Her Yönden Hristiyanlık


incil1ln2

Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi/Ekrem Sarıkçıoğlu/FAKÜLTE KİTABEVİ

Bugün 6 milyara yaklaşan dünya halkının yaklaşık 1,5 milyarı Hıristiyanlığa inanmaktadır. Avrupa’nın %90’nı bu dinin mensuplarıdır. Türkiye’de ise 1960 nüfus sayımında yaklaşık 230.000 Hıristiyan sayılırken, 1965 ‘de bu rakam 206.000’e düşmüştür. Bu durum yurtdışı işçi göçleri ve Batı sosyal hayat ve zenginliğinin dindaşlarını kendine çekmesi, Batılıların da kapılarını dindaşlarına açmasıyla açıklanabilir. Günümüzde bu rakamın yaklaşık 110 bine düştüğü tahmin edilmektedir. [368] Bu evrensel dinin değerlendirilme konusu tarihte ve günümüzde çeşitli mezheplerce değişik açılardan ele alınması sebebiyle, genel bir anlatım içinde sunulması, karşımıza büyük güçlükler çıkarmaktadır. Ortaya konan her bir değerlendirmenin karşıt görüşü de vardır. Her hangi bir mezhepte karşımıza çıkabilir. Birileri çıkıp, bir Hıristiyan olarak biz böyle inanmıyoruz, bizim görüşümüzü aksettirmiyor, diyebilir. Bu sebeple biz   değerlendirmelerimizde, ifadelerimizde büyük mezheplerin ana hatlarıyla görüşlerini yansıtmaya çalışacağız.

Hıristiyanlık günümüzden yaklaşık 2.000 yıl önce yaşayan Nasırah İsa’nın çevresinde gelişen bir dindir. Hareketin doğuşu Yahudilikteki Mesiyanizm ümit ve inancına dayanır. Hz. İsa da İsrail Oğulları’nı istikbalde bahşedilecek Tanrı Krallığına hazırlamak üzere tebliğine başlamıştı. Onun tebliğleri ve varlığı dünyadan ayrılmasından sonra cemaata giren Paulus’un karizmatik yorumlarıyla yeni bir yön kazanmış ve bugünkü Hıristiyanlığın temellerini oluşturmuştur.

Hıristiyan kelimesi, Yunanca kökenli “Hıristos” (mesih) kelimesinden filizlenir ve Mesih’e bağlı olanlar anlamındadır. İbranca’sı “Meşiah”dir, “Yağlanmış, takdis edilmiş” mânasındadır. Çünkü krallar ve din görevlileri mesleğe başlarken yağ ile mesh ve takdis olunurlardı. Müstakbel kurtarıcılığına inanılan, kral olacak, tebliğcİ ve müjdeci İsa da “Mesih” unvanıyla isimlendirilmişti.

İsa’nın dünyaya geldiği zamanlar Filistin’in resmi temsilcileri, ülkeye hakim olan Romalılardı. Hukukî ve dinî Yahudi otoritesi ise, Kudüs’teki Sanhedrium (Yüksek Meclis) idi. Yahudiler, İmparatorluğun çeşitli yerlerine yerleşmişler; Roma ve Yunan dillerini benimsemişlerdi. Aramca bilmeyen, taşradan gelecek hacılar için Kudüs’te özel Helenistik havralar bulunuyordu. İdare memurlarının resmi dili Latince idi. Zamanın Yahudilerinin çoğu da meslekî ve ticarî sebeplerle, Yunan konuşma dilini biliyorlardı. 250 seneden beri ise, ülkenin halk dili Aramca idi. İbranca sadece Tevrat’ta ve havradaki ibadetlerde kullanılıyordu. Zamanın pek çok Yahudilerinde görüldüğü üzere, Hz. İsa da en az üç dil biliyor olmalıdır.

