah Katında ve Resûlünün katında nasıl bir ahdi olabilir? Şu halde o (anlaşmalı olanlar), size karşı (doğru) bir tutum takındıkça, siz de onlara karşı doğru bir tutum takının. Şüphesiz Allah, muttaki olanları sever 2- İkinci tip Gayrı Müslim de. Müslümanın varlığından rahatsız olan onları bulundukları yerden çıkaran, ve İslam otoritesine karşı çeteleşerek bir birlerine destek olup fesat çıkaranlardır. Ki işte Allah böyle tiplere karşı alınması gereken pozisyonları şöyle izah ediyor. 9/5- Haram aylar (süre tanınmış dört ay) sıyrılıp-bitince (çıkınca) müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, onları tutuklayın, kuşatın ve onların bütün geçit yerlerini kesip-tutun. Eğer tövbe edip namaz kılarlarsa ve zekatı verirlerse yollarını açıverin. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” Burada ayette haram aylar parantez içerisinde dört ay diye bahsederken İslam otoritesine karşı gayrı Müslimlerin başkaldırmadığı usluca durduğu dönemler anlamındadır. Bu gidişlerini veya usluca duruşlarını değiştirdiklerinde işte onlara karşı caydırıcı ve savaş dönemi başlamış demektir. 9/12- Ve eğer antlaşmalardan sonra, yine yeminlerini bozarlarsa ve dininize hınç besleyip-saldırırlarsa, bu durumda küfrün önderleriyle çarpışın. Çünkü onlar, yeminleri olmayan kimselerdir; belki cayarlar 8/38- O inkar edenlere de ki: “Eğer vazgeçerlerse geçmişte (yaptıkları) şeyler bağışlanacaktır. Ama yine dönecek olurlarsa, önceki (toplumlara uygulanan) sünnet, muhakkak (onların başından da) geçmiş olacaktır.” 8/39- Fitne kalmayıncaya ve dinin hepsi Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçecek olurlarsa, şüphesiz Allah, yaptıklarını görendir. Kuran Evrenseldir Bütün Dünyadaki insanlar bir araya gelseler, kurandaki herhangi bir konu ile ilgili bir açıklamayı kuranın anlattığı gibi anlatamazlar. 8/31- Ayetlerimiz onlara okunduğu zaman; “İşittik” dediler. “İstesek, biz de bunun bir benzerini söyleyebiliriz. Bu, eskilerin efsanelerinden başkası değildir. 17/88- De ki: “Eğer bütün ins ve cin (toplulukları), bu Kuran’ın bir benzerini getirmek üzere toplansa, -onların bir kısmı bir kısmına destekçi olsa bile- onun bir benzerini getiremezler.” Bu Konuda sonuç olarak şunları söyleyebiliriz, 1-Her insan istediği dini seçip yaşayabilir,2- Ama Kendi dinini başkalarına zorla kabul ettirmeye çalışamaz. Eğer böyle bir davranışta bulunmaya kalkışırlarsa da İslam otoritesi ona güç ve kuvvet kullanarak bu yanlış davranışından vazgeçinceye kadar onlarla savaşır. 4/75- Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla” diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz? 4/76- İman edenler Allah yolunda savaşırlar; inkar edenler ise tağut yolunda savaşırlar öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Hiç şüphesiz, şeytanın hileli-düzeni pek zayıftır. 11- Kuranda geçen kelimeler genelde çift kullanılmıştır. İşte o kelimelerin ne anlama geldiği ancak konu ve kuran bütünlüğümde değerlendirildiği zaman, kastettiği mana yakalanabilir. Bir örnek verecek olursak, ölü kelimesini kuran bir gerçek anlamında kullanmıştır, bir de mecazi anlamda kullanmıştır. 6/93- Allah’a karşı yalan uydurup iftira düzenden veya kendisine hiçbir şey vahy olunmamışken “Bana da vahy geldi” diyen ve “Allah’ın indirdiğinin bir benzerini de ben indireceğim” diyenden daha zalim kimdir? Sen bu zalimleri, ölümün ‘şiddetli sarsıntıları’ sırasında meleklerin ellerini uzatarak onlara: “Canlarınızı (bu kıskıvrak yakalanıştan) çıkarın, bugün Allah’a karşı haksız olanı söylediğiniz ve O’nun ayetlerinden büyüklenerek (yüz çevirmeniz) dolayısıyla alçaltıcı bir azapla karşılık göreceksiniz” (dediklerinde) bir görsen..”. Buradaki bahsedilen ölü gerçek anlamında bahsedilen ölüdür. 5/110- Allah şöyle diyecek: “Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu’l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana Kitab’ı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğrettim. İznimle çamurdan kuş biçiminde (bir şeyi) oluşturuyordun da (yine) iznimle ona üfürdüğünde bir kuş oluveriyordu. Doğuştan kör olanı, alacalıyı iznimle iyileştiriyordun, (yine) Benim iznimle ölüleri (hayata) çıkarıyordun. İsrailoğulları’na apaçık belgelerle geldiğinde onlardan inkara sapanlar, “Şüphesiz bu apaçık bir sihirdir” demişlerdi (de) İsrailoğulları’nı senden geri püskürtmüştüm.” 6122- Ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve insanlar içinde yürümesi için kendisine bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp oradan bir çıkış bulamayanın durumu gibi midir? İşte, kafirlere yapmakta oldukları böyle ‘süslü ve çekici’ gösterilmiştir. 2/72- Hani siz bir kişiyi öldürmüştünüz ve bu konuda birbirinize düşmüştünüz. Oysa Allah, gizlediklerinizi açığa çıkaracaktı. 2/73- Bunun için de: “Ona (cesede, kestiğiniz ineğin) bir parçasıyla vurun” demiştik. Böylece, Allah ölüleri diriltir ve size ayetlerini gösterir; ki akıllanasınız. İşte bu ayetlerde bahsedilen ölü kelimeleri gerçek anlamındaki hayati fonksiyonlarını yitirmiş ve beyin ölümü gerçekleşmiş anlamında değil , yaşımın gerçek anlamındaki ibadet ve kulluk anlamını yitirmiş anlamında kullanılan ölüdür. Eğer o anlamda olmamış olsaydı. Şu ayete ters olurdu. 21/95- Yıkıma uğrattığımız bir ülkeye (tekrar dünya hayatı) imkansız (haram)dır; hiç şüphesiz onlar, (dünyaya) bir daha geri dönmeyecekler İşte asırlarca kuranın bu anlatım sanatı kavranılmadığı için kurandaki ayetlerin kastettiği mana tamamen çarpıtılmış hazreti isa peygamberin ölüleri gerçek anlamında dirilttiği ona bir mucize olarak verildiği inancı devem edip gelmişir. Halbuki Allah mucizelerin kendisine ait olduğunu söylerken,29/50- Dediler ki: “Ona Rabbinden ayetler (birtakım mucizeler) indirilmeli değil miydi?” De ki: “Ayetler yalnızca Allah’ın Katındadır. Ben ise, ancak apaçık bir uyarıcıyım.” Olduğunu söylerken , peygamberlere Allah’ın sadece verdiği mucize olarak göndermiş olduğu vahiydir diye vurgularken,29/51- Kendilerine okunmakta olan Kitap’ı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? Şüphesiz, bunda iman eden bir kavim için gerçekten bir rahmet ve bir öğüt (zikir) vardır. İnsanlar peygamberleri Allah’ın tarif ettiği sıfatın dışına çıkararak başka bir kılıfa sokmaya çalışmışlardır. Bir örnek daha verecek olursak, gece kelimesi de iki anlamda kullanılmıştır. Birisi güneşin batışı ile doğuşu arasındaki kalan karanlık bölge Diğeri de cehalet karanlığı Anlamın da da gece kelimesi kullanılmıştır. 97/1 biz bu kuranı kadir gecesinde indirdik Gerçek anlamda kullanılan gece.17/78- Güneşin sarkmasından gecenin kararmasına kadar namazı kıl, fecir vakti (namazda okunan) Kur’an’ı, işte o, şahid olunandır 17/.79- Gecenin bir kısmında kalk, sana ait nafile olarak onunla (Kur’an’la) namaz kıl. Umulur ki Rabbin seni övülmüş bir makama ulaştırır. Eğer kadir gecesinde indirilen kuran gerçek anlamında kullanılan gecede indirilmiş olsaydı, kuranın yirmi üç yıllık dönemde inişi ile ilgili olaya ters olurdu orada ki kullanılan gece gerçek anlamındaki gece değil cehalettir karanlığı aydınlatan vahiylerdir. Eğer bu kelimelerin ne anlama geldiği çözülmez ise Ayetlerin anlatmak istediği anlam yakalanamaz. 12- Kuranda Akıl eden, düşünebilen ve yaptıklarından dolayı hesaba çekilecek olan tek varlık adem şemsiyesi altındaki insan türleridir. Adem oğlunun dışındaki varlıkların hiç birisi yaptıklarından dolayı sorumlu değildir. Eğer insanların dışındaki varlıklara sanki akleder ve yaptıklarından dolayı sorumlu gibi bir anlayışla ayetlere yaklaşılırsa bu doğru değildir. Bir örnek verecek olursak 7/163- Bir de onlara deniz kıyısındaki şehri(n uğradığı sonucu) sor. Hani onlar cumartesi (yasağını çiğneyerek) haddi aşmışlardı. ‘Cumartesi günü iş yapma yasağına uyduklarında’, balıkları onlara açıktan akın akın geliyor, ‘cumartesi günü iş yapma yasağına uymadıklarında’ ise, gelmiyorlardı. İşte Biz, fıska sapmaları dolayısıyla onları böyle imtihan ediyorduk. Dikkat edilirse bu ayet Yahudilerin ibadet kurallarına uyup uymadığı sanki balıklar tarafından biliniyormuş da yasaklara uydukları zamanlar balıklar kıyıya geliyor yasak kurallarına uymadıkları zamanlar ise balıklar kıyıya gelmiyor diye anlamışlardır. Halbuki Kuran düşünmeyen aklını kullanmayan insanlara hayvanlar gibidir ifadesini kullanırken. 25/44- Yoksa sen, onların çoğunu (söz) işitir ya da aklını kullanır mı sayıyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gibidirler; hayır, onlar yol bakımından daha şaşkın (ve aşağı) dırlar. Buradaki Araf suresi yüz yetmiş üçüncü ayetteki anlatılmak istenen Yahudiler Allah tan gelen emirlere bağlı kaldıkları sürece eşya ile ilgiyi iyi kurabildikleri sürece dünya hayatında nimetler bol bol gelir. Ama işlerini iyi takip etmez gönderilmiş olan vahiylerden uzak kalırlarsa da bu günkü Müslüman toplumların düştükleri konum gibi hale düşerek küfrün karşısında rezil rüsva olurlar Dünya üzerinde tarih boyunca evrenin yasasına gerektiği gibi uyan insanlar devamlı egemenliklerini ayakta tutmuşlar ama yasalara uymayan toplumlar da Allah’ın En yakın olduklarını iddia etseler bile yenik düşmüşlerdir. Dünyanın yedi harikasından biri olan piramitler bilindiği gibi firavun tarafından yaptırılmıştı. Bu konuya yanlış anlatılan ve yanlış algılanan konuyu aydınlatmak amacı ile kısacık da olsa değinmek istiyorum. 10/90- Biz, İsrailoğulları’nı denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): “İsrailoğulları’nın kendisine inandığı (İlah’tan) başka İlah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım” dedi. 10/92- Bugün ise, senden sonrakilere bir ayet (tarihi bir belge, ibret) olman için seni yalnızca bedeninle kurtaracağız (herkese cesedini göstereceğiz). Gerçekten insanlardan çoğu, Bizim ayetlerimizden habersizdirler. Devamlı üzerinde basa basa durduğum bir şey var eğer kurandaki bir ayetin kastettiği mana doğru anlaşılmış ise pratik hayatta da uygulamada da doğru netice ortaya çıkar. Mesela yukarı atılan bir taş yerçekimi nedeni ile aşağı düşer. Bu söz deneme yanılma sonucunda ortaya çıkarak kanun haline gelmiştir. Eğer bu söz doğru değilse yukarı atılan taş yerçekimi nedeniyle yere düşmezdi. Aynen onun gibi Firavun ile ilgili ayette geçen ifade “ seni alemlere ibret olsun diye bedeninle kurtaracağız “ ifadesi cesedini kızıl denizde iki üç bin sene sonra bulacaklar anlamında değil senin yaptığın o piramitleri insan oğluna ibret olsun diye Dünyanın yedi harikasından biri olarak göstereceğiz Allah’a iman etmeyen toplulukların dünya hayatında ne kadar başarılı olsalar bile bir gün gelip hayatlarının sona erip o saltanatlarının yıkılacağını ima ederek gelecek olan kuşaklara ders vermektedir. İşte ayette geçen seni bedeninle kurtaracağız ifadesi cesedinin kurtulması anlamında değil, dünyanın yedi harikasından biri olan piramitleri kastetmektedir. Bütün dünya firavunu konuşması onun dünya hayatındaki dünyalık başarılarını kastetmektedir. Yoksa denizde bulunan her cesedi firavun diye bahsedilmesi yanlış olur kanaatindeyim. Eğer gerçekten bahsedilen beden anlamındaki et ve kemiklerden meydana gelen ceset olmuş olsaydı onun kurtuluşunun ne önemi var idi. 13- Kuranın doğru olarak anlaşılmasını engelleyen mucize ve sünnet kavramının yanlış algılanmasıdır. Şeytan bu iki anlayışın arkasına saklanarak fitneyi İslam toplumuna yerleştirmiştir. Mucize: bilindiği gibi kelime olarak Kuranda geçmez,onun adı Ayet, belge,delil, burhan olarak geçer. Tarifi Allah’a ait olan yaratılmışların hepsinin adı dır Peygamberlere verilen mucize sadece vahiy mucizesidir. 29/50- Dediler ki: “Ona Rabbinden ayetler (birtakım mucizeler) indirilmeli değil miydi?” De ki: “Ayetler yalnızca Allah’ın Katındadır. Ben ise, ancak apaçık bir uyarıcıyım. 6/35- Eğer onların yüz çevirmeleri sana ağır geldiyse, onlara bir ayet getirmek için yerde bir tünel açmaya veya göğe bir merdiven dayamaya gücün yetiyorsa (yap). Eğer Allah dileseydi, onların tümünü hidayet üzere toplardı. Öyleyse sakın cahillerden olma. İşte kuran gibi bir kitabın indirilişinden daha büyük mucize ne olabilir ki?bütün insanların toplanıp bir araya gelseler getiremi,yecekleri bir kitaptır. İkinci olarak da şeytanın katıp çıkardığı hadis ve sünnettir. Eğer hadisler kurandan ise kurandan ayrı bir adla çıkılmasının ne anlamı var. Eğer hadisler Kurandan değilse o zaman o ölçü alınamaz, Hadislerle amel edilemez. Öyleyse Kuran her örnekten bir örnek vermiş Hiçbir eksiklik bırakmamışsa,17/89- Andolsun, bu Kuran’da her örnekten insanlar için çeşitli açıklamalarda bulunduk. İnsanların çoğu ise ancak inkarda ayak direttiler.18/54- Andolsun, bu Kuran’da insanlar için Biz her örnekten çeşitli açıklamalarda bulunduk. İnsan, her şeyden çok tartışmacıdır.” İnsanlar yanlışın peşine takılarak kelimeleri Allah’ın Koyduğu yerden kaldırarak farkında veya farkında olmadan,şeytanın peşine takılmışlardır.Araştırıldığı zaman sahih denen hadislerin kurana uymadğı ve kendi aralarında da çeliştikleri görülmektedir. Kurana bir şey katıp veya bir şey çıkarma ümidi kalmayan şeytan korunması garantörlük altına Allah tarafından alınmayan hadisleri kendisine paravan olarak kullanmıştır. Peygamber kuranın dışında bir şey söylemeye veya ondan bir şey çıkarmaya hakkı yoktur. Ve olmamıştır da 53/3- O, hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz.53/4- O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir. Allah’ın Peygamberi nereye koymuşsa ne olduğunu nasıl tanıtmışsa birilerinin tanıttığı o peygamberi Allah’ın Koyduğu yerin ne üzerinde bir yere çıkarmağa nede altında bir yere indirmeye kimsenin Hakkı yoktur. o söylerse kurandan söyler kuranın dışında hiçbir şey söyleyemez. Yaşadığı hayatta kuran dır söyledikleri de kurandır. 13- Kuran’ı Kerim korunmuş bir kitaptır. Burayı biraz açıklamak gerekiyor.Hıristiyan misyonerler diyorlar ki İncil Tevrat Zebur da Allah Tarafından gönderilmiş kitaplar değil mi ki onlar neden korunmamış da sadece kuran korunmuş diye bir eleştiri getiriyorlar. Koruma olayını Allah kendi özel olarak müdahale ederek değil, insanlar eliyle korumuştur. Bunu Kavrayabilmek için bazı kuralların bilinmesi gerekmektedir. 1- Allah insanlara özgürlüğü verip, peygamberler ve kitaplarda göndererek yol seçme hakkını insanların kendilerine vermiştir. 41/40- Bizim ayetlerimiz konusunda çarpıtma yapanlar, Bize gizli kalmazlar. Öyleyse ateşin içine bırakılan mı daha hayırlıdır yoksa kıyamet günü güvenle gelen mi? Siz dilediğinizi yapın. Çünkü O yaptıklarınızı gerçekten görendir.6/104- Gerçek şu ki size Rabbinizden basiretler gelmiştir. Kim basiretle-görürse kendi lehine, kim de kör olursa (görmek istemezse) kendi aleyhinedir. Ben sizin üzerinizde gözetleyici değilim. 18/29- Ve de ki: “Hak Rabbinizdendir; artık dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin. Şüphesiz Biz zalimlere bir ateş hazırlamışız, onun duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. Eğer onlar yardım isterlerse, katı bir sıvı gibi yüzleri kavurup-yakan bir su ile yardım edilirler. Ne kötü bir içkidir o ve ne kötü bir destektir.” Daha önce de bahsettiğim gibi, insanlar ilk yaratıldığı zamanlar ilim ve teknoloji sıfır idi. Her gelen kuşak kendilerinden sonra gelen kuşaklara bir kültür mirası devrederek bu gün bilgisayar ve uzay çağına ulaşılmıştır. Kuranın korunması da , iki yolla olmuştur. Birincisi yazı kültürü ve sanatının gelişmesiyle Allah’tan gelen vahiyler, deriler ve kemikler üzerine yazılarak korunmuştur. Yine burayı da biraz açmak gerekiyor. Yazı bilindiği gibi milattan önce üç bin beş yüz yıl önce bulundu. Bir icat bulunduktan belirli zamandan sonra belirli şeyler onun üzerine bina edilmeye başlar. Kuran gelinceye kadar Allah’tan gelen vahiyler. Peygamberden peygambere devam ederek korunuyor du Yani Her peygamber , kendilerinden önce gelen peygamberleri doğrulayıp ve tasdik ediyor .Kendilerinden sonra gelecek olan peygamberleri de müjdeliyordu. 61/6- Hani Meryem oğlu İsa da: “Ey İsrailoğulları, gerçekten ben, sizin için Allah’tan gönderilmiş bir elçiyim. Benden önceki Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra ismi “Ahmed” olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim” demişti. Fakat o, onlara apaçık belgelerle gelince: “Bu, açıkça bir büyüdür” dediler.” İşte Hıristiyan misyonerlerinin düştükleri hata buradadır. Allah’tan gelen vahiyler İnsanların duyarlı olanların o konu ile eğilimin oluşu ve teknolojinin o konu ile ilgili gelişmesine bağlıdır. Yazı kültürü ve sanatının Allah’tan gelen bilgileri koruma ve saklamasına elverişli olacak şekilde gelişmemesi nedeni ile , peygamberlere gelen vahiyler Peygamberler ölünce Ağızdan ağza aktarılan bir hikaye ve masal gibi olmuştur. Orijinal olan din bir belgeye dayanması gerekmektedir. Bakınız bu günkü İslam diye bahsedilen, kuran orjinli dinden uzak olarak , anlatılan din bozulmuşsa,geçmiş dinlerde orijinali olmayan Tevrat İncil ve diğer dinler de öyle bozulmuştur. Zaten orijinalliği korunmuş olan Kuran’da onların gerçek haberleri geçmektedir. Kuranda diğer kitapların belgelerinin yazılarak korunduğuna dair bir ayet yoktur. Ama kuranın yazılarak korunduğuna dair ayet vardır. 6/91- Onlar: “Allah, beşere hiçbir şey indirmemiştir” demekle Allah’ı, kadrinin hakkını vererek takdir edemediler. De ki: “Musa’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği ve sizin de (parça parça) kağıtlar üzerinde yazılı kılıp (bir kısmını) açıkladığınız ve çoğunu göz ardı ettiğiniz kitabı kim indirdi? Sizin ve atalarınızın bilmediği şeyler size öğretilmiştir.” De ki: “Allah.” Sonra onları bırak, içine ‘daldıkları saçma uğraşılarında’ oyalanıp-dursunlar. Hıristiyanların eleştirdikleri Allah’ın kitabı olan Tevrat ve İncil, neden korunmamıştır demeleri doğru değildir. Onların kitapları da kuranla korunmuştur. Kuranda geçen Hazreti isa peygamber ve diğer peygamberlerle ilgili kıssalar gerçek bir haber olarak anlatılmaktadır . böylece Allah onlardaki orijinal olan dinin aslını kuranla korumuştur. 2- Kuranın bir de ezberlenerek korunmasıdır. Yani hafız ordusu kuranın ezberlenerek korumasıyla nesilden nesile miras olarak devredilip gelmiş hem orijinal olan belgelerle elde olan kuranla mukayese edilerek bu güne kadar bize bozulmadan gelmesine vesile olmuşlardır. 14- Yine Yanlış algılanan ve yanlış anlatılan olaylardan biri de Hazreti İbrahim peygamber’in ölülerin nasıl diriltildiğini sorması ve cevabı ile ilgilidir. 2/260- Hani İbrahim: “Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster” demişti. (Allah ona:) “İnanmıyor musun?” deyince, “Hayır (inandım), ancak kalbimin tatmin olması için” dedi. “Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır, sonra onları (parçalayıp) her bir parçasını bir dağın üzerine bırak, sonra da onları çağır. Sana koşarak gelirler. Bil ki, şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.” Buradaki ölülerin diriltilmesi gerçek anlamındaki ölülerin diriltilmesi değil, Duyarsız olan bazı hayvanların bazı konularla ilgili eğitilerek, duyarlı hale gelmesi anlamındaki diriltmedir. Yunus balığının deniz kıyılarında mayın araması yapması, Köpeklerin eğitilerek, depremde ceset araması eroin esrar araması, atların savaşlarda kullanılması, daha doğrusu evcil olmayan hayvanların evcilleştirilerek insanın yararına çalışması , o dirilme veya diriltilme anlamında kullanılmıştır. Yoksa gerçek Anlamındaki ölüleri Allah’tan başka kimse diriltemez Allah peygamberlere de böyle bir mucize vermemiştir.21/95 15-Önemli olan ve hala daha ne anlama geldiği , Anlaşılamayan konulardan birisi de şeytan ve iblis kelimelerinin , düzgün bir şekilde çözülüp anlaşılamamıştır. Şeytan :Bazılarının söylediği gibi, insanlardan ayrı bir yaratık değil, insanların, azgınlaşmış, kibirlenmiş, ve günahlarda ısrar eden tiplerinin “Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?” (İblis) Dedi ki: “Ben ondan hayırlıyım; beni adıdır. Ateşten yaratılan şeytan değil, Ateşten yaratılan iblistir. 7/12- (Allah) Dedi: ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.” Şeytan ise insanın yoldan sapanın adı olduğuna göre o ateşten değil, topraktan yaratılmıştır. İblis; İnsana vesvese veren kötü yolları teklif etmekle görevli olan bir melektir. Zaten iblis gibi kötülüğü teklif eden bir olgu olmamış olsaydı , insanlar da diğer varlıklar gibi melek konumunda olurlardı7/20- Şeytan, kendilerinden ‘örtülüp gizlenen çirkin yerlerini’ açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir.” İşte insanın diğer yaratıklardan farkı, iblisin İnsana yanlışa gitmesi için teklif sunmasıdır. Yani insanın iyiye ve kötüye gidebilmenin seçeneklerinin oluşuyla meleklerden ayrılıyor. İblisin Allah’tan insanların diriltilecekleri güne kadar süre istemesi de onun insanlardan insanlara miras yoluyla aktarılan nesilde de aynen fıskın insan oğlunda var olmasıdır. Yoksa İblis eğer canlı varlık ise canlılar doğarlar büyürler ve ölürler. Eğer cansız ise insana teklif sunarak insanları kandıramazdı. 16-Yanlış anlaşılan ve algılanan konulardan birisi de Kabirde Azap çekme olayıdır. Bu Hurafe olan bir anlayıştır. Bedenle , ile ruh bir araya gelmeden hiç birisi acı ve azap çekmez. Ölen insanın bedenle ruhu bir birinden ayrılmıştır. O Ahiret aleminde bedenle ruh bir araya geldiği zaman ancak mükafatı ve acıyı ancak hissedecektir. 36/52- Demişlerdir ki: “Eyvahlar bize, uykuya-bırakıldığımız yerden bizi kim diriltip-kaldırdı? Bu, Rahman (olan Allah)ın va’dettiğidir, (demek ki) gönderilen (elçi)ler doğru söylemiş Kabir azabı çeken insanlar ahiret aleminde böyle bir şeyi nasıl söyler. Diğer bir olayda bedenler çiftleştirilmeden azap olayı olmaz demiştik.7/7- Nefisler, birleştiği zaman, işte burada ki nefislerin birleşmesi, bedenle ruhun bir araya gelmesi ile mümkün olur. Zaten zaman olayı insanlara göredir, Allah’a göre zaman yoktur, zaman kainatın yaratılışı ile beraber yaratılmıştır. Kainat bir zaman dilimi içerisinde halife olan insan oğlunun emrine amade olarak verilerek , insanlar deneniyor, ve insan oğlunun ömrü bitince tekrar zaman ortadan kalkarak zamansızlığa giriliyor. Yani ezeli olan bir ortamdan gelip, bir zaman dilimi içerisinde insanlar denenip tekrar ebedi bir ortama gidiliyor. Bu kabir azabı, denen bir olay olmuş olsaydı, insanların ilk yaratılışıyla ölen insanın çektiği kabir azabıyla kıyametin kopuş anında ki ölen ve dirilenin kabir azabı farklı olurdu ki, bu da Allah’ın adil sıfatına yakışmazdı . Dünyada Allah’ın göstermiş olduğu , şekilde hayat sürenler ebedi olarak cennete girecekler ve kalacaklar, bunun dışında olanlar da ebedi olarak cehennemde kalacaklardır. Cehenneme gidip de belirli bir miktar yanıp cennete girme olayı yoktur. Onu Hıristiyan ve Yahudiler uydurmuşlardır. 3/24- Bu, onların: “Ateş bize sayılı günler dışında kesinlikle dokunmayacak” demelerindendir. Onların bu iftiraları, dinleri konusunda kendilerini yanılgıya düşürmüştür. 17- Ahiret aleminde kadın ve erkekler diye ayırım olmayacaktır. Orada yeni bir yaratılışla insanlar yaratılacaklardır. 56/35- Gerçek şu ki, Biz onları yeni bir inşa (yaratma) ile inşa edip-yarattık. 56/6262- Andolsun, ilk inşa (yaratma)yı bildiniz; ama öğüt alıp-düşünmeniz gerekmez mi? Dünya hayatı tiyatro sahnesindeki gibi her ırktan her dilden her cinsten fakir ve zengin,ayırt edilmeden hepsinin bulunmuş olduğu konumla ilgili bir sorumluluğu ve görevi vardı. Bu rol denenme artık ölünce bitmiştir. Artık İman eden ve Salih amel işleyenler. Ve inkar edenler ve zulmedenler diye ayrılacaklardır. İnkar eden ve zulmedenler, derece derece yaptıkları zulmün derecesine göre ebedi olarak cehenneme girerek cezalandırılacaklar. Hiç orada kendilerine yardım edecek de bulunmayacaktır. İman edenler ve Salih amel işleyenlerde orada yaptıkları amellerin karşılığına göre değerlendirilecekler. Kadın ve erkek ayırımı yapılmadan orada dünya hayatındaki verilmiş olan göreve bağlı kalışına göre hiç torpil ve şefaat olmadan derece derece ebedi olarak cennette yerlerini alacaklardır. Böylece yıllardır erkeklere neden huriler veriliyor da kadılara bir şey verilmiyor diye sorular artık kapanacak . orada yeni bir yaratılışla yaratılan iman eden ve Salih amel işleyen kadın ve erkeklere ayırım yapılmadan huriler diye anımsanan yeni bir varlık türü eşler verilecek. 55/56- Orada bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş kadınlar vardır ki, bunlardan önce kendilerine ne bir insan, ne bir cin dokunmuştur. 18-Yanlış Anlaşılan ve algılanan anlayışlardan birisi de Kuranın abdestsiz okunamayacağı ile ilgili anlayıştır. Kuranda kuran okumaya başlayacağınız zaman abdest alacaksınız diye bir ayet yok ancak namaz kılmak için abdest alma ile ilgili ayet vardır 5/6- Ey iman edenler, namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın, başlarınızı meshedin ve her iki topuğa kadar ayaklarınızı da (yıkayın.) Eğer cünüpseniz temizlenin (gusül edin); eğer hasta veya yolculukta iseniz ya da biriniz ayak yolundan (hacet yerinden) gelmişse yahut kadınlara dokunmuşsanız da su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir toprakla teyemmüm edin (hafifçe) yüzlerinize ve ellerinize ondan sürün. Allah size güçlük çıkarmak istemez, ama sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimeti tamamlamak ister. Umulur ki şükredersiniz. Asıl yanılınan nokta temiz kelimesinin ne anlama geldiği kurana göre anlaşılamadığından kaynaklanmaktadır. Bakınız kurandan bu konu ile ilgili ayetleri incelemeye çalışalım. 56/77- Elbette bu, bir Kur’an-ı Kerim’dir.56/78- Saklanmış-korunmuş bir Kitap’ta (yazılı)dır.56/79- Ona, temizlenip-arınmış olanlardan başkası dokunamaz. 92/18- Ki o, malını vererek temizlenip-arınır. Eğer temizlenmek kelimesi abdestle olan bir şey olmuş olsaydı, veya abdest almayı sadece temizlenme anlamında kullanmış olsaydı. Mal vereek insan nasıl temizlenirdi. Buradaki kastedilen asıl mana kalplerin temizlenip Allah’a yönelmesidir.Abdest olayı kalbleri Allah’a yönelmiş olanların , Allah’ın emirlerine uymanın bir ibadet kuralıdır. Bakınız bunula ilgili bir ayaet daha nakletmeye çalışalım. 8/11- Hani Kendisi’nden bir güvenlik olarak sizi bir uyuklama bürüyordu. Sizi kendisiyle tertemiz kılmak, sizden şeytanın pisliklerini gidermek, kalplerinizin üstünde (güven ve kararlılık duygusunu) pekiştirmek ve bununla ayaklarınızı (arz üzerinde) sağlamlaştırmak için size gökten su indiriyordu.” Demek ki Temiz kelimesi abdestle temizlenmek değil kalplerin temizlenip şeytanın vesveselerine karşı kişinin kendisini koruma altındaki temizliktir. 19-Çok sorulan sorulardan birisi de Kuranda Namazın tarifi ve vakitleri yok. Bunu nereden öğreneceğiz.? Namaz Kuranda kişilerin yaşadığı hayatın ve dinin adıdır. İki kısımda ele alınır. Birincisi kuranın orta namaz diye bahsettiği Allah’ın tarif ettiği şekildeki, yaşanan hayat namazı, Hayat namazını Kılmayan kişilerin günün belirlenmiş vakitlerindeki kılınması emredilen namazını kılmasının bir anlamı yoktur. İşte tarif edilen kurandaki hayat namazı. 2/177- Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır. İşte Kuran bir kişinin söylediklerinin samimi olup olmadığı, yaşadığı hayatla sorgulanması gerektiğini söylüyor. Eğer Kişi Kendisinin Alaha ve Allah’tan gönderilmiş olan peygamberler ve kitaplara inanıyorsa, bunu hayatıyla buluşturması gerekmektedir. Yani inancını yaşaması gerekmektedir. İşte asr suresinde dikkat çekilen konu da budur 103/1- Asra andolsun;103/2- Gerçekten insan, ziyandadır.103/3- Ancak iman edip salih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka. Allah İman eden ve Salih amel işleyenler için bir yol belirlemiş , o yol Kur’an ın tarif ettiği yoldur. Ölçü odur terazi odur mizn odur. İnsanlar neleri ne kadar yapabilmişse o kurana uygunluk derecesine göre değere tabi tutulur. İşte hayat namazı budur. İkinci olarak kılınan namaz da yaşanan hayatın Allah’a ait olduğunu belirlemek amacıyla Allah’ın insanlardan istediği benim tesbit edebildiğim kadarıyla Peygamber için Altı Diğer Müslümanlar için de beş vakit şekillenmiş olan namaz vardır. Daha önce de bahsettiğim gibi bu şekillenmiş olan namazın Allah Katında hüsnü kabul görmesi için düzgün Allah’ın emir ve yasaklarına uyulan bir hayatın oluşu neticesinde kılınması gerekir. İşte Maun suresinde namazları kabul olunmayacak kişilerin tanımını Şöyle yapmaktadır. 107/1 Dini Yalanlayanı gördün mü.?2-işte yetimi itip kakan3- Yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur.4- Namaz kılanların vay haline,5-Ki Onlar namazlarında yanılgıdadırlar.6- ve ufacık bir yardımı da engellemektedirler.”İşte bu tip insanların Allah katında kılmış oldukları namazlar kabul olmayacaktı Önce Namaz Allah’a Kulluk Yapmayı kabul edenlerin başta peygamberler olmak üzere günün tarif edilen belirli vakitlerinde Allah’a Ait yaşanan Hayatın İnsanın kendi kendisi ile hesaplaşarak . Allah’ Bilgi verilmesidir. Yani Yaşanan hayatın o bölümü ile ilgili diliminde yapmış olduğu yanlışlıklardan dolayı özür dileyerek kendisinin , Allah’tan af ve mavfiret dileyerek, doğru yolda yürüyebilmesi için dua etmesi dir. Dikkat edildiği zaman insanlar , çok yanılgıda, çok aceleci çok unutkandır. Çünkü Onu Doğru Yoldan engelleyen ve devamlı yanlışa götürmenin hesaplarını yapan iblis ve şeytanla imtihan edilmektedir. Önce Kuranda Namazın kaç rekat olduğunu ve namazın kime ve kimin adına kılınması gerektiğini yakalamaya çalıştıktan sonra hangi vakitlerde kılınması gerektiğini bulmaya çalışalım inşallah. ALLH’IN KURAN DA TANIMLADIĞI NAMAZ SAVAŞ ANINDA BİR REKAT NORMAL ZAMANDA DA İKİ REKATTIR. 4/101100- Allah yolunda hicret eden, yeryüzünde barınacak çok yer de bulur, genişlik (ve bolluk) da. Allah’a ve Resûlü’ne hicret etmek üzere evinden çıkan, sonra kendisine ölüm gelen kişinin ecri şüphesiz Allah’a düşmüştür. Allah, bağışlayıcıdır, esirgeyicidir. 4/101- Yeryüzünde adım attığınızda (yolculuğa ya da savaşa çıktığınızda), kafirlerin size bir kötülük yapmalarından korkarsanız, namazı kısaltmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Şüphesiz kafirler, sizin apaçık düşmanlarınızdır. 4/102- İçlerinde olup onlara namazı kıldırdığında, onlardan bir grup, seninle birlikte dursun ve silahlarını (yanlarına) alsın; böylece onlar secde ettiklerinde, arkalarınızda olsunlar. Namazlarını kılmayan diğer grup gelip seninle namaz kılsınlar, onlar da ‘korunma araçlarını’ ve silahlarını alsınlar. Küfredenler, size apansız bir baskın yapabilmek için, sizin silahlarınızdan ve emtianız (erzak ve mühimmatınız)dan ayrılmış olmanızı isterler. Yağmur dolayısıyla bir güçlüğünüz varsa veya hastaysanız, silahlarınızı bırakmanızda size bir sorumluluk yoktur. Korunma tedbirlerinizi alın. Şüphesiz, Allah kafirler için aşağılatıcı bir azap hazırlamıştır. 4/103- Namazı bitirdiğinizde, Allah’ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin. Artık ‘güvenliğe kavuşursanız’ namazı dosdoğru kılın. Çünkü namaz, mü’minler üzerinde vakitleri belirlenmiş bir farzdır.” Şimdi ben burada ki anladığımı ,okuyucularla paylaşmak isterken benim söylediğim doğru deyip dayatmak istemiyorum. Eleştiri mutlaka olacaktır.onları da saygı ile karşıladığımı belirtmek isterim. Allah Kuran da Ayette belirtildiği gibi bir korku ve savaş namazından bahsetmektedir. Kuran bir konuyu işlerken bir hikaye bir masal gibi anlatmamıştır. Daha öncede verdiğim örnekteki gibi dağın içerisindeki madenleri nasıl inceleme ve tahlil yaparak, ayrıştırıp, ayrı ayrı ortaya çıkıyorsa , kurandaki ayetlerin kastettikleri manalarda kuran içerisine serpiştirilmiş vaziyettedir. Onun yorumunu kuranın bütününde aramak lazımdır. Nisa suresinin yüz ikinci ayetinde, Allah resulüne savaş anında kılınan kısaltılmış bir namazın tatbikatını yaptırıyor. Ve nöbetleşe kılınan namazdan bahsediyor. “ Sen içlerinde olup, onlara namazını kıldırdığında, onlardan bir gurup seninle birlikte namaza dursun .Silahlarını (yanlarına) alsın böylece onlar secde ettiklerinde,arkalarınızda olsunlar,” İşte buraya kadar peygamberin önderliğinde bir gurup Müslümanın kılmış oldukları namaz anlatılmıştır. Secde ifadesi de kuranın diğer ayetlerinde söz edilmektedir. Kılınan peygamberin dışındaki Müslümanların namazı bir rekat olmaktadır. Ayete devam edelim, Namazlarını kılmayan diğer gurup seninle birlikte namaz kılsınlar” işte burada ikinci gurubun da kıldığı namaz da bir rekattır. Bu ayetin orijinalinde yok ama birinci gurupta kılınan namazın rekat sayısı ikinci gurupta da verilmeye gerek yoktur. Peygamber iki tane guruba ayrı ayrı birer rekat kıldırmasından dolayı kendisi iki rekat diğer Müslüman cemaatlerde birer rekat kılmış oluyorlar. Bu Hem onlardan peygamberin farklılığını izah ederken hem de bir önderin her konuda önce taşın altına koyan kendisi olmalı ki kendisini takip edenlere o yaşam zor gelmesin. Onunla ilgili bir ayet örneği nakledelim. 17/79- Gecenin bir kısmında kalk, sana aid nafile olarak onunla (Kur’an’la) namaz kıl. Umulur ki Rabbin seni övülmüş bir makama ulaştırır” İşte bu namaz. Diğer Müslümanların kılmak zorunda olmadığı namazdır. Yine namazların rekatları ile ilgili ayeti incelemeye devam edelim. Asıl ayette önemli olan ve verilmek istenen mesaj” onlar da ‘korunma araçla

  3. KUR’ANDA ANLATILAN SAVAŞ VE BARIŞ
    60/8- Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever.
    Önce Din nedir.? İnsanların kabullendikleri ve yaşadıkları hayatın adıdır.
    5/3- Ölü eti, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına kesilen, boğulmuş, vurulmuş, yüksek bir yerden düşmüş, boynuzlanmış yırtıcı hayvan tarafından yenmiş, -(henüz canlıyken yetişip) kestikleriniz hariç,- dikili taşlar üzerine boğazlanan (hayvanlar) ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar fısktır (günahla yoldan sapmadır.) Bugün inkâra sapanlar, sizin dininizden (dininizi yıkmaktan) umut kesmişlerdir. Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçip-beğendim. Kim ‘şiddetli bir açlıkta kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalırsa’ -günaha eğilim göstermeksizin- (bu haram saydıklarımızdan yetecek kadar yiyebilir.) Çünkü Allah bağışlayandır, esirgeyendir.
    DİN: İnsanların yaşamak istedikleri ve yaşadıkları hayat tarzıdır. Ama Kurana Göre din: Allahın Peygamberlerle İnsanların dünya hayatında nerde nasıl davranacaklarına dair gönderdiği Hayat projesinin adıdır. Din Kavramını o zaman iki kısama ayırmak lazım.
    1-İNSANLARIN KENDİ KAFALARINDAN UYDURDUKLARI YAŞAM TARZI VEYA DİN
    2-ALLAH’IN PEYGAMBERLERLE İNSANLAR İÇİN SUNDUĞU DİN YAŞAM TARZI
    Biz Burada insanların kendi kafalarından uydurdukları din ve yaşam biçimlerini anlatmaktan ziyade onlar üzerinde genellemesini bir bilgi vererek, kuranın koyduğu ve öngördüğü yaşam biçimden söz edeceğiz.
    İman edenler için Helal ve haram koyma, kanun koyma, Allahtan başka hiç kimsenin hakkı değildir. Kişilerin kendi aklından çıkarmış oldukları yaşam biçimleri iman eden insanlar için değil, Onlar vahiy dininden uzak toplumlar için geçerlidir. Ve dünya üzeride insanoğlunun var oluşuyla beraber, genellemesi bile sayılamayacak kadar din ve yaşam biçimleri ortaya çıkmıştır. Bu Konulan kanunlar kurallar insanları disiplin altına Almak ve kendilerine göre birliği sağlamak içindir. Ama yine de kendi içlerinde parça parçadırlar. Bunlardan bir kaçını sayacak olursak. Kominizim, kapitalizm, sosyalsizim, oligarşi kırallık, Budizm, hinduizm, vs. Bu din çeşitleri her çağda değişerek günümüze kadar gelmiş dinlerin ve yaşam biçimlerinin, en olgunlaşmış şeklini de demokrasi Almıştır.
    İşte Kuran Dünya hayatında insanlara Aklını Takvasını fıskını vererek sonucuna Kendisinin katlanması koşuluyla istediği din ve yaşam biçimini seçmesini özgür iradesine sunmuştur.
    76/3- Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.
    İşte Dünya hayatını insanların deneme salonu yaparak, âdemoğlu şemsiyesi altındaki insanlara değişik roller vererek imtihana tabi utmuştur.
    67/2- O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır. Dünya hayatı, bir imtihan ve deneme salonu ise, işlenmiş olan suçların cezası , dünya hayatında değil,Ahiret alemine ertelenmektedir.
    18/58- Senin Rabbin rahmet sahibi (ve) bağışlayıcıdır. Eğer, kazandıklarından dolayı onları (azapla) yakalasaydı, şüphesiz onlara azabı (bir an önce) çabuklaştırırdı. Hayır, onlar için bir buluşma zamanı vardır, onun dışında asla başka bir sığınak bulamayacaklardır. Ama Allah dünya hayatında evrene koymuş olduğu yasalara uygun olarak hareket etmeyenleri, evrene koyduğu yasalarla,veya insanların koyduğu kuralları çiğneyip zulmedenleri insanlar elleriyle cezalandırmaktadır.
    22/40- Onlar, yalnızca; “Rabbimiz Allah’tır” demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah’ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah’ın isminin çokça anıldığı mescitler”, muhakkak yıkılır giderdi. Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, Aziz olandır.
    Şimdi bu ayetler ve açıklamalardan sonra Allahın insanlar için seçmiş olduğu din neymiş onu anlamaya çalışalım.” Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçip-beğendim. “
    Allaha Kulluk için yaratıldığının şuurunda olanlar. Dünya hayatında, kendi -lerinin istediği gibi yaşanan bir hayat değil, onların yaşam biçimlerini yerleri ve gökleri yaratan Allah’ın koyduğu sınırlar içerisinde Düzenlemek zorundadırlar. Her müslümanım diyenler, temel olarak önce kimseye zulüm yapmamak. Ve gücü yeterse de kimsenin yapmış olduğu zulme rıza göstermemekle sorumludur.
    60/8- Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever.” İnsanlara Allah kendi yükümlülüğünü kendilerine vermişse sonucuna da iyi veya kötü kendisi katlanacaksa kişilerin dini ancak kendilerini ilgilendirir. Bir Kişi kendisi istemedikçe bütün dünyadaki insanlar bir araya gelseler bir insanı ne saptırabilirler ne de hidayete getirebilirler. Ne peygamberler, ne annesi babası ne de yakınları onun yola gidiş tarzını dinini engelleyemezler. Nuh Peygamberin oğlunu ve karısını yola getirememesi, lut peygamberin karısını yola getirememesi firavunun da karısını doğru yoldan engelleyememesi bu anlattıklarımızın bir kanıtıdır.
    Allah insanları yarattığı halde onları özgür iradesiyle baş başa bırakmışsa başkalarının onların din seçiminde bir birlerine müdahil olmaları hakları değildir. İşte Allah insanların dinlerini kendi dinlerine döndürmek için savaşmayı bir zulüm görmektedir. İnsanların kendi dinlerini kendi özgür iradeleriyle yaşamaları en doğal haklarıdır. Ama Vahiy toplumundan uzak olanlar, Başkalarının özgür iradeleriyle yaşadıkları hayata müdahale ederek, Zulüm yapmaktadırlar. İşte Allah müslüman olanlar, iktidar sahibi olurlarsa başka dinden olanlar başka dinden olanların dinini ortadan kaldırmak için saldırdıklarında o zulmedenlerin zulmünü ortadan kaldırarak herkesin dinini kendilerine vermekle görevlidir.
    2/217- Sana haram olan ayı, onda savaşmayı sorarlar. De ki: “Onda savaşmak büyük (bir günahtır). Ancak Allah Katında, Allah’ın yolundan alıkoymak, onu inkâr etmek, Mescid-i Haram’a engel olmak ve halkını oradan çıkarmak daha büyük (bir günahtır). Fitne, katilden beterdir. Eğer güç yetirirlerse, sizi dininizden geri çevirinceye kadar sizinle savaşmayı sürdürürler; sizden kim dininden geri döner ve kâfir olarak ölürse, artık onların bütün işledikleri (amelleri) dünyada da, ahi rette de boşa çıkmıştır.ve onlar ateşin halkıdır, onda süresiz kalacaklardır.
    Allah hiçbir zaman din konusunda savaşmayı emretmemiştir. Ama ayette de dikkatinizi çektiği gibi savaşmak haramdır. Allah savaşı kesin olarak yasaklamaktadır. Ama senin dinini ortadan kaldırmak senin inancını özgür iradenle yaşatmamak için sana savaş açanlara karşı da savaşmayı farz kılmaktadır. Çünkü” Eğer güç yetirirlerse, sizi dininizden geri çevirinceye kadar sizinle savaşmayı sürdürürler; “ Eğer dinden dönerse de Adı kâfir olmaktadır. Kâfir olarak ölenlerin yeri de Ahiret âlemindeki yeri, ebedi cehennemdir.3/ 176- Küfürde ‘büyük çaba harcayanlar’ seni üzmesin. Çünkü onlar, Allah’a hiçbir şeyle zarar veremezler. Allah, onları ahi rette pay sahibi kılmamayı ister. Onlar için büyük bir azap vardır. İşte müslüman olanlar ya bu dini yaşayacaklar ya bu dini yaşayacaklar onlar için başka bir alternatif yoktur.
    Müslüman olanlar sadece kendilerini kurtarmak için bu gayreti çabayı göstermiyorlar. Onlar kendilerini ayakta tutabilecek güce eriştiği zaman, ister müslümanım diyen mustazaflar olsun isterse de başka dinlere muhatap olan mustazaflar olsun, Onların da zulüm ve işkenceden kurtarmak için. Savaşması gerekmektedir.
    4/ 75- Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla” diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?
    Allah ben müslümanım diyenleri eğitip yetiştirmeyi istiyor. ki onların hiçbir zaman gevşeklik yapıp şeytanın peşine takılmasını istemiyor. Güçlü Bir İrade Güçlü bir iman güçlü bir sabır isteyerek onları hantallıktan kurtararak devamlı disiplin altına sokarak doğru bir çizgide yürümesini istiyor. Ve Müslüman olanların hayatta ki yüzlerini ve yaşam biçimlerini tanımlıyor.
    2/177- Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahirleştiklerinde ahitlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve muttaki olanlar da bunlardır.
    Kuran Bir taraftan günlük Hayatta insanları beş vakit kendisiyle toplantıya konuşmaya davet ederken, Allah kendi ulûhiyetliğini, korumak istiyor. bir taraftan kazanılan mallardan infak ve zekatlarını ne kadar çok sevmelerine rağmen onu yakınlara yoksulara yolda kalmışlara isteyip dilenenlere vermeyi infak etmeyi istemektedir. İşte insanların arınmasını sağlayan bu davranışlardır. Günümüz toplumlarına baktığımız zaman, bir ihtiyaçlı gelse en müslümanım diyen onun ihtiyacını karşılamaktan kaçınmaktadır. Çünkü şeytan onu fakirlikle korkutmaktadır. Bu sebeple iman inanç sadece sözde kalmış. İşte toplumun helaki budur. Bir arabasının modelini yükseltecek, serasının yanına bir sera daha ekleyecek evinin üzerine bir kat daha çıkarak dünya saadetini süsleme peşindeyken mal hamalı olarak Ahiret âlemine yaşamın gayesi saptırılmış olarak gidecektir. Allah insanlardan borç isterken ihtiyaçlı olanlar için istemektedir. Seni Ve kâinatı yoktan var eden Allah ne yapacak senin kazancını işte Allah senin imtihanın için senden ihtiyaç sahiplerine vermeni istemektedir. Ama maalesef insanlar Allahın bu isteğine karşı duyarsız kalmaktadırlar. Allah da onları hidayete erdirir mi? asla. Erdirmez, çünkü sevdiğin mallardan kat kat artırmak koşulu ile borç istemişti de sen yerine getirmemiştin.