Halkın içindeki bazı guruplar ise, Mesih’e ve getireceği 1000 yıllık politik hürriyete inanıyor, gelecek sulh devrini bekliyorlardı. Hatta, İsa zamanında siyasî, millî bir yeraltı ordusu da Roma’mn yabancı hükümranlığına karşı ayaklanmak istiyordu. Roma valisi Herodos’un ölümünden, 66 yılındaki Kudüs’ün tahribine kadar, Zelot’lar denen bu yeraltı’teşkilatının sık sık ayaklanmalarına şahit olunmuştur. İsa’nın talebeleri arasında da ihtilalci partiye mensup Simaon adında birisine rastlanır.

Zamanın meşhur dini gurupları ise: Saddukiler, Fariziler, Esseniler’di. Saddukiler, hakim zengin zümreye mensuptular. Bütün yeniliklere muhalefet ederlerdi. Tevrat’ın dışındaki kutsal sayılan yazıları kabul etmezlerdi. Yine Ölülerin haşri, ahiret, kader inancı gibi hususları, ispat edilemeyeceği ve delillerin yetersizliği bahaneleriyle kabul etmezlerdi. Fariziler ise, Tevrat yanında gelen sözlü rivayetlerin doğruluğunu, günlük hayattaki haram ve helal hakkındaki kaidelerin geçerli olduğunu savunurlardı. Bunlar, sadece dini ilericiliğin değil, aynı zamanda gerçek dindarlığın da temsilcileri idiler. Farizalıların aşırı gurubu ise, Esseniler’di. Küçük manastırlarda yaşarlardı. Temizlik kaidelerini gereği gibi tutabilmek için, diğer Yahudilerden ayrılarak köylere çekilmişlerdi. Aralarındaki manevi kardeşlik ve sevgi bağları neticesinde gelecek olan, Tanrısal Mesih devleti içinde yer almayı düşünüyorlardı.

Dinsel ağırlıklı akımlar yanında, milliyetçi duyguları öne çıkaran mesihçi akımlar da vardı. İsa’nın tebligata geçtiği zamanlar Zelotlar diye anılan bu akım mensuplarının ayaklanma teşebbüsleriyle doludur. Tarihçi Yozefus bunları yanlış değerlendirerek, eşkıyaların ayaklanması olarak ifade etmişti. Ancak iddialar apaçık Mesihçilik idi. Yeni bir devrin müjdeciliği idi. Kur’an’da kendilerinden övgüyle sözü edilen Hz. Zekeriya ve oğluYahya da benzeri müjdeciler görünümündedirler.

1. Hz- Zekeriya

Hz. Zekeriya, m.ö. 1. yüzyılda Kudüs mabedinde rahip olarak yaşamıştır. Kur’an onun Yahudilere gönderilen Peygamberden olduğunu beyan eder. Yahudilerce Peygamber olarak kabul görmez. Yahya Peygamberin (Vaftizci Yahya veya diğer adıyla Yohanna’nın) babasıdır. Çok yaşlı iken Allah O’na Yahya’yı ihsan etmiştir.[369] Efsaneye göre, Filistin valisi Herodes’in zulmünden kurtulmak için kaçıp bir ağaç kavuğuna saklanmış ise de, Herodes’in askerleri kendisini bularak ağaçla birlikte ikiye bölmüşler ve şehit etmişlerdir. Halep’de makamı vardır. Hıristiyanların Eski Ahid’e kattıkları Zekeriya Kitab’ı onun adını taşır. Hz.Meryem’in mürebbisi ve teyzesinin kocası idi. [370]