    2/245- Allah’a karşılığını çok artırma ile kat kat artıracağı güzel bir borcu verecek olan kimdir? Allah, daraltır ve genişletir ve siz O’na döndürüleceksiniz.
    İnsanlar, inansın veya inanmasın onun dini kendinin olsun. insanlara din konusunda zulmetmediği sürece onlara da ihtiyaçlarını karşılamayı iman edenlere bir görev olarak vermiştir.
    9/60- Sadakalar, -Allah’tan bir farz olarak- yalnızca fakirler, düşkünler, (zekat) işinde görevli olanlar, kalpleri ısındırılacaklar, köleler, borçlular, Allah yolunda (olanlar) ve yolda kalmış(lar) içindir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Bu Ayette yanlış anlaşılan ve algılanan olay şudur. Sanki iman etmeyenlerin iman etmesine bir torpil olsun diye sadaka vermeyi anlayanlar var. O olay asla öyle değil, inansın veya inanmasın bu sadaka verme ihtiyaç sahiplerine verilmesi gereken bir haktır.
    Otorite Haline gelmiş olan islam toplumlarında, Asıl otoriteyi oluşturan canları ve mallarını feda eden ve etmeye hazır olan Müslümanların iktidarıdır. Orada söz sahibi onlardır. Ama buna rağmen o toplumda birde o otoriteyi kabul ettikleri halde kendi dinlerinde kalmak isteyen iki tip gayrı Müslimler bulunmaktadır. Kuran bunları ayrıştırırken Anlaşmalı olanlar ve anlaşmalı olmayanlar diye ayırmaktadır.
    ANLAŞMALI OLANLARA KARŞI KURANDA EMREDİLEN DAVRANIŞ BİÇİMLERİ
    9/7- Mescid-i Haram yanında kendileriyle anlaştıklarınız dışında, müşriklerin Allah Katında ve Resulünün katında nasıl bir ahdi olabilir? Şu halde o (anlaşmalı olanlar), size karşı (doğru) bir tutum takındıkça, siz de onlara karşı doğru bir tutum takının. Şüphesiz Allah, muttaki olanları sever.
    İnsanları incelediğiniz zaman, İnanmayanların inananlara karşı şiddetli düşmanlığı olanlar olduğu gibi, onların dinlerine karışmayanlar da bulunmaktadır. Tarihi Bir rivayet ama Peygamber efendimizin amcalarından ebu talip iman etmediği halde yakın akrabalık bağından dolayı yeğenini gözleyip korudu. Ama ebu cehil de amcası olduğu halde. Yeğenini kendi dininden olmadığı için ölümü için ferman hazırladı. Bunların ikisi de kâfir ama davranış biçimlerinde farklılık var. Toplum içerisinde de öyle değil mi? Kâfir olanlardan bazıları iman etmediği halde iman edenlerin dinine karışmıyor. Onların dini bana ne diyor. Bazıları da Allah ve peygamberine iman edip yaşayanları kendi dininden uzaklaştırıp, onları inkâra zorluyorlar. Ve onlarla birbirleriyle çeteleşip yerlerinden yurtlarından kovmaya çalışıyorlar. İşte Allah Müslümanların güç haline gelmiş olan iktidar sahiplerine bunlarla mücadele vermelerini istemektedir.
    2/191- Onları, bulduğunuz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, öldürmekten beterdir. Onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın. Kâfirlerin cezası işte böyledir. Dikkatinizi çekmek istiyorum.” size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın. Kâfirlerin cezası işte böyledir.” Ayette kesinlikle seni yurdundan dininde kovmak için sana saldırmadıkça onlarla savaşmayı yasaklamaktadır. Ne zaman seni yurdundan yerinden sana ait hakları gasp ederek seni öldürmeye karşı teşebbüs ederlerse elbette sen de onlara karşı savaşacak güç varsa seni de karşılarına çıkarmak istemektedir. Ama Kuranın Yirmi üç yıllık döneminin büyük bir çoğunluğu Mekke de kâfir bir toplumun içerisinde geçti. Bir taraftan iman eden ve imanını pratik hayata yansıtmaya çalışan müslümanlar, kâfirler tarafından sadece kendi dinlerini yaşadıkları halde onlara eziyet ediyorlardı Ama o zalimlerin, Eziyetlerine karşı güçleri yetmeyen Müslümanların sabırdan başka yapacak bir şeyleri de yoktu. İnsan karşısındaki, gücü normal şartlarda yenebilecekse veya onlara karşı cevap verebilecek güçleri varsa savaşırlar yoksa. Bile bile ölmek istemezler.
    Kuran iman etmeyen kâfirler için davranış biçimlerini sıralarken, Mutlaka bir hikmet olduğu bilinmelidir. Herkesin dini kendine ait, sana senini dinini ortadan kaldırmak için savaş açmayanlara karşı güzel davranmayı, Allah tarafından bir emirle bildirilmiştir. Çünkü Dünya hayatında insanların yaşamalarını kolaylaştıran ve savaşta kullanmaları gereken bir takım caydırıcı savaş araçlarını yakalayamamış olabilirler. İşte kâfirler de bunu kendilerinde bulundurmuşsa onlarla diyalogu kesilmiş olan müslümanlar o ihtiyaçlarını nereden giderecek? İşte Kuranda Anlatılan Süleyman peygamberin cinleri kendi ordusunun yapamadığı bazı savaş araçlarını cinleri çalıştırarak onlardan karşılıyordu. Veya fatih. Kendi ülkesinde top döken ustayı bulamayınca bu ihtiyacını Macar toplumundan karşılaması verdiğimiz örnekler anlayışımızı doğrulamaktadır. Bakınız. Sana karşı savaş açmayanlara davranış şekli kuranda şöyle sıralanmaktadır.
    9/ 1- (Bu,) Müşriklerden kendileriyle antlaşma imzaladıklarınıza Allah’tan ve Resulü’nden kesin bir uyarıdır.
    2- Bundan böyle yeryüzünde (size tanınmış bir süre olarak) dört ay dolaşın. Ve bilin ki Allah’ı aciz bırakacak değilsiniz. Gerçekten Allah, inkar edenleri hor ve aşağılık kılıcıdır.
    3- Ve büyük Hacca (Hacca-ı Ekber) günü, Allah’tan ve Resulü’nden insanlara bir duyuru: Kesin olarak Allah, müşriklerden uzaktır, O’nun Resulü de… Eğer tövbe ederseniz bu sizin için daha hayırlıdır; yok eğer yüz çevirirseniz, bilin ki Allah’ı elbette aciz bırakacak değilsiniz. İnkâr edenleri acı bir azapla müjdele.
    4- Ancak müşriklerden kendileriyle antlaşma imzaladıklarınızdan (antlaşmadan) bir şeyi eksiltmeyenler ve size karşı hiç kimseye yardım etmeyenler başka; artık antlaşmalarını, süresi bitene kadar tamamlayın. Şüphesiz, Allah muttaki olanları sever.
    Mekke toplumunda temelleri atılan tevhit tohumları medine de yeşererek. Artık meyvesini vermiş Müslümanların, on üç on beş yıl çekmiş oldukları, zulüm sona ermiş ve arkasından söz sahibi iktidar sahibi müslümanlar olmuşlardır. Artık insanlara yapılan zulümlerin yerini adalet almış, İnsanların zayıf ve ihtiyaç sahiplerine infak, zekât, mazlum olanların üzerinden zalimlerin zulümleri kaldırılmış, Kölelerin boyunları çözülmüş devlet sosyalleşerek zekât cizye haraç verme imkânları olup da vermeyenlere karşı, savaş açarak zorla alınıp ihtiyaç sahiplerine dağıtmıştır.
    9/60- Sadakalar, -Allah’tan bir farz olarak- yalnızca fakirler, düşkünler, (zekat) işinde görevli olanlar, kalpleri ısındırılacaklar, köleler, borçlular, Allah yolunda (olanlar) ve yolda kalmış(lar) içindir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
    İnfak olayı ile zekât olayı biri birinden tamamen farklıdır. İnfak kişilerin özgür iradesiyle iman edenlerin ihtiyaç sahiplerine kendi gönüllerinden koptuğu kadar yapmış oldukları bağışın adıdır. Bu Onların bu konudaki davranışı Allah ile kendisi arasında olan bir olgudur. denemenin asıl nüvesini oluşturan bir haldir. Zekât ise İslam otoritesinin kişilerin mali durumuna göre, belirlediği ve vermekle mükellef olduğu verginin adıdır. İşte İslam toplumu içerisinden hiç birini ayırt etmeden, devlet ister inansın isterse iman etmesin onları Allahın kendilerine vermiş olduğu mallardan yararlandırmak zorundadır. İşte İslam: Zulmedenin zulmünü, fuhuşu yaygınlaştıran kimselerin fuhuşunu, ortadan kaldırmak, Adaletsizlik yapanların adaletsizliğini gidermek için savaşır. Bütün İnsanların gönüllerinde yatan ve kalpleri marazlanmamış beyinleri kirlenmemiş olanların şiddetle arzuladıkları şey, Savaş olmasın, insanların kanları dökülmesin mazlum olanların üzerlerinden zulüm kalksın, Allah’ın insanlara Adalet dağıtsınlar diye Farklı şekillerde, kimilerine malı yayarak kimilerinden de kısarak verdiği malları Adalet ölçüsü içerisinde kendi aralarında paylaşmaları için vermiştir. İşte Allahın vermiş olduğu bu mallar adalet ölçüleri içerisinde, insanlar arasında dolaşsın insanlar adaleti kendi aralarında uygulasın diye emretmiştir. Herkes gücü nispetinde çalışarak kendi yükünü götüremeyenlere diğerleri yardım etsin 16/71- Allah rızıkta kiminizi kiminize üstün kıldı; üstün kılınanlar, rızklarını ellerinin altında bulunanlara onda eşit olacak şekilde çevirip-verici değildirler. Şimdi Allah’ın nimetini inkâr mı ediyorlar? Allah İnsanlardan
    60/12- Ey Peygamber, mü’min kadınlar, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleri ve ayakları arasında bir iftira düzüp-uydurmamak (gayri meşru olan bir çocuğu kocalarına dayandırmamak), ma’ruf (iyi, güzel ve yararlı bir iş) konusunda isyan etmemek üzere, sana biat etmek amacıyla geldikleri zaman, onların biatlarını kabul et ve onlar için Allah’tan mağfiret iste. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.
    2/85- Sonra (yine) siz, birbirinizi öldürüyor, bir bölümünüzü yurtlarından sürüp-çıkarıyor ve günah ve düşmanlıkla aleyhlerinde ittifaklar kuruyor ve size esir olarak geldiklerinde onlarla fidyeleşiyordunuz. Oysa onları çıkarmanız, size haram kılınmıştı. Yoksa siz, kitabın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz? Artık sizden böyle yapanların dünya hayatındaki cezası aşağılık olmaktan başka değildir; kıyamet gününde de azabın en şiddetli olanına uğratılacaklardır. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.
    Bu Ayetler ışığında İnsanların Hangi şeyleri yapıp hangi şeylerden kaçınması gerektiğini sıralamaya çalışalım
    1-Kadın Ve erkek her kim olursa olsun Allaha, Hiçbir şeyi ortak koşmayacak.
    2-Hırsızlık Yapmayacak.
    3-Hiçbir kimse haklı bir nedene dayanmaksızın adam öldürmeyecek
    4- Bir insan suç işlemediği halde veya suçu kendisi işlediği halde, sorumluluğu başkasına yükleyerek iftira etmeyecek.
    5-Hiç kimseyi herhangi bir menfaat uğruna yerinden yurdundan Kovmayacak.
    6- Güzel davranışların ortaya konulmasında karşı çıkıp isyan etmemek.
    Daha örnekleri çoğaltabiliriz. Bu Ölçüler içerisinde hareket etmeyenlerin, Artık onları disiplin altına alınarak, zulüm yapmaları engellenmiştir.
    Hak ile batıl biri birinden ayrılmış Müslüman olanlar bir peygamber veya devlet başkanının uhdesinde toplanarak, tek vücut haline gelmişlerdir. Onlardan birisinin acısı, bir vücuttaki herhangi bir organın acısının vücudun her tarafını acıttığı gibi, toplumun tümünü acıtarak onları o kişinin arazını gidermeye davet edilmemektedirler.
    9/128- Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz O’nun gücüne giden, size pek düşkün, mü’minlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir.
    İman endeler bir birlerinin velileridir.onlar hicret ettikleri halde , hicret etmeyen diğer müminlere karşı velayetleri yoktur.
    6/72- Gerçek şu ki, iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler ile (hicret edenleri) barındıranlar ve yardım edenler, işte birbirlerinin velisi olanlar bunlardır. İman edip hicret etmeyenler, onlar hicret edinceye kadar, sizin onlara hiçbir şeyle velayetiniz yoktur. Ama din konusunda sizden yardım isterlerse, yardım üzerinizde bir yükümlülüktür. Ancak, sizlerle onlar arasında anlaşma bulunan bir topluluğun aleyhinde değil. Allah, yaptıklarınızı görendir.
    Sonuç olarak diyebiliriz ki: Kuran İnsanların hiçbir zaman bir birlerinin haklarını ihlal etmeden, dünya hayatında kendi dinlerini özgür iradeleriyle yaşatmayı amaçlamaktadır. Allah insanların dünyadaki yaşam biçimlerine özel bir müdahalede bulunmuyor. Ancak Göndermiş olduğu peygamberler etrafında güç ve kuvvet olmuş müslümanlar iktidar sahibi olduklarında, Başka dinlerde olanlar başka dinlerde olanlara, kendi dinlerine döndürmek için zulmettikleri zaman, onların zulümlerini ortadan kaldırmak için savaşmayı emreder. Müslümanım diyenler terörist değil terörist olanların karşısında anti teröristtir. Barış için savaşırlar. Savaşı ortadan kaldırmak için savaşırlar, yoksulluğa karşı, zulme karşı fuhşa karşı savaşırlar.