2- Hz. Yahya

Hz.Yahya, Zekeriya peygamberin ve karısı Elizabet’in oğludur. Yahudilerce peygamberliği kabul edilmez. Hıristiyan ve Müslümanlara göre Tevrat’a kuvvetle sarılmış, henüz çocuk yaşta Allah o’na hikmet vermiştir.[371] İsrail Oğulları’nı irşat için öğütler vermiş, takva hayatını sürdürebilmek için çoğu kez ıssız çöllerde yaşamayı tercih etmiştir. Hz.İsa’nın çağdaşıdır. 28 yıllarında hayatta idi. Hıristiyan rivayetlerine göre, İsa’yı görünce müstakbel görevini tanımış ve onun beklenen Mesih olduğunu anlamıştır. Onu Ürdün nehrinde vaftiz etmiştir. Ancak onun gelecekten bahsetmesi ve idareye ters düşmesi, kral Herodes Antipos’un üvey kızıyla evlenmesine karşı çıkması üzerine başı kesilerek şehit edilmiştir. Mezarının Samarya’da olduğu rivayet edilir. Taraftarlarını vaftize davet etmesi sebebiyle Hıristiyanlarca “Vaftizci Yahya” lakabıyla anılır. Kıyamet ve haşrin yakınlığını haber vermiş, halkın tövbe etmesini tavsiye ederek, onları vaftiz etmiştir. İslâmî tâbirle bir çeşit boy abdesti aldırmış, manevi temizlik yaptırmıştı.

Hz. Yahya’nın tebliği mesianizmden ayrı tutulamaz. Tiberius’un 15. yılında, yani 28 senelerinde hayatta idi. Esseniler gibi, Helenizm’in şehir kültüründen kaçmıştı. Vaazları ve vaftizi ile diğer dindarlardan ayrılıyordu. Allah’ın yaklaşan gününü ilan ediyordu. Artık balta ağacın köküne dayanmıştı. Büyük gün kendiliğinden gelecekti. Mesih hakimlik hizmetini yürütecek, başağı sapından ayıracaktı. Bir nevi kıyamet ve haşir günü olarak da yorumlanabilecek korkunç günün öncesindeki tek çare, tövbe etmek .ve vaftiz olmaktı. Ben su ile vaftiz ediyorum, fakat o ateş ile vaftiz edecek diyerek, bir ateş dalgasıyla dünyanın yenileneceği hakkındaki, Yahudi bekleyişinin yaklaştığım müjdeliyordu. Kur’an [372] onun Hz. İsa’nın risaletini müjdeliyeceğini babası Zekeriya’ya da bildirildiğini beyan eder.

Hz. Yahya’nın vaftizi bir çeşit boy abdesti idi; tövbe ve günahların affı içindi ki, bugüne kadar Yahudilikte görülen, putperestlerin Yahudiliğe girişlerindeki su banyosundan farklıydı. O ne bir sihir, ne de sembolik bîr işti. O, yalnız istikbaldeki olaylara kefaret edecek, Tanrı ile mümin arasındaki sembolik bir antlaşma idi. Onun cemaatına Nasuralar denir. Filistin bölgesindeki karışıklıklar ve baskılar nedeniyle ülkelerini terketmek zorunda kalmışlardır. Daha sonraları bunlar Sabiiler adıyla Mezopotamya ve diğer yerlerde tarih sahnesine çıkmışlardır.

3- Hz. İsa (a.s.)

Hıristiyanlığın kurucusu sayılan Hz. İsa, bugün dünyanın pek çok ülkesinin kullandığı müadî takvimin başlangıcında Filistin’in Nasaret kasabasında Roma Valisi  Herodes  zamanında, bir Yahudi ailesinde doğdu.  Kutsal  Kitapların rivayetlerine göre, annesi Meryem İsrail Oğullarından İmran isimli salih bir zat ve karısı Hanna’ dan yaşlılık çağında doğmuştu. İmran ismi Kur’an’daki bir surenin de adiy olmuştur. Gençliklerinde çocukları olmayan bu aile, yaşlılıklarında olan çocuklarını henüz doğmadan, Allah’a şükür için mabede adamışlardı. Çocuğun doğumunda kız olduğunu gören Hanna “Faz erkek gibi olmaz kî” diyerek biraz üzülmüşse de, bu vadini yerine getirmiş, Meryem adını verdikleri çocuklarını bebeklik çağı geçince, rahibe olması için mabede teslim etmişlerdi. Meryem’in teyzesinin kocası olan Hz. Zekeriya çocuğun eğitim ve ihtiyaçlarıyla ilgileniyordu. [373] Meryem genç kızlık devresine ulaşınca bakımını kimin üstleneceği konusu gündeme gelmiş, tartışmaların çözümü için açılan kurra Marangoz Yusuf’un şansına düşmüştü.

Artık Meryem’le aynı zamanda amcası oğlu olan Marangoz Yusuf ilgilenmeye başlamıştı. Günümüz HıristİyanlarıncaApokrif sayılan Yakub İnciline göre, Meryem henüz 16 yaşlarında iken bir gün kuyudan su çıkarmaya gittiğinde gaipten bîr ses duymuştu; bu ses uLütuf bulmuş selâm sana, kadınlar arasında bereket bulmuş, Allah seninle olsun”, diyordu. Etrafına bakmdığında kimseyi görememişti. Korkarak evine girmiş; bir süre sonra önünde bir melek görünmüş ve hamile kalacağını söylemişti. “Rabbin gücü seni gölgeleyecek” demişti. [374]

Bir süre sonra Meryem’in bakımını üstlenen amcası oğlu, yaşlı Marangoz Yusuf onun hamileliğini fark eder. Durumu kendisiyle konuşur, fakat Meryem’in söyledikleri onu tatmin etmez. Ertesi günü durumu akrabalara açıklamak isterse de, gece gördüğü rüya onu bu düşüncesinden geri çevirir; aile şerefini korumak için, nişanlanıp evlenmeye karar verir ve evlenir. [375] Çocuğun doğumu yaklaşınca, Hz.İbrahim ve Hz.Musa için anlatılan hükümdarın egemenliğini sona erdirecek bir çocuğun doğacağı kehaneti İsa için de öngörülür. Doğacak çocuğu ölüm tehlikesinden korumak için, Yusuf ve Meryem vahiy üzerine Mısır’a kaçmak üzere yola çıkarlar. Bebek yolculuk esnasında ailenin geceleyin sığındığı bir ahırda doğar.

İsa’nın doğumunda etrafın mucizevi olarak aydınlanması üzerine, gecenin karanlığında duruma şahit olan çobanlar aydınlanan ahıra doğru koşarlar ve hayvanların yemliğinde yatan bebek İsa’yı görürler. Bebeği selamlayarak Tanrı’ya şükrederler. [376] Ayrıca üç hakim kişinin de yıldızları takip ederek bebeği buldukları ve saygı gösterdikleri de anlatılır. Taharet gününün sona ermesinden sonra çocuğun Kudüs’e kurban takdimi ve sünnet için götürüldüğü, Mabet’te sünnet edildiği ve bu sırada Simeon adında hikmet sahibi bir kişinin bebeğin istikbalini tanıdığı ve övücü şeyler söylediği anlatılır. [377]

Daha sonra Mısır’a giden aile bir süre orada kalır. Vali Herodos’un ölümü ve tehlikenin geçmesinden sonra Filistin’e Nasara’ya geri döner. [378] Yolda yiyecek ve içecek zarureti ile karşılaişınca, mucizevi olarak yanlarında bir dere ve taze meyveli hurma ağacı oiuşuverir ve ihtiyaçlarını karşılarlar. [379]