  4. MELEK ,İBLİS ŞEYTAN
    Kuranda geçen kelimelerin ne anlama geldiği anlaşılamazsa, Onunla ilgili ayetler ve konular da anlaşılmaz. Önce Yılarca kuranda geçen kelimelerin ne anlama geldiği, kuranın dışındaki yerlerde aranmış, ve bulunamayınca da yanlış din ve yanlış yaşam ortaya çıkmıştır. Önce kelimeleri kuranda arayarak ne anlama geldiğini doğru bir şekilde anlayabilirsek, artık onları anlamak kolaylaşacaktır. Kuranda, Ali Bulaç beyin tercümesine baktığımız zaman, 93 Yerde melek, 84 yerde şeytan,12 yerde de iblis kelimesi geçmektedir. Şunu iyi bilmek gerekir ki Kuranda geçen hiç bir kelime hiç bir kelimenin yerine kullanılmamıştır. Bir kelime başka cümleler içinde başka şeyleri ifade etmek için kullanılmış ama kesinlikle aynı kelime başka kelimenin yerine kullanılmamıştır. Şeytan ile iblis kelimesinin ne anlama geldiğini ve aralarında fark olup olmadığını sorduğum zaman bunları tanımlayan bir tanesine rastlayamadım.
    Şimdi genel olarak, melek, iblis, şeytan ve bununla ilgili âdem, eşi takva cennet cehennem kelimeleri mutlaka geçecektir. bir bütünlük içerisinde işleyerek onların ne anlama geldiğini kurandan anlayarak ispatlamaya çalışalım.