Meryem’in İsa’ya Yusuf la nikahlanmadan önce hamile kaldığı rivayetleri sebebiyle günümüzün ekseri mezhepleri Yusuf’u biyolojik baba olarak kabul etmezler. [380] Markos İnciline göre, İsa’nın dört erkek, en az İki ya da üç kız kardeşi vardır: “Meryem’in oğlu ve Yakub’un, Yoses’in, Yahuda ‘nın ve Simon’un kardeşi, dülger, budeğilmi? Kardeşleri bizimle burada değil mil [381] ayetinde anılan kişiler Yohanna’ya göre (XIX,25) İsa’nın kardeşleri değil, kuzenleridir. Ancak bu konuda da mezhepler arası görüş farklılıkları vardır. Protestan mezhebi bu evliliği gerçek evlilik ve İsa’nın babasını da Yusuf sayarken, Katolik mezhebi bu evliliğin formalite bir evlilik olduğunu, Yusuf la Meryem’in iki kardeş gibi bir evde yaşadıklarını, İsa’ya isnat edilen erkek ve diğer kız kardeşlerinin manevi kardeşler olduklarını savunur. Kur’an İsa’nın doğumu konusunda Katolik mezhebinin görüşüne paralel, İsa’nın babasız olarak Meryem’de yaratıldığını, Meryem’in de iffetli bir hanım olduğunu; Adem’i annesiz ve babasız yaratan için, onu babasız yaratmanın çok daha kolay olduğunu söyler. [382] Ancak İsa’ya hamileliğinden sonraki nikah ve diğer kardeşler konusunda olumlu veya olumsuz bir görüş beyan etmez.

Hz. Meryem ve İsa hakkında Kur’an’da haber verilen bilgilerin bir kısmı Hıristiyanların sahih saydıkları, resmi İndilerde yoktur. Bu haberlerden bazılarına Kilisenin apokrif (uydurma) saydığı İbrani Tomas ve Yakub İndilerinde rastlanır. [383] Batılılar buniara “Çocukluk İnciüeri” derler,    günümüze çok az nüshaları ulaşabilmiştir.

Hz. İsa’nın delikanlılığa geçiş ve eğitimi konusunda ne İndilerde ne de başka kaynaklarda hiç bir bilgi yoktur. İlk haber 12 yaşma geldiğinde ailecek Kudüs’e Fısıh Bayramı için gittiğidir; bir süre orada kalırlar, dönüş zamanı gelince İsa’yı bulamazlar. Ararlar ve ancak üç gün sonra onu mabette rahiplerle tartışırken bulurlar. [384] Kilisenin uydurma saydığı İbrani Tomas İncili’nde bazı mucizevî haberler de anlatılır ve bunların bir kısmına Kur’an’da da işaret edilir. Örneğin 5 yaşında bir derenin kenarında çamur oynarken, 12 serçe figürü yaptığı ve özellikle de günün cumartesi oluşu sebebiyle babası (sayılan) Yusuf a şikayet edildiği, Yusuf un çocuğun yanına gelip azarladığında, İsa’nın “Gidiniz” sözü üzerine serçelerin gerçek kuşa dönüşerek ve bağrışarak uçup gittikleri, çevredekilerin şaşırdıkları beyan edilir. [385] Yine henüz 5 yaşında iken, çevrenin en meşhur öğretmenleriyle onları şaşırtıcı tartışmalara giriştiği, [386] çocuk yaşta ölüleri dirilttiği, körü ve abraşı iyileştirdiği haberleri anlatılır. mutabakat yoktur. [387]

İndiler arasında bu konuda tam bir İncillerdeki ikinci gurup haber, Hz.Yahya’nın kendisini Ürdün nehrinde vaftizi ve İsa ile karşılaşma sahnesidir. [388] İncil rivayetlerine göre, vaftiz esnasında Kutsal Ruh güvercin şeklinde gelip onun başına konmuş ve gökten “Benim sevgili oğlum budur, ondan hoşnudum” diyen bir ses işitilmiştİr. Ayrıca Yahya da: “Ben sertin tarafından vaftiz olunmaya muhtacım, sen bana mı geliyorsun? diyerek (İsa’nın) önüne geçmek” istemiş ve beklenen mesİhin o olduğunu söylemiştir. [389] Bu olay İsa’da Mesihlik şuurunun doğmasında ilk etken rolü oynamış olmalıdır.