    2/30- Hani Rabbin meleklere: “Muhakkak Ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim” demişti. Onlar da: “Biz Seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?” dediler. (Allah:) “Şüphesiz sizin bilmediğinizi Ben bilirim” dedi.
    Bu Ayet üzerinde derin detaylı bir şekilde düşündüğümüz zaman, Kainatta İki Ana çatıyı oluşturan varlık olduğu anlaşılıyor. Birisi kâinata hâkim olan ve halife adıyla kâinattaki bütün varlıklara hükmedebilen, secde edilmeye layık görülen Âdemoğludur. Diğer yaratılan varlıklar ise İnsanın fiziki yapısı iblis de dâhil olmak üzere Allahın insanların dışında yaratılmış olan bütün varlıklarındır yani meleklerdir.
    76/1- Gerçek şu ki, insanın üzerinden, daha kendisi anılmaya değer bir şey değilken, uzun zamanlardan (dehr) bir süre (hin) gelip-geçti.
    11/7- O’nun arşı su üzerinde iken amel bakımından hanginizin daha iyi olduğunu denemek için gökleri ve yeri altı günde yaratan O’dur. Andolsun onlara: “Gerçekten siz, ölümden sonra yine diriltileceksiniz” dersen, inkâr edenler mutlaka: “Bu, açıkça bir büyüden başkası değildir” derler.
    Allah kâinatı, bu günkü bilim adamlarının anlattıklarına göre yaratılalıdan bu yana on beş milyar yıl geçtiği tahmin edilmektedir. İşte Allah kâinatta insanoğlunun Yaşayabileceği ortamı hazırlayarak ve kâinatta yaratılmış olan bütün varlıkları insanoğlunun hizmetine sunarak onları denemeye tabi tutmak için emrine amade kılmaktadır. Yani Kâinatta yaratılmış olan bütün varlıkları insanoğlu için yarattığını söylüyor.
    45/13- Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.
    Allah insanları yaratmadan önce insanoğlunun yaşayabileceği ortamı hazırlayarak, Yerleri Gökleri hayvanları bitkileri suyu yaratarak insanoğlunun emrine amade kılmıştır. Dilediği gibi özgür olarak düşünme ve yaşama hakkı ona aittir. Ama İnsanları ve insanların emrine amade kıldığı bütün varlıkları da yaratan bir varlık olduğunu düşünmesi için onu diğer varlıklardan ayırarak, farklılık vererek, kendisini tanımasını ona yaratılmış olan varlıkların hiç birisini ortak etmemesini isteyerek denemeye tabi tutmuştur. İşte kuranda lisanı haliyle konuşturduğu varlıkları bize tanıtarak, işaretler vermektedir.
    2/31- Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: “Eğer doğru sözlüyseniz, bunları Bana isimleriyle haber verin” dedi. Daha önce de söylediğimiz gibi kuran, olayları sanatsal bir anlatım tarzıyla anlatmıştır. İsimleri âdeme öğrettik ifadesiyle insanoğlunun var oluşuyla başlayan teknolojik başlangıcı, insanoğlunun ömrünün bitişine kadar, devam edecek olan bilgi öğretilmesini bir çırpıda anlatarak geçmişi anı ve geleceği aynı anda kullanma sanatı yaparak tanımlamaktadır. Bir taraftan kuran böyle bir ifade kullanarak, Meleklerle âdemin farklılığını aralayarak. Bir taraftan da her ikisinin tanımını yapıp , onların ne anlama geldiğini insanlara öğretmektedir.
    2/32- Dediler ki: “Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.”
    Âdem kelimesi ile melek kelimesini biri birinden ayırarak, İsimlerin hepsinin öğretildiği bir varlık olarak tanımlanan varlığın Akıl Ve iradesiyle meleklerden ayrıldığını meleklerin bildiklerinin sınırlı olduğunu ama ademin bilgisini geneli kaplayarak hepsi ile ilgili bilgi verildiği, anlatılmaktadır. Meleklerin tanımını lisanı haliyle tanımlarken,” Dediler ki: “Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. “ Ama insanoğlu hem melekler hem de kendisi için araştırdıkça inceledikçe Allah bilmediğini insanlara öğretmektedir. İnsanoğlu bir taraftan kâinattaki varlıkları inceleyerek, onlar arasındaki ayrılıkları ve beraberlikleri tahlil ederek karmaşık olan bilgileri çözerek kendisine, bulunmuş olduğu malzemelerle yeni yeni buluşlar yaparak hayatı kolaylaştırmaktadırlar. Melekler ise hepsine ait kendilerine özgü bir bilgileri olduğunu onlarda akıl olmadığını bu sebeple de imtihan da olmadığını izah ederek. İnsanoğluna yaratılmış alan bütün varlıkları incelediklerinde onlardan kendilerine ait bilgi alabileceklerini ima ederek onlardan insanlara yol öğretmeyi de anlatmak istemiştir.
    5/ 31- Derken, Allah, ona, yeri eşeleyerek kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini gösteren bir karga gönderdi. “Bana yazıklar olsun” dedi. “Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten aciz miyim?” Artık o, pişman olmuştu.
    Asıl burada anlatılmak istenen karganın nasıl leşi gömmeyi öğretmesinden ziyade, yaratılmış olan insanoğlunun emrine verdiği yaratıklardan yararlanmaya onların bilgilerinden istifade etmeyi anlatmaktadır. Her varlık Allah tarafından kendilerine özgü bir takım yanılgıya düşürmeyecek derecede bilgi donanımıyla yükleyerek insanların kendilerine yönelmesi ile bu bilgileri cimrilik yapmadan onlara vermektedirler. İşte meleklerin kendilerine ait bildikleri bilgiler budur, Bir portakal ağacının kendine has bilgi donanımıyla insanlara bir portakal meyvesi sunması, bir domates fidesinin kendi bilgi donanımıyla kendilerine has tad gıda ve özellikleriyle insana domates sunması veya bir kalbin kendine has bilgi donanımı ile insanlara hem bilgi vermesi hem de kedilerine has bilgilerle insanı hayrete düşüren çalışmalarıyla kendine ait görevleri yapıp durmaktadırlar.
    2/ 33- (Allah:) “Ey Adem, bunları onlara isimleriyle haber ver” dedi. O, bunları onlara isimleriyle haber verince de dedi ki: “Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten Ben bilirim, gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da Ben bilirim.”
    İşte Allah Âdemoğluna akıl vererek onları diğer yaratıklardan ayırıp, hem kendisine ait bilgileri sorgulayıp bilgi edinmekte hem de kendisi dışındaki varlıkları deneme yanılma metotlarıyla düşünerek sorgulayarak onlar arasında bilgi ağını kurarak yeni yeni bilgiler edinmektedirler. Bir Domates hakkında bilgi, yaratılmış olan insanın dışındaki varlıklardan, kendisi dışında hiçbir varlığın haberi yoktur. Domates karpuzdan karpuz da domatesten habersiz olarak kendilerine ait bilgilerle insanoğluna secde etmektedirler. Ama insan kâinattaki yaratılmış olan bütün varlıklardan bilgi edinerek eşyanın esrarını çözmeye aday olarak, bir kar topağının yuvarlandıkça büyüyüşü gibi büyüyüp durmaktadır.
    İşte Ademin isimleriyle haber vermesi Allahın insanlara vermiş olduğu akıl ve iradesiyle esrarı çözerek gün yüzüne çıkarmıştır. İnsan ilk yaratılışta bilgisi sıfır idi. işte onun bilgisi sorup sorguladıkça genişlemektedir. Tarihin bu güne kadar aktarmış olduğu belgeler insanoğlunun gün geçtikçe bilgi ve teknolojide ilerleyerek, her anın bir önceki ana göre daha ilerde olduğu bir gerçektir. Zamanımızdan yirmi yıl, elli yıl ve daha geriye doğru gittikçe ne kadar ilerleme kaydedildiği bir gerçektir. Yazının bile zamanımızdan beş bin yıl kadar önce icat edildiği halde daha önceleri yazının kullanılmadığı insanoğlunun ilerleme kaydettiğine örnek teşkil etmektedir. Daha önce yaşayan insanların binek olarak kullandıkları sadece doğada hazır olan at eşek deve fil gibi hayvanlar varken, şimdi cansız varlıkların konuşturularak insanların hizmetine sunulması bir ilerlemenin mesafe kat etmenin işaretlerindendir. Ama insanoğlunun dışındaki varlıklarda böyle bir ilerleme de yok olduğu onların yaratılışla beraber ne ile görevlendirilmişse o görev dışında görev yapamadan bekleyip durmaktadırlar. Arının bal yapması tavuğun yumurta üretmesi maymunların kendilerine ait bilgiler dışında yaratılışlarıyla görevlendirildiklerinin dışında bir ilerleme yapamadıkları bir gerçektir. İşte insanoğlu diğer yaratıklarda bu farklılığı ile ayrılarak. Halife konumuna yükselmişlerdir.
    2/34- Ve meleklere: “Âdem’e secde edin” dedik. İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kâfirlerden oldu.
    Meleklerle insanoğlunun farklılıklarını Allah lisanı haliyle konuşturup anlattıktan sonra meleklerin yaratılışının âdemin yaratılışına göre daha basit yaratıldığını izah ederek. Meleklerin âdemin vermiş olduğu emirler karşısında boyun eğmesi gerektiğini izah ettikten sonra. Kâinatta yaratılmış olan bütün varlıkların âdem ne isterse onlara kucak açmaları gerektiğini onlar ister Müslüman isterse Müslüman olmasın dünya hayatında onların emirleri karşısında boyun eğmeleri gerektiğini anlattıktan sonra. Hepsi istisnasız âdeme secde ettikleri bildirmektedir. Şimdiye kadar hikâyelerde ve masallarda anlatılan şeytan ve iblis kavramı kuranda anlatıldığı gibi olmadığı meleklerin iblis veya şeytan hocası değil, fakat sadece iblis kavramını melek kelimesinden ayırmadan, sadece görev farklılığı bakımından diğerlerinden farklılaşarak insanı mucura kaptırmakla sadece teklif sunma görevi ile, diğer meleklerden ayrılmıştır. Yani görevi insana teklif sunmak, ama diğer meleklerde kötülüğe gitmek için teklif sunma değil sadece kötülüğe ve iyiliğe giden insanın emrine amade olmak la iblis ten ayrılmaktadır. Öyleyse İblis meleklerin hocası değil insanda, başka bir boyutla insanların emrindendir. Yani insanları yoldan çıkarmakla görevli bir melektir.
    2/35- Ve dedik ki: “Ey Âdem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.”
    İnsanlar yaratılış olarak daha öncede bahsettiğim gibi, Bütün kâinattaki varlıkların Halifesi olmakla onlardan ayrılırken, bir de kendisini denemeye tabi tutan yerleri ve gökleri yaratan Allah’ı tanımak ve ona kulluk etmekle sorumlu bir varlıktır. Kâinat içerisindeki bütün var olan her şeyi onun emrine boyun eğdirirken, insanın da boyun eğeceği bir varlığı bulup ona teslim olması onun adına yaşaması hayatının kurallarını onun koyduğu kurallar içerisine uydurulması, istemektedir.
    Bilindiği gibi insan diğer yaratıklardan düşünme akletme ve yaptığı her işi sorup sorgulayıp, bir disiplin içerisinde kendisini nefsin azgın isteklerine boyun eğmeden, Allah’a kulluk ve ibadet yapmakla sorumlu bir varlıktır.
    Ayette ifade edilen” Ve dedik ki: “Ey Âdem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz” Bu ifade insanın yaşam hayatının nerde neler yapması, nerde neler yapmaması gerektiğini sınırlamakta ve onlara bir sorumluluk yüklemektedir. İnsan bilindiği gibi diğer yaratıklardan biri de, iyiye ve kötüye gide bilme eğilimiyle ayrılmaktadırlar. İşte Burada kötüye gidebilecek ve iyiye gidebilecek her iki dürtünün insana verildiğini Ve kötülüklerden gelen teklifi dinlememelerini ama iyiliklerden gelen teklifleri de yapmalarını istemektedir. İnsan her iki yöne de eğilimli olarak yaratılmış bir varlık olmakla nötr bir varlık konumuna gelmektedir. Bir başka deyişle değişik yollara gidebilmenin ve insan sıfatlarını oluşturacak malzemenin ham maddesini oluşturmaktadır. Kuranın bu Anlattıklarına psikoloji ilmide katılmaktadır. Kuran insandaki iki yöne gidebilme eğilimini takva ve fısk ve fücurla açıklarken.91/ 8- Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (Andolsun). İnsanın nasıl, kendisini arındıramadığı zaman nefsin azgın tutkularına kendisini kaptırdığı zaman başına birçok felaketler geliyorsa. Kendisini arındırmış olan insanlar da tamamen bunun zıttı olan iyilikler karşılığını almaktadır. Kuran bunu böyle açıklarken psikoloji ilmi de içimizdeki çocuk ve baba veya alt ben üst ben kavramlarıyla açıklamıştır. İşte İnsanlara Allahın, vermiş olduğu büyük mucizelerden birisidir. Kuranda geçen ,”Şu ağaca yaklaşmayın” İfadesini kullanırken bazı müfessirlerin söylediği gibi elma buğday ağacı değil, Allahın yasaklamış olduğu pis ve murdar olan bütün yiyecekler ve haramlardır. Âdemi ve eşini kuranın cennetten çıkması diye isimlendirdiği gerçek anlamında olan cennet değil, insanın günahsız bir ortamdan şeytanın kandırarak günah işleme ortamına girmesi anlamında tanımlamasıdır. Yeryüzünde belirli bir vakte kadar denenme aşamasına geçilmesi anlamında kullanılmıştır.
    Buraya kadar Allah Her şeyi insanoğlu için yarattığını vurgularken yaratılmış olanların bazıları insanoğluna zarar olduğunu ve ondan kaçınmasını, bazılarının ise insanoğlu için yararlı olduğunu, ondan da istifade etmesi gerektiği anlatılmaktadır. İşte İnsanın Asıl Görevi kendisinin öz benliğine yerleştirilmiş olan fısk ve fücurun insanı yasaklanan şeylerden tatması istenmekle, Bir de ona eğilim göstermeyi engelleyen takvanın var olmasıyla, iki zıt isteğin çarpışması asıl insanın denenmeye tabi tutulmasının nedenini oluşturmaktadır.
    2/2/36- Fakat şeytan, oradan ikisinin ayağını kaydırdı ve böylece onları içinde bulundukları (durum)dan çıkardı. Biz de: “Kiminiz kiminize düşman olarak inin, sizin için yeryüzünde belli bir vakte kadar bir yerleşim ve meta vardır” dedik.
    Âdem ve eşi günahsız bir ortamdan günahlı bir ortama, iblislin teklifi sonucunda düşmüşlerdi İblis yani insandaki fısk ve fücur, Âdem ve eşini Allah’ın yasak ettiklerini yapmalarına teşvik etmesi ve onların bu yanlışı bile bile yapmaları sonucunda. Artık günah işleyen bir konuma düşmesine sebep olmuşlardı. Aslında adem ve eşi bu yaptıkları yanlışlığın farkındaydı ve pişman olmuşlardı.
    2/37- Derken Âdem, Rabbinden (birtakım) kelimeler aldı. Bunun üzerine (Allah da) tövbesini kabul etti. Şüphesiz O, tövbeleri kabul edendir, esirgeyendir.
    İşte adem ve eşinin bu pişmanlık duyması neticesinde Tövbe etmeleri yapılan bu yanlışlıktan dönmeleri Ademin tam anlamıyla varlığı şekillenmiş ve dünya sahnesinde denenmek için kendine uygun verilmiş olan rolün aktör ve aktirist haline dönüşmüştü.
    Karmaşık olan Melek İblis şeytan söküklerini ayrı konularda misaller vererek tanımlamak gerekirse. Kâinatta ana çatı olarak iki varlık olduğu anlaşılmaktadır. Birisi Âdemoğlu şemsiyesi altındaki varlıklar. Bunlar nötr bir insanın takva yolunda ve fısk yolunda yürüyüp şekillenmesi Sonucunda isimler almaktadır.
    2/96- Andolsun, onları hayata karşı (diğer) insanlardan ve şirk koşanlardan (bile) daha ihtiraslı bulursun. (Onlardan) Her biri, bin yıl yaşatılsın ister; oysa bunca yaşaması onu azaptan kurtarmaz. Allah, onların yapmakta olduklarını görendir.
    51/56- Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım.
    İki Ayette hepsi insan olduğu halde, insanların yaşam biçimlerine renklerine dinlerine göre isim alarak anlatıldığı halde, İnsanlar sanki bu kelimeleri insanlardan ayrı bir varlık olarak algıladıklarından dolayı konuyu anlamada hakim olamamışlardır.Şirk Koşanlar , Kuranda Puta tapıcıları, Yahudi olanlar da ehlikitabı, insan da nötr bir yola gitmeye hazır vaziyette bir varlık olarak anlatmak istediği halde. Sanki ayrı ayrı yaratıklar olduğu tahmin edilmiştir. Öyleyse Âdem şemsiyesi altına giren, insan, şeytan, cin, Yahudi, kâfir, Müslüman, münafık vs. isimlerin hepsi insandır. Ama diğer yanlarındaki aldıkları isimler onların sıfatlarıdır. Cin insan veya cin gibi insan, kâfir insan, şeytan insan, münafık insan, olarak tanımlanmaktadırlar. Bu sebeple Şeytan tanımını, iblisin insana vesvese vererek yoldan çıkmış ve günahlarda ısrar etmesi sonucunda insanın yoldan çıkmış adıdır. Yoksa şeytan insanın dışında bir varlık değildir. Şeytan olan insanlar kendisine meyyal olan insanları kandırmaktadırlar.2/14- İman edenlerle karşılaştıkları zaman: “İman ettik” derler. Şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında ise, derler ki: “Şüphesiz, sizinle beraberiz. Biz (onlarla) yalnızca alay ediyoruz.” Ayette dikkat edildiği zaman münafık olan birisinin tablosunu çizerken, o kâfir olduğu halde Müslümanlar içerisinde sanki müslümanmış gibi bir görünüm sergilemekte kendi gibi düşünenlerin yanına geldiğinde ise biz Müslüman olanlarla alay ettik sözüyle, kendi kimliğini tanıtmaktadır.
    İblis kelimesiyle şeytan kelimesinin aynı olduğu inancında olanlar kesinlikle yanılmaktadırlar İblis Ateşten yaratılmış şeytan ise insan konumuna girdiğinden dolayı topraktan yaratılmıştır.
    7/11- Andolsun, Biz sizi yarattık, sonra size suret (biçim-şekil) verdik, sonra meleklere: “Âdem’e secde edin” dedik. Onlar da İblis’in dışında secde ettiler; o, secde edenlerden olmadı.
    7/12- (Allah) Dedi: “Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?” (İblis) Dedi ki: “Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.”
    7/13- (Allah:) “Öyleyse oradan in, orda büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük düşenlerdensin.”
    Yine bu ayetlerde konuşturulan varlıklar lisanı halleriyle kendilerini tanımlamaktadırlar. İnsanların dışındaki kâinatta yaratılmış olan hiç bir varlık ,verilmiş olan göreve itiraz etmezler. İblisi tarif ederken insanı saptırmakla görevli bir varlık olarak tanımlamıştık. O ateşten yaratılmış ve kıyametin sonuna kadar Allahtan yaşama süresi istemiştir.7/14- O da: “(İnsanların) dirilecekleri güne kadar beni gözle(yip ertele.)” dedi. Yine iblis lisanı haliyle konuşturuluyor. Burada iblis Allahtan süre istese de istemese de her insanda var olan bir olgudur. Onun İnsanların diriltilip kaldırılacağı güne kadar süre istemesi onun zaten süreli olduğunu sanat yaparak kuran anlatmaktadır. Her insan da olan bir olgu ise kendisinden sonra gelecek olan nesillere bu olgu miras olarak aktarılıp durmaktadır. Bu da insanlığını sonuna kadar da devam edecektir.
    7/15- (Allah:) “Sen gözlenip-ertelenenlerdensin” dedi. Ben insanlara sorduğum zaman iblis canlımı cansı mı diye sorarken bazıları canlı bazıları da cansız demişlerdi. O zaman iblis insanlardan insanlara aktarılarak ebediliğini sürdüren ve her insan yaşadıkça onda var olduğunun bir kanıtıdır. İblis adam değildir ama adamın içerisinde adam olmayı tamamlayan bir olgudur.
    7/16- Dedi ki: “Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka Senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım.”
    17- “Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın.”
    18- (Allah) Dedi: “Kınanıp alçaltılmış ve kovulmuş olarak oradan çık. Andolsun, onlardan kim seni izlerse, cehennemi sizlerle dolduracağım.”
    19- Ve ey Adem, sen ve eşin cennete yerleş. İkiniz dilediğiniz yerden yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.
    Ayetlerde imtihana tabi tutulan insanı doğru yolda yürümesini engellemek için ne tuzaklar beklemektedir.
    7/20- Şeytan, kendilerinden ‘örtülüp gizlenen çirkin yerlerini’ açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir.”
    Dikkatlice incelendiği zaman iblis Allahtan süre istemişti ve insanların diriltilip hesaba çekilecekleri güne kadar da süre verilmişti. İnsanlar da iblis gibi bir yaratık olmuş olsaydı onlara da süre verilip yaşayacaklardı. Âdem ve eşine vesvese verirken” Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir.” İşte haramı tatmakla günah işleme olayı gündeme geliyor. Ve cennetlik olan Âdem ve eşi günahsız ortamı bozarak günah işleyen bir ortama gelerek haramla tanışıyorlar. Yoksa haramı tatmayacak bir şekilde yaratılmış olsalardı onlarda melek olurlardı. Ve günah işlemezlerdi.
    Kuran’da iblisin ateşten yaratıldığını, ve cinlerden olduğunu söylediği zaman , sanki cinlerin de ateşten yaratıldığına dair bir kanaat oluşmaktadır. Cinlerin kuranda Ateşten yaratıldığına dair hiçbir ayet olmadığı gibi, Bazılarının tanımladığı görünmeyen varlıklar da değillerdir. Onlar da insandır. insanlar nasıl topraktan yaratılmışlarsa cinler de topraktan yaratılmışlardır. Kuranda iblis cinlerden di ifadesi kelimenin başka bir konu ile ilgili yere konmasından kaynaklanmaktadır.
    18/ 50- Hani meleklere: “Âdem’e secde edin” demiştik; İblis’in dışında (diğerleri) secde etmişlerdi. O cinlerdendi, böylelikle Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı. Bu durumda Beni bırakıp onu ve onun soyunu veliler mi edineceksiniz? Oysa onlar sizin düşmanlarınızdır. (Bu,) Zalimler için ne kadar kötü bir (tercih) değiştirmedir.
    Bilindiği gibi cinlerde eylem bakımında Allaha ibadet ve kulluk yapmayan zengin şımarmış toplulukların adıydı. İblis kelimesi bilindiği gibi İnsana yanlış yapmayı teklif etmekle büyük bir haksızlık yapmıştı. Asıl İnsan Yaratılırken Allahın rabliğini kabul etmiş ona boyun eğmekle yükümlü olduğunu söylemişti.
    7/ 172- Hani Rabbin, Âdemoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahitler kılmıştı: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (demişti de) Onlar: “Evet (Rabbimizsin), şahit olduk” demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir. İnsan yaratılırken Allah’ı tanımak ve ona kulluk yapma eğiliminde yaratılmıştı. İşte iblisin Allaha kulluk ve ibadet etmek için yarattığı insanı sözünden caydırmak istemekle hakkı olmayan bir davranışı yapmıştı. İşte Allah onu onun için huzurundan kovmuş onun yaptıkları hiçbir sözü onaylamamıştır. O bakımdan da o insanın yaratılış gayesine uygun hareket etmeyi engellemek istemekle de yabancı konumuna düşmektedir. İşte o ayette “İblis’in dışında (diğerleri) secde etmişlerdi. O cinlerdendi,” İfadesiyle söylediklerimizi onaylamaktadır. Öyleyse Kuran Bütünlüğü içerisinde Kâinattaki varlıkların bazı önemli olanların isimlerinin ne anlama geldiğini kurandan karşılığını vermeye çalışalım.
    Halife: Allah adına dünyada iş gören Kâinatta yaratılmış olan bütün yaratıklara hükmedebilen insanoğlunun Adıdır.
    Âdem: İnsanın günah işlemeden ki hali.
    Melek: İnsanın fiziki yapısı da dâhil olmak üzere insanın dışındaki bütün yaratıkların hepsi insana secde etmekle görevli varlığın adı
    İblis: İyiye veya kötüye gitme eğiliminde olan insanın kötüyü teklif eden bir fısıltı, insanda yaratılışta var olan, bir melektir.
    Şeytan: İnsanın iblis tarafından kötülüğü teklif etmesinin ardından teklifi kabul eden insanın adıdır.
    Takva: İnsan yanlış yaptığı zaman, o yanlış davranışın yanlış olduğuna dair fısıltı veren sestir.
    Akıl: İnsan hangi yola giderse o yolda insanı başarılı kılmak için insanın hizmetinde olan bir melektir.
    Cin: Yabancı insanın adıdır.
    kuranianlamametotodu.blogspot.com

  5. KUR’ANDA DEVLET ANLAYIŞI
    Devlet: Sınırları belirlenmiş toprak üzerinde bulunan toplumların çoğunluğunun siyasi görüşü etrafında teşkilatlanmış olanıdır.
    Kurana Göre devlet: Allahın Peygamberler aracılığı ile getirmiş oldukları kitaplarda ön görülen, kanunlar çerçevesinde devlet başkanı ve onun gurubunun hem o kanunlara kendilerinin uyması hem de halka o kanunlara uymaya çağırmasıdır.
    Biz burada Allahın insanlara sunduğu bir devlet modelinden söz edeceğiz. Şuna inanıyoruz ki, Allah İnsanları ve kâinatı yaratandır. kâinatı yaratılmış olanlardan çok daha iyi bilen olduğunu kabullenmekteyiz. Bu sebeple de Dünya hayatındaki Allahın insanlar için çizdiği bir projeyi, kabullenenlerin iktidar olduğu bir toplumda uygulamayı pratik hayata götüren devlet modelinden söz edeceğiz.
    Allah yeryüzünde ve kâinatta var olan varlıkların en mükemmel olarak yaratılanları âdemoğlu şemsiyesi altında olan insanlar olarak tanımlamıştır. Bu sebeple Her insan başlı başına bir devlettir. O kendisine nasıl değişik iki yerden gelen seslerden herhangi birisini tercih ederek yol seçmede yetkili ve sorumlu ise, Devlet de iki temel düşünce etrafında toplanmış olan insanlardan ya takva yönünün ya da fısk yönünün iktidarı olmaktadır.
    Bir başka deyişle Ya Allaha teslim olmuş rab olarak Allah’ı Kabul edenlerin iktidarı vardır. Ya da şeytan’a teslim olanların iktidarı vardır. Dünya üzerinde Bulunan ve aklı olan her insan dünya hayatında istediği yolda yürümek, Allah tarafından kendisine verilmiş bir haktır. Bütün dünyada olan insanlar bir araya gelseler bir kişi herhangi bir yola gitmeyi seçmişse, onu kimse seçmiş olduğu yoldan alıkoyamaz buna gücü yetmez. Sonucuna Katlanmak koşulu ile istediği yolda yürümeyi kendi özgür iradesine bırakmıştır.
    76/3- Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.
    Ama Allah Kendisine iman edenleri, Tiyatrodaki bir suflör gibi, yanlış yaptıkları zaman uyarmış onlara veli olmuştur. İşte Allahın veliliği altına girerek yaşayanlar hem bu dünyada hem de ahret hayatında asla mutsuz olmamışlar ve olmayacaklardır.
    20/123- Dedi ki: “Kiminiz kiminize düşman olarak, hepiniz oradan inin. Artık size Benden bir yol gösterici gelecektir; kim Benim hidayetime uyarsa artık o şaşırıp sapmaz ve mutsuz olmaz.”
    Allah İnsanlara öyle bir hayat biçimi önermiş ki, Hiçbir zaman aklı olan insanın kaçamayacağı yaşadığı hayatın her bölümünde yapması gerekenleri gücü yettiği oranda yapmakla mükellef olduğu hayat biçimidir. Hiçbir zaman Allah insanlara gücü üzerinde yük yüklememiştir.
    6/152- “Yetimin malına, o erginlik çağına erişinceye kadar -o en güzel (şeklin) dışında- yaklaşmayın. Ölçüyü ve tartıyı doğru olarak yapın. Hiçbir nefse, gücünün kaldırabileceği dışında bir şey yüklemeyiz. Söylediğiniz zaman -yakınınız dahi olsa- adil olun. Allah’ın ahdine vefa gösterin. İşte bunlarla size tavsiye (Emir) etti; umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz.”
    Şimdi İnsanın nasıl bir yapıya sahip olduğunu neleri yapıp neleri yapmamakla görevli olduğunu anlamaya ve anlatmaya çalışalım. Şimdiye kadar dünya üzerindeki bilginler ve filozoflar insanı tanımlarken, Bazıları insan düşünen bir hayvandır demişler, bazıları insanları diğer yaratıklardan ayıran özellik akıldır demişlerdir.
    Kuran Bakınız İnsanı nasıl tanımlamaktadır.
    91/7- Nefse ve ona ‘bir düzen içinde biçim verene’,
    91/8- Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (Andolsun).
    91/9- Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur.
    91/10- Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır.
    Bu Ayetler İnsanın nasıl bir varlık olduğunu tanımlarken, her akleden insanların hissetiği gibi, biri birlerine zıt iki sesin gelmesidir. Kuran bu sesin birisine fısk ve fücur diğerine ise takva kelimesi kullanmıştır. Aklını takva yolunda yürümeye kullanıp nefsin azgın tutkularından kendisini arındırmış olan insana muttaki ismini vermiştir. Hani vicdan dedikleri şeydir. Her insan yanlış yaptığında ve yapmak istediğinde kendisini uyaran bir sestir o
    O zaman İnsanı tanımlamaya çalışalım.
    İnsan: Dünya hayatında yaratılmış olan varlıkların en üstünü olması hasebiyle aklı olan ibadet ve kullukla sorumlu fakat iblis olgusunun insanın yaratılışında var olan hem doğru yola hem de yanlış yola gidebilecek nötr bir varlıktır. İnsanın almış olduğu iyi yönde ve kötü yönde eğilimleri ve yaşam tarzları onun sıfatlarıdır. İnsan dışındaki bütün varlıklarda böyle bir haslet yoktur. Bu sebeple Allahın halife diye isimlendirdiği diğer yaratılan insanların dışındaki varlıklar insana hizmet etmek onun emirlerine boyun eğmekle görevidirler.
    95/4- Doğrusu, Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık.
    Dünya üzerinde bulunan hiçbir varlık insan gibi mükemmel yaratılmamıştır. Kâinatta bulunan bütün varlıklar insanoğlunun emrine amade olarak yaratılmıştır. İnsan Var oluşuyla beraber eşyanın esrarını çözerek bu günkü bilgisayar ve uzay çağına ulaştığı halde diğer varlıklarda böyle bir ilerleme yoktur. Onlar insanoğlunun kendilerini hizmete davet edenlerine cevap vermektedirler
    2/32- Dediler ki: “Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.”
    2/33- (Allah:) “Ey Âdem, bunları onlara isimleriyle haber ver” dedi. O, bunları onlara isimleriyle haber verince de dedi ki: “Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten Ben bilirim, gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da Ben bilirim.”
    2/34- Ve meleklere: “Âdem’e secde edin” dedik. İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kâfirlerden oldu.
    Burada insanın dışında olan bütün varlıkların insana hizmet etmek için yaratıldığını ve hizmet ettiklerini vurgularken, insanların da cinlerin de kendisine ibadet ve kullukla görevli olduklarını söylemektedir.
    51/56- Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım.
    Buraya kadar insan Allah ve kâinat hakkında biraz da olsa bilgi verdikten sonra, şimdi devletin temelini oluşturan insandan başlayarak nasıl devlet haline gelir onun kurandan profilini çizmeye çalışalım.
    Kuranda geçen Halife temel olarak iki Anlam taşımaktadır.
    İNSAN OLAN HALİFE
    2/30- Hani Rabbin meleklere: “Muhakkak Ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim” demişti. Onlar da: “Biz Seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?” dediler. (Allah:) “Şüphesiz sizin bilmediğinizi Ben bilirim” dedi.
    Burada bahsedilen halife Allah adına Dünyada en mükemmel yaratılış nedeni ile kâinata hükmedebilen insandır. Daha önce bahsettiğimiz gibi meleklerin âdeme secdesi onun emrine girmesi anlamındaki secdedir. Yani Allah Kâinatta yaratmış olduğu bütün varlıkları insanlar için yaratmıştır. İnsanlar kâinat var oldukça kâinattaki gizli sırları bilinmeyenleri gün yüzüne çıkarıncaya kadar, kıyamet kopmayacaktır. İnsanoğlunun ömrüne eşdeğer olan kâinat insan ömrü bitiği zaman kâinat da yok olacaktır. ve kıyamet kopmuş olacaktır. Yeniden bir yaratılışla tekrar yaratılan insanlar ceza ve mükâfat görmek için ayrılmış olan yerlerine gidecekler. Asıl bizim konumuz İman edenlere Allahın proje olarak sunduğu dini ayakta tutmak için var olan halifeliktir.
    DİN ADINA GÖNDERİLEN HALİFE
    5/92- Allah’a itaat edin, peygambere de itaat edin ve sakının. Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki, elçimize düşen, ancak apaçık bir tebliğdir.
    Kendilerini Allaha yöneltmiş ve takva iktidarını kurmuş olanların, Yol Göstericisi Allah tır. İnsanlar kendi akıllarına göre dünyada yaşamak için kanun vazetme insanları kendi akıllarından çıkarmış oldukları kanunlarla yönetme hakkı, Allaha göre yoktur.
    Dünya hayatında kendisine iman edenlerin kesinlikle itiraz hakkı olmayan yanıldıkları zaman düzeltilen ölçü örnek alacakları peygamberler göndermiştir. Her peygamber kendisine gelen vahiyleri önce kendisi kabullenmek ve yaşamak daha sonra da diğer İnsanlara tebliğ etmektir. Peygamberlerin getirdikleri Allahtan vahiy olması sebebiyle yanılma payları yoktur. Bu sebeple peygamberin getirdikleri konusunda sıkıntıya düşme ve itaatsizlik doğrudan doğruya Allaha itaatsizlik demektir. Bu sebeple her peygamber, Başlı başına itaat edilmesi gereken örnek olan bir halifedir.
    33/36- Allah ve Resulü, bir işe hükmettiği zaman, mü’min bir erkek ve mü’min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resulü’ne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.
    Bu itaat tabii ki peygamber ve Allaha iman edenler içindir. Allah ve resulüne iman ettim diyenler, artık Allahtan gelen bütün hükümler kendi aklına ters düşse bile Hatta onun söylediği bir söz, kendi ve yakınlarının aleyhine olsa bile ona muhalefet etme hakkı yoktur. Kabullenmek zorundadır. Hatta kalbinden bile verilen emre itaat konusunda rahatsızlık duyma hakkı da yoktur.
    4/65- Hayır öyle değil; Rabbine Andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar.
    Allah iman edenleri kadın olsun erkek olsun tek bir ümmet olmasını istemektedir. Nasıl bir fabrikada her bir görev için yerleştirilmiş parçalar ve parçacıklar biri birlerine hiçbir muhalefet yapmadan bir bütünlük içerisinde kendi görevlerini yapıyorlarsa. Müslümanım diyenler de kendi bulunmuş oldukları konumda kendi üzerlerine düşen bir reise bir peygambere bir lidere bağlı kalarak, görevlerini sürdürmektedirler.
    Organizmaların tümüne baktığımız zaman da öyle değil mi? Aynen bir insanın organizmasının işleyişi gibi, İnsanda bir beyin vardır. O beyinin haberi olmadan deyim yerinde ise kuş bile uçmaz. Vücudun bir yerinde bir arıza olsa bütün vücut rahatsızlık çeker. Onu tedavi etmek için bütün vücut seferber olur. O acıyı önce beyin hisseder daha sonra da diğer yakınlık derecesine göre vücudun diğer organları hisseder. İşte İslam toplumları da öyle olması gerekir.
    9/128- Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz Onun gücüne giden, size pek düşkün, mü’minlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir.
    O elçi, çiftlikte bir horozun diğer dıştan gelecek tehlikelere karışı tavukları koruması, Hayvanların yavrularına karşı duydukları hassasiyet gibi müminlere karşı hassasiyet duymaktadır.
    Allah, peygamber ve ona bağlı olduğunu kabul eden Müslümanların nasıl dünyada yaşamaları gerektiğini örnek olarak kuradan göstermiş ve peygamberlik olayını kaldırarak, kendisinden sonra gelecek olan toplumların nerde nasıl davranacaklarının örnek bir yaşam çizgisinden bize bir kesit sunarak bizim de öyle davranmamızı öyle yaşamamızı bozulmayan kuranı hayatımıza ölçü almamızı emretmiştir.
    2/143- Böylece Biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için orta bir ümmet kıldık; Peygamber de üzerinizde bir şahid olsun. Senin üzerinde bulunduğun (yönü, Ka’be’yi) kıble yapmamız, elçiye uyanları, topukları üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırt etmek içindir. Doğrusu (bu,) Allah’ın hidayete ilettiklerinin dışında kalanlar için büyük (bir yük)tür. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz, Allah, insanlara şefkat edendir, esirgeyendir.
    İşte Örnek bir lider, örnek bir toplum budur. Bir taraftan insanlar önlerindeki hayatın nasıl olacağını bilmezken onların önlerinde Allah ile irtibatlı bir önderleri var. O lider. Bir mesele hakkında sıkışıp kaldığında ona vahyeden o problemleri tek tek çözen Allah’ı vardı. Ve ona suflörlük yapıyordu.
    75/16- Onu (Kur’an’ı, kavrayıp belletmek için) aceleye kapılıp dilini onunla hareket ettirip-durma.
    75/17- Şüphesiz, onu (kalbinde) toplamak ve onu (sana) okutmak Bize ait (bir iş)tir.
    75/18- Şu halde, Biz onu okuduğumuz zaman, sen de onun okunuşunu izle.
    75/9- Sonra muhakkak onu açıklamak Bize ait (bir iş)tir.
    İşte Peygamberin peygamber oluşuyla başlayan, problemler peygamberlik tarihi bitene dek, karşısına çıkan problemleri Allah tek tek nerde ne yapacağını izah ederek hayatı Allahın yol göstericiliğinde okuyarak, peygamberini yönlendirmiştir. Ve peygamberlere Allah kılavuzluk yapmıştır.
    İnsan yaratılış olarak eksik ve hatalıdır. Peygamberler de Hayatlarında yer yer yanlışlıklar yapmışlardır. Kuran’da Bu peygamberlerin yapmış oldukları yanlışlıklardan söz ederek, onlar düzeltilmişlerdir.
    22/52- Biz senden önce hiçbir Resul ve Nebi göndermiş olmayalım ki, o bir dilekte bulunduğu zaman, şeytan, onun dilediğine (bir kuşku veya sapma unsuru) katıp bırakmış olmasın. Ama Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir, sonra Kendi ayetlerini sağlamlaştırıp-pekiştirir. Allah, gerçekten bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
    İşte peygamberlerle diğer insanları ayıran özellik budur. Bu sebeple peygamberlere kesin bir itaat vardır. O ne söylemişse kendisinden değil Allahın emirlerini iletmiştir. Ama peygamberler dışındaki devlet başkanlarına veya ulul emre itaat ince bir ayrım farkıyla ayrılmaktadır.
    4/59- Ey iman edenler, Allah’a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah’a ve elçisine döndürün. Şayet Allah’a ve ahret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.
    Ayette geçen,” Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah’a ve elçisine döndürün” peki Allah ve resulü hayatta iken bu anlaşmazlığı Allaha ve resulüne götüreceğiz de öldükten sonra kime götüreceğiz?
    Bu Allah da resulü de gönderilmiş olan kurandır. İnsanoğlunun var oluşu ile başlayan peygamberlik ayeti insanoğlunun olgunlaşması ve yazı kültürünün de gelişmesi ile nesih edilerek yerini kuran ayeti almıştır.
    33/ 40- Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak O, Allah’ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi bilendir.
    Kur’an hakkında detaylı bir bilgiye sahip olmayanlar veya kalplerinde maraz olanlar. Peygamberliğin devam ettiğini, her peygamber gönderilen topluluğun, kendi peygamberlerinin son peygamber olduğunu söyledikleri gibi İslam toplumları da son peygamber olduğunu söylediklerini söylemişlerdir diyorlar.
    Vahiy orijinli dinlerin dışında insanların söylemleri hakkı örtemez.
    61/6- Hani Meryem oğlu İsa da: “Ey İsrailoğulları, gerçekten ben, sizin için Allah’tan gönderilmiş bir elçiyim. Benden önceki Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra ismi “Ahmed” olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim” demişti. Fakat o, onlara apaçık belgelerle gelince: “Bu, açıkça bir büyüdür” dediler.
    Kurandan önce gelmiş geçmiş ve kıssaları oluşmuş her peygamber, mutlaka kendilerinden önce gelmiş olanları tasdik edip doğrulamış ve kendisinden sonra gelecek olan peygamberleri de müjdelemiştir. Bu Büyük bir mucizedir. En son gelen peygamber de kendisinden sonra bir daha peygamber gelmeyeceğini peygamberlik hayatının noktalandığını vurgulayarak yeni bir dönemin başladığının işaretini vermiştir. Bir başka deyişle yeni bir çağın başlangıcını oluşturmuştur. Her şeyin bir başlangıcı bir gelişmesi ve bir bitişi olduğu gibi peygamberlik de bitmiştir.
    2/106- Biz, daha hayırlısını veya bir benzerini getirinceye (kadar) hiçbir ayeti neshetmez (hükmünü yürürlükten kaldırmaz) veya unutturmayız. Bilmez misin ki Allah, gerçekten her şeye güç yetirendir.
    Bazılarının söylediği gibi, nesh etmek ayetin hükümlerini kaldırmak anlamında değil, daha güzeli varken öncekinin kullanılmaya gerek kalmamasından kaynaklanmaktadır. Bu Güne kadar yazılan kitaplar kalemlerle defterlerle bir sürü masraf ve zaman harcanarak yapılıyor ve basılıyordu. Elektronik ortama gelinince artık matbaa dönemi kapanacak bilgisayar dönemi ile insanlar iletişimini daha kolay sağlayacaktır. İşte Allah matbaa ayetini silerek veya feshederek bilgisayar ayetini göndermesi gibi.
    Aklını kullanan insanılar için de öyle olması gerekmez mi? Her örnekten bir örnek verildiği ve hiçbir eksiğin bırakılmadığı insanlar için yeterli açıklamanın yapıldığı kuran gibi bozulmamış ve kıyametin sonuna kadar da bozulmayacak olan kitap varken başka söze gerek var mı?
    Bütün dünyadaki her insan isterse bu kitaba ulaşması mümkündür. Peygamberler aracılığı ile gönderilen dinin her meselesi onda mevcuttur bu daha güzel değil mi? İşte Kuran Bütün Peygamberlerdeki Hayat kısalarını özetleyerek nerde ne yapılması gerekenleri içerisinde toplamış ve kendisine sahip olanlara dosdoğru yolda götürmüştür. Ve insanlar eğer önyargısız ve kalpleri marazlanmadan okuyup anlayanların hepsini kendisine büyüleyerek evrensel bir din olduğunu kanıtlamıştır. Öyle olması da gerekirdi. Kuran Allah tarafından gönderilmiş çarpıklığı olmayan bir kitaptır. Elbette insanı insanlardan daha iyi bilen, onlara nerde hangi hastalıkta nasıl bir ilaç vereceğini en güzel bilen Allahtır.
    O zaman bu ilahi mektubun ilahi reçetenin ne demek istediğini anlamak ve oradaki hangi hastalığa nasıl ilaç verileceğini tespit ederek onu kendimiz için kendimize uygulamamız gerekmektedir. Bugün dünyanın hastalığı bu, insanlar kuranı keşfedememişler. Onun için kuranın dışındaki tarif edilen verilen ilaçlar onların hastalığını iyileştirmeye gücü yetmiyor. Bu Hastalığın ilacının kuran olduğunu bilenler çıksa da, onların sesi kesilmeye, insanoğlunun var oluşuyla beraber başlamış ve yok oluşuna Kadar da devam edip gidecektir. Ne zaman hakkı hâkim kılma mücadelesinde ortaya çıkan peygamberler ve elçiler ortaya çıktığı zaman onu destekleyenler olursa o hak yeşermiş toplumda iktidar olmuş ve rahat bir nefes almışlardır.
    PEYGAMBER ÖRNEK BİR DEVLET BAŞKANIYDI
    2/143- Böylece Biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için orta bir ümmet kıldık; Peygamber de üzerinizde bir şahid olsun. Senin üzerinde bulunduğun (yönü, Ka’be’yi) kıble yapmamız, elçiye uyanları, topukları üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırt etmek içindir. Doğrusu (bu,) Allah’ın hidayete ilettiklerinin dışında kalanlar için büyük (bir yük)tür. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz, Allah, insanlara şefkat edendir, esirgeyendir.
    Allah son peygamberi, gelecekteki, devlet başkanı sıfatıyla devlet başkanlarına model olarak seçmiştir. Kurandan onun insanlarla iletişimini gerek müslüman halk ile gerek gayri Müslimlerle iletişimini nasıl kuracağını tanımlamıştır.
    Allah inananlara devlet kurmayı emretmemiş. Çünkü devlet kurmak aynı tevhit akidesi etrafında insanlar toplanırsa oluşması gereken bir olaydır. Kuranın da belirttiği gibi İnsanoğlunun var oluşundan buyana kuranda bahsedilen yirmi beş peygamber geçmektedir. Binlerce peygamber gelip geçtiği halde onlar tarih sahnesine çıkamamışlardır. Bunun sebebi onlar görevlerini düzgün yapmadıklarından mı? Elbette hayır. Onlar Allahtan gelen emirleri toplumlara ulaştırmışlar fakat dinleyenler olmamıştır. Ve öldürülmüşler dövülmüşler ve sürülmüşlerdir.
    O peygamberlerin, bu gün İslam ve ehli kitap toplumlarının anladığı gibi ellerinde sihirli bir değnek veya olağan üstü harikulade vahyin dışında bir mucizeleri yoktu. Onların ellerindeki malzeme sadece vahye karşı duyarlılık antenleri açık olup kendilerini destekleyen Müslümanlardı.
    3/52- Nitekim İsa, onlarda inkârı sezince, dedi ki: “Allah için bana yardım edecekler kimdir?” Havariler: “Allah’ın yardımcıları biziz; biz Allah’a inandık, bizim gerçekten Müslümanlar olduğumuza şahid ol” dediler.
    Kurandaki ayetleri, yalın olarak ele alıp bu ayet şöyle diyor demek yanlıştır. O Ayet orada bütün kurandaki ayetlerin içerisinden süzülerek gelen hiçbir ayetin sınırını ihlal etmeden bir yorum çıkararak bütünlüğün zedelenmeden bir yere oturtturulması gerekir. Allah isterse Kendisi Hz. İsa peygamberi destekleyemez mi idi? elbette ona gücü yeterdi. Ama Allah dünyayı düzenlerken böyle düzenlemiş, biz Allahın dünyayı ve kâinatı neden böyle düzenledi diye Allah’ı sorgulamak yerine düzenleme şeklindeki hikmetleri kavrayarak anlamak için yol almamız gerekmektedir.
    Allah Akleden kendisine teslim olan insanlara dünyada yaşarken, İman edenlere velilik ettiğini, Allahın peygamberler aracılığı ile ulaştırdığı insanların iman edenlerine şöyle söylemektedir.
    Ey İman eden Kullarım. Sizi dünya hayatında birçok imtihanlar zorluklar beklemektedir. Ben sadece dünya hayatında elçilerle nerde ne yapacağınıza suflörlük yaparım. Siz eğer dünya hayatında gerekli gayreti göstermezseniz karşıda sizin iman etmenize düşmanlık eden kâfirler ve şeytanlar var. Onlar eğer güçlü olurlarsa sizi sizin dininizden güç kullanarak alıkoymak isteyecekler. Eğer onlara karşı size saldırdıklarında gerekli savaş hazırlıkları yapmazsanız o kâfir ve şeytanlar sizi mağlup ederler.
    Size elçi olarak gönderdiğim o resule bağlılığınızı gösterin. Ve sabırla çalışın yılmayın üzülmeyin her zorluğun arkasında bir kolaylık vardır. Sabredenler ancak kurtuluşa ererler. Belki siz size verilen mallardan fakirlere öksüzlere yolda kalmışa dilenenlere vermekle mallarınızdan eksilebilir. Bu eksilme sizi hayra doğru yolda yürümede karalı kılacaktır. Cimrilik ederek kedisi yığdıkça yığarak ihtiyaçlı olanlarla da alay ederek şımaranlar asla hidayet onlara ulaşmaz onların bu tutum ve davranışları kendilerini helake götürecektir. Onlara imrenmeyin Onların sadece bu dünyada yaşarız ölürüz. Demelerinden dolayı böyle cimrileşerek mallarından vermek istemezler. Eğer İman edenler, Kâfir olanlara imrenecek olmasalardı Onlara dünyada malı yığdıkça yığardım. Ama ben öyle yapmadım kim bu dünyada gerekli gayreti gösterirse ona veriyorum siz durmadan çalışın üzülmeyin gevşemeyin İmtihan olduğunuz şu dünya hayatında ne kadar ömrünüz var ki? O zaman zarfında çekmiş olduğunuz sıkıntılar ve sabrınız size ebedi bir cennet kazandıracaktır.
    Örnek bir peygamberin devlet otorite haline geldiği zaman kuranda tanımlanan görevleri incelemeye çalışalım.
    1-Peygamberin müslüman olan halkla münasebetleri
    2-peygamberin gayri Müslim halkla münasebetleri
    3-peygamberin devletin dışında bulunan devletlerle münasebetleri
    PEYGAMBERİN MÜSLÜMAN OLAN HALKLA MÜNASEBETLERİ
    Asıl İslam toplumunun ana çatısını oluşturan Müslümanlardır. Peygamber kendisine bağlı Müslümanlarla ancak Allahın tanımladığı yaşam biçimlerini pratik hayata götürebilir. Bu toplumda direksiyon peygambere aittir o Allahın haram kıldığı bir şeyi helal kılamaz Allahın helal kıldığı bir şeyi de haram kılamaz o Allahın ona yüklediği görevler çerçevesinde hareket etmek zorundadır.
    53/3- O, hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz.
    53/4- O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir.
    İşte bu ayetler bir peygamberin profilini çizerek diğer insanlardan ayrı bir konuma taşıdığını göstermektedir. Onun yaptığı her davranış Allahın gözetimi altındadır. Yanıldığı zaman düzeltilen bir konuma gelmektedir.
    22/52- Biz senden önce hiçbir Resul ve Nebi göndermiş olmayalım ki, o bir dilekte bulunduğu zaman, şeytan, onun dilediğine (bir kuşku veya sapma unsuru) katıp bırakmış olmasın. Ama Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir, sonra Kendi ayetlerini sağlamlaştırıp-pekiştirir. Allah, gerçekten bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
    İşte kuran peygamberin yerini ve konumunu böyle tanımlamaktadır. Onun İçin peygamberin peygamberliğini kabul edip ona iman ettim diyenler bazı kuralları Bilmeleri gerekir. Her ne şartta olursa olsun peygamber herhangi bir konuda bir hüküm verdiği zaman ona itaat etmesi ve hatta kalbinde bile isteksizlik bir sıkıntı duymaması gerekmektedir.
    4/65- Hayır öyle değil; Rabbine Andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar.
    33/36- Allah ve Resulü, bir işe hükmettiği zaman, mü’min bir erkek ve mü’min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resulü’ne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.
    İşte Allah ve resulüne böyle bağlılık gerekiyor. Onun söyledikleri vahiy ise o söylerken vahiy çizgisinden sapamaz ise Ona itaat Allaha itaat ona itaatsizlik de Allaha itaatsizliktir. Zaten o Kurana uymayan bir hal ve harekette bulunamadığını ve bulunamayacağını Allah söylüyor.
    69/43- Alemlerin Rabbinden bir indirilmedir.
    69/44- Eğer o, Bize karşı bazı sözleri uydurup-söylemiş olsaydı.
    69/45- Muhakkak onun sağ-elini (bütün güç ve kudretini) çekip-alıverirdik.
    Peygamberi tutup da Allahın tanımladığı yerden kaldırıp sanki kuran yetmiyormuş gibi veya kuran eksik de peygamber onun eksiklerini tamamlayan bir konuma götürmek zalimliktir. Peygamberler Gönderilen vahyi hem insanlara bildirir hem de onun nasıl hayata uygulanacağını örnek olarak örnek bir yaşamı ile ortaya koyar. Yoksa peygamber kendi kafasından kanunlar çıkarıp yaşam ortaya koyamaz.
    29/51- Kendilerine okunmakta olan Kitab’ı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? Şüphesiz, bunda iman eden bir kavim için gerçekten bir rahmet ve bir öğüt (zikir) vardır.
    Allah Emri verir peygamberde insanlardan olan kendisine iman edenlere o emri uygulayarak nasıl yaşanacağını gösterir.
    İnsanlar güllük gülistanlık ortamda iman ettim diyerek amellerini süslü gösterebilirler. İnsanların asıl denenmelerine sebep olan Hayatın zorluk anlarındaki tutum ve davranışlarındaki tutarlılık ihlâs ve samimiyettir. Peygambere iman ettiğini Allah savaş anlarında deneyerek kimin samimi kimin samimi olmadığını denemektedir.
    2/214-Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki mü’minlerle; “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır.
    İşte Allah Dünya hayatında böyle bir düzen kurmuş. Bir kimsenin peygamber olması evliya olması sahabe olması veli olması onun dünya hayatında kurallara uyma dışında bir ayrıcalığı yok. Ancak onlar Allahın emirlerine uyduğu zaman evrenin yasalarına uyarak kendilerine vahyin yol göstericiliği vardır. Allahın onlara yaptığı sadece suflörlüktür. Kâfirler gerekli gayreti gösterip teknolojik yönden saldırdıkları zaman onlara özel bir yardımı olmamış sadece onlara psikolojik destek vermiştir.
    Peygamberler kendisine iman edenleri devamlı eğiterek sıkıntılı ve zor zamanlarda, onların sağlıklı düşünmelerini, sabır göstermelerini gevşek durdukları zaman başlarına bir sürü felaketler geleceğini bildirerek. Onları olgunlaştırmaya çalışmıştır. En zorlu deneme savaş zamanlarında geçmiştir. İman edenleri samimi olanlarıyla samimi olmayanları savaş ayırmaktadır.
    2/216- Savaş, hoşunuza gitmediği halde üzerinize yazıldı (farz kılındı). Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.
    Bakıldığı zaman savaşa gitmek kesin olarak ölmek değil ama Ölmekle kalmak arasında bir çizgide bulunmak demektir. Yani Kabullendiğin din ve kişilik uğruna namusunu şerefini vatanını milletini korumak adına canını riske atmak demektir. İman edenler için ölüm yok olup gitme değildir. Onlar için dünya hayatında Allahın insanlar için, emrettiği kurallara gereği gibi uyanlara bir de ebedi cennet vardır. İşte Ölüm Müslümanım diyenler için dünya hayatından daha cazibeli ve daha güzel bir yere gitmenin adıdır. Müslüman Bu sebeple Ya zalim olanın sana dayattığı hayat tarzını, sana yaptığı zulmü ortadan kaldıracak, ya da onun vahşice zulmüne boyun eğip çarpışmayacak onun sultası altında şerefsizce yaşamayı kabul edecektir. savaşı kazanırsa dünyada güzellik kaybedip ölürse de ahrette güzellik ortaya çıkacaktır.
    9/52- De ki: “Siz bizim için iki güzellikten (şehidlik veya zaferden) birinin dışında başkasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz de, Allah’ın ya Kendi Katından veya bizim elimizle size bir azap dokunduracağını bekliyoruz. Öyleyse siz bekleyedurun, kuşkusuz biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz.
    Ayette; ceza, ya Allah katından derken Ahret aleminde zulmedenler için cehennem, ya da bizim elimizle derken dünyada iken müslüman olanlar galip geldiklerinde onların aşağılanır bir konuma düşmesi savaşı kaybetmeleri anlamındadır.
    8/70- Ey peygamber, ellerinizdeki esirlere de ki: “Eğer Allah, sizin kalplerinizde bir hayır olduğunu bilirse (görürse) size sizden alınandan daha hayırlısını verir ve sizi bağışlar. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.”
    Allahın İnsanlara verdiği her emir, inansın ya da inanmasın insanların hayrınadır. İnsanlar bazı bilmedikleri şeyleri başlarına nusubet geldiği zaman anlamaktadır.” Bir nusubet bin nasihat “ demeleri ondan kaynaklanmaktadır. İşte kâfir olanlar Rabbim Allah’tır diyenlere zulmettikleri zaman onlarla savaşıp kaybettikleri zaman kendileri zayıf düştüklerinde zayıf düşenlerin hallerini ancak anlayabilmektedirler. Bu sebeple dünyada iken savaşı kaybedip esir olduklarında görmeyen gözler görür. işitmeyen kulaklar iştir hale gelerek ahret alemini görürler de ebedi hayatları belki kurtulur.
    İslam’ın otorite olduğu Medine de Müslüman olanlar ganimetler içerisinde olunca, Yahudilerden Hıristiyanlardan, müşriklerden ve diğer din mensuplarından goraf goraf müslüman olmuşlardır. İşte Münafıklık burada türemişti. Allah da Elbette onları denemeye tabi tutmadan öldürmez.
    3/166- İki topluluğun karşı karşıya geldiği gün, size isabet eden ancak Allah’ın izniyle idi. (Bu, Allah’ın) mü’minleri ayırt etmesi;
    3/167- Münafıklık yapanları da belirtmesi içindi. Onlara: “Gelin, Allah’ın yolunda savaşın ya da savunma yapın” denildiğinde, “Biz savaşmayı bilseydik elbette sizi izlerdik” dediler. O gün onlar, imandan çok küfre daha yakındılar. Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı. Allah, onların gizli tuttuklarını daha iyi bilir.
    3/168- Onlar, kendileri oturup kardeşleri için: “Eğer bize itaat etselerdi, öldürülmezlerdi” diyenlerdir. De ki: “Eğer doğru sözlüler iseniz, ölümü kendinizden savın öyleyse.”
    İman ettim diyenler mutlaka denenecek iman edip etmediği yaşadığı hayatına inancını uygulamasıyla ortaya çıkacaktır. İşte yürekten iman etmediği halde münafık olanlar. İster bu ehli kitap anlayışında olanlar olsun isterse puta tapıcılardan olsun iman etmediği halde inadım dediğinde onun bedelini ödeyecek bir davranış ortaya çıktığı zaman kıvırtmaya ve bahaneler aramaya başladığı görülür. İşte kendilerine uydurdukları bahaneler.
    Müslümanım diyenlerin iman edip etmediği sadece savaş anında değil hayatın her Alanında deneniyor ve denenmeye devam edecektir. Anne ve babanın çocukları ile denenmesi, Çocukların anne babasıyla denenmesi Komşunun komşularıyla denenmesi Devletin toplumla toplumun devletle denenmesi, işçinin patronlarıyla patronların işçilerle denenmesi, yoksulun zenginle zenginin yoksulla denenmesi devam edip gitmektedir. İşte Burada, Her alanda insanlar Bulunmuş oldukları konumda yapabilecekleri kadar kendi üzerlerine düşen görevleri yapmak zorundadırlar.
    Bir Örnekle Bunların hepsini anlatmış olalım diğerlerinde hep bu örnekteki duruma benzer. Anne Baba çocuklarını. Küçük iken doğurup yedirip içirip giydirerek, eğitimlerini de kendi ayakları üzerinde duruncaya kadar. Sağlamak zorundadırlar. Genelde Toplumlarda bazı istisnalar hariç bu kurallara uyulmaktadır. Ama Anne baba ihtiyarlık ve bunaklık dönemine geldikleri zaman çocuklarda aynı duyarlılık bulunmamaktadır. Normalde Bir Anne babanın Bir tane evladı varsa, onlar bunaklık ve ihtiyarlık dönemine geldiklerinde o bir çocuk onlara şefkat kanatlarını gererek öf bile demeden Bakmakla yükümlüdür. Eğer Bunlar birden çok evlat iseler o anne ve babalarına ait yükümlülüğü paylaşarak yapmak zorundadırlar. Eğer bunlardan herhangi birisi bu kendisini eften püften bahanelerle kendi üzerindeki sorumluluktan kaçıyorsa Bunun Savaştan kaçması ile ne farkı vardır?
    Bizim beldede, Kocası ölmüş birkaç tane evladı olan bir kadın vardı. Evladının birinin yanında kaldığı sırada, Başka bir evladına telefon ediyor. Oğlum ben sizi özledim biraz da sizin yanınızda kalmak istiyorum diyor. Oğlu cevap veriyor. Ana Ben eşime bir danışayım izin verirse, tamam olur kabul edeyim diyor. Eşine danışıyor. Bu İşin çokluğunda başına bela mı arıyorsun getirme diye kocasına bağırıyor. Ve Annesi tekrar telefon açıyor. Ne oldu oğlum eşin izin verdi mi diyor. İzin vermedi ana seni getiremeyeceğim diyor.
    Her insan olanları vicdanının sesini dinlemeye davet ediyorum sizce bu nasıl bir tablo. Bu davranış sizce doğru mu? Elbette insan yaratılırken Allaha sen bizim rabbimizsin dediği sözle bu yaptıkları uyuşmaz. Allah da Böyle olan insanlara asla hidayet vermez. İşte Allah İman edenlerle, İman etmeyenlerin arasını böyle ayırmaktadır. İman edenler. Her bir güzel amel işlediklerinde onları Allah kalplerini daha da yumuşatarak onlara şefkat rahmetini daha da güçlendirerek, ebedi bir mutluluğa doğru götürmektedir. İman etmeyenleri de her yanlış bir davranmış yaptıklarında onların yanlışlarını şeytan süsleyerek kurtuluşu mümkün olmayan bir bataklığa doğru götürmektedir.
    Huzur evi yapan ve ona destek verenleri kutluyor ve tebrik ediyorum. Bu Toplumda kimsesiz kalmış duyarlılığını yitirmiş olan evlatların bulunduğu bir toplumda olmazsa olmazlardandır. İşte burada kınanacak birisi varsa o da huzur evine anne ve babalarını gönderenlerdir. O Allahın Kendilerine yüklemiş olduğu sorumlulukları yerine getirmeyenlerdir.
    46/15- Biz insana, ‘anne ve babasına’ iyilikle davranmasını tavsiye ettik. Annesi onu güçlükle taşıdı ve onu güçlükle doğurdu. Onun (hamilelikte) taşınması ve sütten kesilmesi, otuz aydır. Nihayet güçlü (erginlik) çağına erip kırk yıl (yaşın)a ulaşınca, dedi ki: “Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve Senin razı olacağın salih bir amelde bulunmamı bana ilham et; benim için soyumda salahı ver. Gerçekten ben tevbe edip Sana yöneldim ve gerçekten ben Müslümanlardanım.”