İsa’nın tebliğ görevine başlaması Hz. Yahya’nın tutuklanmasından sonradır. Gezici vaiz olarak tebliğ bayrağını açmıştır. Bu sıralarda 30 yaşlarında olduğu tahmin edilmektedir. O da selefi gibi, insanların günahlarından tövbe etmelerini istiyor ve Ahir Zamanda kurulacağına inandıkları Tanrısal Krallık in yakında gerçekleşeceğini, ona hazırlık gerektiğini haber veriyordu. [390] Kendisine sadakatle bağlanmış Havarileriyle insanları çevresine topluyor, gelecek günlerden bahsediyordu. Kendisine gelen vahyin kendisi veya başkaları tarafından yazılması, kaydedilmesi için her hangi bir gayret göstermiyordu. Tevrat’a bağlılığını ifade ediyor, ancak yeni bir kitaptan bahsetmiyordu. İbadet ve davranışlar yönünden tamamen Yahudi toplumunun bir üyesi idi. Vaazlarında ve davranışlarda ahlâkî derinüliği ve gelecekte kurulacak Tanrısal Devleti vurguluyordu. Bu sırada kendisinden mucize bekleyenlere, halk arasında yaygın hastalıkları tedavi ederek”. [391] az bir yiyecekle büyük kalabalıkları doyurarak [392] deliller gösteriyordu. Tebliğleriyle ilgili en meşhur hitabeti Zeytin Dağı vaazıdır:

  1. Benim   uğruma   insanlar   size   sitem   edecekleri,   eza eyleyecekleri ve size karşı yalan yere her türlü fenalığı söyleyecekleri zaman, size ne mutlu! Sevinin ve meserretle coşun, çünkü göklerde karşılığınız büyüktür. Çünkü sizden önceki peygamberlere de böyle eza ettiler. Sanmayın ki, ben şeriatı yahut peygamberleri yıkmaya geldim, ben yıkmaya değil, fakat tamam etmeğe geldim. Çünkü doğrusu size derim: Gök ve yer geçip gitmeden, her şey vaki oluncaya kadar, şeriatten en küçük bir harf veya bir nokta bile yok olmayacaktır. Bundan dolayı bu en küçük emirlerden birini kim bozar ve insanlara öylece öğretirse, göklerin melekutundan kendisine en küçük denilecektir ve onları kim yapar ve öğretirse, göklerin melekutunda kendisine büyük denilecektir. Zira size derim ki, salahınız Yazıcılar ve Farisilerinkinden ziyade olmazsa, göklerin melekutuna hiç girmeyeceksiniz-İşittiniz ki, eski zaman adamlarına denildi “Katletmeyeceksin”, ve kim katlederse, hükme müstahak olacaktır. Fakat ben size derim: Kardeşine kız.an her adam hükme müstahak olacaktır …kim ahmak derse, cehennem ateşine müstahak olacaktır. İmdi, takdimini mezbahta arz ederken, kardeşinin sana karşı bir şeyi olduğu hatırına orada gelirse, takdimini orada mezbahın önünde bırak ve git, önce kardeşin ile barış ve o vakit gel, takdimini arz et. Hasmınla yolda beraber iken onunla çabuk uyuş da hasmın seni hakime, hakim de seni memura vermesin ve zindana atılmayasın. Doğrusu sen mangırı ödeyinceye kadar oradan çıkmazsın.

Zina etmeyeceksin denildiğini işittiniz. Fakat ben size derim: Bir kadına şehvetle bakan her adam zaten yüreğinde onunla zina etmiştir. Ve eğer sağ gözün sürçmene sebep oluyorsa, onu çıkar ve kendinden at, çünkü senin için azandan birinin yok olması, bütün bedenin cehenneme atılmasından iyidir. Ve eğer sağ elin sürçmene sebep oluyorsa, onu kes ve kendinden at, çünkü senin için azandan birinin yok olması bütün bedeninin cehenneme gitmesinden iyidir. Ve kim karısını boşarsa, ona boş kağıdını versin, denilmiştir. Fakat ben size derim ki, zinadan başka bir sebeple karısını boşayan adam onu zaniye eder ve kim boşanmış kadınla evlenirse, zina eder.