    Her İnsan önce kendi evinin önünü temizlemekle yükümlüdür. Her insan başlı başına kendi yükünü gücü yettiği zaman kendisi taşımakla görevlidir. İşte asıl sorun Gücü yettiği halde başkalarına hangi konuda olursa olsun yük olmaması gerekir. Ama güçsüz ve başkalarının desteğine ihtiyacı olma durumu başka, işte İlk önce ona destek olması gereken en yakın olanlardan bu yükü yüklenmek en yakınlarından başlamaktadır. Bu Konuda Aile başlı başına kendileri arasında birbirleriyle kenetleşerek aile içerisinde herhangi birinin sıkıntıları diğerlerini kuranın tarif ettiği miras hukukundaki anlattığı gibi yakınlık derecesine göre sorumludurlar. Eğer bunu aile içerisinde çözülemeyecek bir sorun oluşursa bu sorun en yakın akraba ve yakınlarından başlayarak komşulardan uzak komşulara kadar genişleyerek devam etmesi gerekir. Çözüm bitmiş değil bu köye beldeye ve devlet yönetimine aktarılarak devam eder.
    Böyle bir toplum bu ölçüler içerisinde hareket ederse Allah o topluluğa Kendi ellerinden olan davranışlar yüzünden Rahmet kanatlarını germez mi? İşte devlet başkanı Bu sorunların çözümünde hem yetkilisi hem de sorumlusudur. Kendi
    Tebaasından aldığı destekle toplumuna eşit uzaklıktadır. Devlet başkanı Allahın koyduğu sınırlar içerisinde Topluma adalet dağıtarak yönetmesi gerekmektedir.
    Dünya hayatı Allahın Dünyada adalet dağıttığı yer değil Dünya hayatı Allahın kendi dinini temsil edenlere Adaletle Davranmayı emrettiği yerdir. Eğer devlet başkanı müslüman değilse Nasıl nerden kurallarını alıp halka adalet dağıtacak?
    4/59- Ey iman edenler, Allah’a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah’a ve elçisine döndürün. Şayet Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.

    Müslüman olmayanlar iş başına geçtikleri zaman ekini ve nesli yok ederler Onun için Devlet adil bir davranış sergileyebilmeleri için Allahtan korkan ona ibadet ve kulluğu ilke edinenler tarafından yönetilmesi gerekir.
    Eğer Bir devlet Takva iktidarının oluşturduğu güç ile iktidarsa Toplumda bozgunculuk çıkaran hakkı ihlal etmek isteyen kötülüğü yaygınlaştırmak isteyenlerle nasıl mücadele etsin
    3/159- Allah’tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah’a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.

    Allah O İktidar sahiplerinin önce kendi kendilerini takva yönünde eğitmiş olanlardan olmasını istemektedir. Allah Müslüman olanların güç kuvvet olansını o güçleri ile başkalarına zayıf bırakılmış olanlara zulmetsin diye değil onlara zulmedenleri ortadan kaldırmak onların zulümlerini engelleyerek toplumda refahı huzuru sağlamak için vardır.
    Devlet Başkanı Adil olarak yaşayacak önce kendisi bu yaşayışın öncülüğünü yapacak daha sonra bu adil yaşayışın güzelliğinin tebaasına emredecek. İşte Peygamber ve onun yaşam biçimini devam ettiren Allah dostları hariç iş başına geçtiklerinde Mal yığmaya nüfuslarını kullanmayla çalışmışlardır.
    Kuranı inceleyenler iyi bilirler bütün peygamberler gelirlerken önce kendileri taşın altına ellerini koymuşlardır. Açlık çektilerse önce kendileri açlık çekm
    İşler ve iman edenlere merhamet kanatlarını germişler ölürlerken de servet bırakıp geride kalanlara mal kavgası yaptırmamışlardır. Normal bir vatandaşın yiyip içtiğinden fazla yiyip içmemişlerdir. Vasat bir yol izlemişlerdir. Kuranda ensara muhacirin durumu anlatılırken bize ibret olacak sahnelerden bahsetmektedir.
    9/100- Öne geçen Muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle uyanlar; Allah onlardan hoşnut olmuştur, onlar da O’ndan hoşnut olmuşlardır ve (Allah) onlara, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk’ budur.

    Devletin içerisinde bulunan iki tip topluluk vardı
    1-MÜSLÜMAN TOPLULUK
    2-GAYRI MÜSLÜMAN OLANLAR.
    Devletin ayakta durmasını ve gelirlerini bu iki topluluktan karşılıyordu
    MÜSLÜMAN OLANLAR
    İslam toplumunda vergi müslüman olan halkta zekât diye geçmektedir. Eğer Müslüman tebaa zekâtını vermezse Onlardan zorla alınır. Zaten dikkat ederseniz zekât kavramı namazla beraber anılmaktadır. Eğer kişi ben müslümanım diyorsa Devletin kendisine vergi olarak belirlediği zekâtı vermekı zorunda eğer ben müslüman değilim deyip de kendisini başka dinden olduğunu söylemişse onlar da devletin bir takım işlevleri yapmaları için onlardan cizye ve haraç almaktadır.
    ZEKAT
    İslam toplumlarında bu gün zekât kavramı yanlış anlaşılmaktadır. İnfakla karıştırılmaktadır. Zekât. İslam toplumunda Ben müslümanım diyenlerin devletin kendisinin maddi durumuna göre günün şartlarına uygun belirlediği verginin adıdır. Bunun Oranını devlet yönetimi belirler. Ve değişken olandır. Günün koşullarına göre şartlara göre değişken olan bir vergidir. Kendi devleti ayakta kalamazsa kendi güvenliği de tehlikeye düşmektedir. Onun İçin takva sahibi her müslümanım diyen kişilerin namazını nasıl kılıyorsa mallardan eksilen zekâtının verilmesinde yüzü ekşimez bozgunculuk çıkarmaz.
    Belirtildiği gibi zekât 1/40 diye bir sınırlama yoktur. Onun için kuranda böyle bir oran belirlenmemiştir. Onu devlet yönetimi beliler.
    İslam toplumunda bulunan gayri Müslimler O toplumun içerisinde bulundukları sürece O devletin nimetlerinden istifade etmektedirler bu sebeple Allah onları diğer müslüman toplumdan ayırarak onlar İslam devini ortadan kaldırmak için biri bilerine destek verip çeteleşmedikçe onlarla güzel geçinmeyi onlar cizye ve haraçlarını ödedikleri sürece onlarla savaşmayı yasaklamıştır.
    9/7- Mescid-i Haram yanında kendileriyle anlaştıklarınız dışında, müşriklerin Allah Katında ve Resûlünün katında nasıl bir ahdi olabilir? Şu halde o (anlaşmalı olanlar), size karşı (doğru) bir tutum takındıkça, siz de onlara karşı doğru bir tutum takının. Şüphesiz Allah, muttaki olanları sever.

    Müslüman Olduğunu söyleyip de İslam’da devlet yok diyenlere soruyorum Müslüman olanları müslüman olanlar yönetir. Devletin başındaki kişi ya müslümandır. Ya da garı müslümandır. Bir kişi hem müslüman hem de gayri müslüman olabilir mi? İslamı öyle yozlaştırmışlar ki dinin ve devletin birebirinden ayrılması diyerek Kurandaki muttaki olanların iktidar olmasını söz sahibi olmasını kelime oyunları ile o saygın değerler kuranın emirleri örtbas edilmeye çalış ılımıştır. Bu toplumu müteşabih ayetlere çekilmeye çalışarak laik kelimesi ile en büyük Kuran anlayışını darbelemeye çalışılmıştır. Bu sebeple Laiklik ve laikliğe karı olan kelimeler üzerinde durmadan geçemeyeceğim
    LAİKLİK
    Laiklik kelimesi bize Avrupa Hıristiyan dünyasından ithal edilen bir kelimedir. Hıristiyan dünyası 1789 Fransız ihtilaline kadar devleti din adamları papazlar yönetiyordu ama ihtilal ile birlikte din adamlarıyla devlet yönetimi birbirinden ayrılarak Devlet işlerine dinin karışmaması ve din işlerine de devletin karışmaması anlamında laikliği getirdiler.
    Hıristiyanlık dini ile İslam dini birebirlerinden tamamen farklıdır. Zaten kuran anlayışının ortadan kaldırılması İslamı İslam toplumlarını Hıristiyan dinin anlayışı ve yaşamı etkileyerek yozlaştırmayı başarmışlardır.
    İslam da kurana göre devlet Bedenle ruh nasıl biri birinden ayrıldığı, zaman hiçbir anlam taşımıyorsa veya iman eden bir kişi yaşam biçimini imanının yaşam biçimini şekillendiren kurandan almıyorsa onun inançlı olmasının bir anlamı yoksa. Devletin başındaki kişiler de toplumu yönetirken Allahtan aldığı emirleri toplumuna uygulamıyorsa bir anlamı yoktur.
    İnsan hayatını yaşamını şekillendirmeyen bir inancın ne önemi var ki? Senin inandığın yasalar seni hayata bağlar yoksa bir anlam taşımaz. İslami devletlerin idarecileri genelde topluma uyguladıkları yasaları eğip büktükleri için gizleyip ve kendi menfaatleri uğruna sattıkları için inanan ve inanmayan toplumlarda haklı olarak İslami devlete karşı çıkılmıştır.
    İslami devlet: Bütün Halka eşit uzaklıktadır. Allah insanları kendi dininde dünyada özgür iradesine bırakmışsa, İslami devlet de bunu pratik hayata uygularken kişilerin inançlarına bakmadan onlara adil ölçüde davranmayı emreder. İşte Bu Anlamda Kişilerin inancı Allah ile kendisi arasındadır. O dünya hayatında kendisine ait olan davranışlarda devlete ait yükümlülükleri hariç istediği gibi yaşama hakkına sahiptir.
    2/256- Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah’a inanırsa, o, sapasağlam bir kulba yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir
    İslam devletleri sanılıp da kuranın ön gördüğü yaşam biçiminden uzaklaşarak Allahın tanımladığı yönetim biçiminden uzaklaşmışlardır. Bir taraftan Allah Bir insanı öldürmek bütün dünyadaki insanlar öldürmek. Derken
    5/32- Bu nedenle, İsrailoğulları’na şunu yazdık: Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur. Andolsun, elçilerimiz onlara apaçık belgelerle gelmişlerdir. Sonra bunun ardından onlardan birçoğu yeryüzünde ölçüyü taşıranlardır.

    Devletin bekası için kardeşini öldüren devlet başkanları bir taraftan normal halkın yiyeceğinden içeceğinden fazla yemeyi yasaklayan kuran Saraylarını köşklerini altın musluklar altın banyolar yaparak lüks hayat yaşamışlardır.
    Bir köyde bir mahallede bir beldede bir ihtiyar inliyorsa, O ihtiyarın iniltisinden o ihtiyarın derdinden o devlet başkanı sorumludur. Doğru Olanı Devlete ait malları kendi özel bir mülkiyetine geçiremediği gibi özel mülkiyetinde olan devlet başkanları ellerinde bulundurduğu daha önceki mal varlığını ihtiyaçlı olanlara dağıtması lazım ki. Şaibe oluşmasın.

    PEYGAMBERİN VEYA DEVLET BAŞKANININ DİĞER GAYRİ MÜSLİM OLANLALA İLİŞKİLERİ
    Herkesin bildiği gibi Medine’de Müslüman olanlar iktidar sahibi olduklarında Yahudi ve Hıristiyanlardan müslüman olan olduğu gibi, Yahudi ve hıristiyenlardan hatta müşrik olanlardan müslüman olmadığı halde İslam toplumu içerisinde bulunuyordu.
    Kuran Peygamber ve devlet başkanı sıfatında olan bütün iman eden emir sahiplerine Müslüman olan toplumlarla anlattığımız diyalog gibi. Gayri Müslim olanlşarla da nasıl iletişim kurulacağnı belirtmiştir.
    60/8- Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever.

    Daha önce de belirttiğim gibi, İslam toplumunda bulunan gayrı müslümler aslında o topluluğa yabancıdırlar. Kendi dinlerinde serbest kalmak koşulu ile Otoritenin kendileri üzerinde koyduğu kurallara uymak zorundadırlar. Ama bunlar içerisinde uyanlar olduğu gibi uymayanlarda bulunmaktadır. Bunları kuran iki kısma ayırmaktadır.
    a- Anlaşmalı olanlar
    BU tip gayri Müslimler, cizye ve haraçlarını verip de otoritenin kendilerine kendi dinlerinde yaşama özgürlüğü vererek,İslam toplumlarında bulunmalarıdır. Bunlar bu tutum ve davranışlarını değiştirmediği taktirde onlara bir zorlama yoktur.
    9/7- Mescid-i Haram yanında kendileriyle anlaştıklarınız dışında, müşriklerin Allah Katında ve Resûlünün katında nasıl bir ahdi olabilir? Şu halde o (anlaşmalı olanlar), size karşı (doğru) bir tutum takındıkça, siz de onlara karşı doğru bir tutum takının. Şüphesiz Allah, muttaki olanları sever.

    b- İslam otoritesini yıkmak için çeteleşenler.
    Bütün Vicdanının sesini dinleyenler de iyi bilirler ki; Yabancı olarak senin yanında bulunan birisi senin iktidarını, ortadan kaldıracak davranışta bulunsun Kurana göre bu bir zulümdür. İşte İslam devletinin mücadelesi bunlarladır. Ya İslam otoritesine teslim olacak onlara itaat edecek kendi dininde kalmak koşulu ile ya da İslam otoritesini ortadan kaldırmaya çalışırsa da o zaman Allah onlara karşı caydırıcı olan tedbirin alınmasını bildirmektedir.(Ayet)
    İSLAM OTORİTESİNİN DİĞER DEVLETLERLE MÜNASEBETLERİ
    İslam devletinin, Temel amacı hem kendi sınırları içerisindeki halkın güvenliğini sağlamak, hem de İnsanlar arasında Güzelliği ve hayrı yaygınlaştırmak, helal ve temiz olan şeyleri emretmek murdar ve pis olan şeyleri de yasaklamak yaygınlaşmasına vesile olmamaktır. Fakir olanları ihtiyaç sahiplerini zor ve güç durumda olanlar İslam otoritesinin koruması altındadır.
    8/60- Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırlayın. Bununla, Allah’ın düşmanı ve sizin düşmanınızı ve bunların dışında sizin bilmeyip Allah’ın bildiği diğer (düşmanları) korkutup-caydırasınız. Allah yolunda her ne infak ederseniz, size ‘eksiksiz olarak ödenir’ ve siz haksızlığa uğratılmazsınız.

    Dış devletlerde Olanlarla da halkına zulmeden ve kendisi içerisinde yardım bekleyen onların zulümlerinden kurtulmak isteyenleri de yardım ellerini uzatarak onlar kurtarmaktır
    .4/75- Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla” diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?

    Bu Yardım Halkı müslüman olan bir devletin, halkının o devlet başkanına verdiği bağlılık ile doğru orantılıdır. Bir memleketi ayakta tutan adalet ilkeleridir. Adalet mekanizması çökmüş bir devlet ayakta duramaz.
    Kuran bir toplumun dinini İslam etmek için savaşmayı emretmez. Bir toplumun dini kendisine verdirmek için savaş yapmayı emreder. İşte ayette din Allahın oluncaya kadar savaş edin dediği budur.
    2/193- (Yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur.
    Dünya üzerinde Eğer lider olan ülke Allahın tanımladığı gibi, Müslüman olan bir devlet olmuş olsaydı, Dünyada savaş ortadan kalkar, insanlara zulüm işkence kalkar. Herkes zulüm yapmadığı sürece kendi dininde istediği gibi yaşama hakkına sahip olacaktı. Bellerine Bombalar dolayarak mazlum günahsız insanların üzerine intihar bombaları atmak Allahın tanımladığı İslam değildir. Dünya üzerinde Kuranın anlayışı ve anlatışı yaygınlaştırılarak, İslam ülkeleri Kafasını iki elinin arasına alarak, biz nerde yanlışlık diye düşünmeleri gerekir.
    kuranianlamametodu.blogspot.com
    alirizaborazan@hotmail.com

Yorum bırakın