Ve yine eski zaman adamlarına: Yalan yere and etmeyeceksin ve andlarım Rabbe ödeyeceksin, denildiğini işittiniz. Fakat ben size derim: Hiç and etmeyin, negök üzerine, çünkü o Allah’ın tahtıdır. Ne yer üzerine, çünkü onun ayaklarının basamağıdır. Nede Yerusalim üzerine, çünkü o, büyük kralın şehridir.

Göz yerine göz, diş yerine diş, denildiğini işittiniz. Fakat ben size derim: Kötüye karşı koyma, ve senin sağ yanağına kim vurursa, ona ötekinize çevir. Ve eğer biri seninle mahkemeye gidip senin gömleğini almak isterse, ona abam da bırak Ve kim seni bir mil gitmeğe zorlarsa, onunla iki mil git Senden dileyene ver, senden ödünç isteyenden yüz çevirme.

Sen komşunu sevecek ve düşmanından nefret edeceksin, denildiğini işittiniz. Fakat ben size derim: Düşmanlarınızı sevin, ve size eza edenler için dua edin ki, siz göklerde olan Babanızın çocukları olasınız. Zira o güneşini kötülerin ve iyilerin üzerine doğdurur ve salih olanlar ile olmayanların üzerine doğdurur, ve salih olanlar ile olmayanların üzerine yağmur yağdırır. Çünkü eğer sizi sevenleri severseniz ne karşılığınız olur? Yalnız kardeşlerinizi selamlarsanız, fazla ne yapmış olursunuz? Putperestler de öyle yapmıyorlar mı?.

İmdi sadaka verdiğin zaman, ikiyüzlü adamların insanlardan hürmet görmek için, havralarda yaptıkları gibi, önünde boru öttürme. Doğrusu size derim: onlar karşılıklarım aldılar. Fakat sadaka verdiğin zaman, sol elin sağ elinin ne yaptığım bilmesin de , sadakan gizli olsun, gizlide gören Baban da sana ödeyecektir.

Dua ettiğin zaman da ikiyüzlüler gibi olmayın, çünkü İnsanlar kendilerini görsünler diye, havralarda ve köşe başlarında durup dua etmeği severler. Doğrusu size derim: onlar karşılıklarını aldılar. Fakat sen dua ettiğin zaman kendi iç odana gir ve kapını kapayarak gizlide olan Babana dua et, gizlide gören Baban sana ödeyecektir. Dua ederken putperestlerin ettiği gibi boş tekrarlar yapmayın, zira onlar sanırlar ki, çok söylemeleriyle işitilecekler. Bundan dolayı onlara benzemeyin, çünkü babanız nelere ihtiyacınız olduğunu siz ondan dilemeden önce bilir.

Ve oruç tuttuğun zaman, ikiyüzlüler gibi surat asmayın, zira onlar oruç tuttuklarım insanlar görsünler diye suratlarını asarlar.

Yeryüzünde kendinize hazineler biriktirmeyin ki, orada güve ve pas yiyip bozar, ve orada hırsızlar delip girerler ve çalarlar. Fakat kendinize gökte hazineler biriktirin ki, orada ne güve ne de pas yiyip bozar, ve hırsızlar orada ne delerler ne de çalarlar. [393]

Hz. İsa’nın vaazlarının dinleyicileri ve takipçileri her geçen gün artı- yordu. Şeriatın geleneksel ve şekilsel tatbiki tenkit ediliyor, onun manevi içeriğine ve ihlâsa dikkat çekiliyordu. Bu konular Yahudi Yüksek Meclisini (Sanhedrium’u) rahatsız ettiği gibi, yakında kurulacak Tanrısal Krallıktan söz etmesi de Roma Valisini rahatsız ediyordu. Doiayısiyle bundan hem Sanhedrium hem de devlet endişeleniyordu.

İsa’nın tebliği iki ana konuda yoğunlaşıyordu: Mesiyanizm ve Şeriat.

3. 1- Mesiyanizm (Mehdilik)

İsa’nın elçiliğinin temel içeriği, Tanrısal görevle gelecek Mesih hakimiyetinin artık kapının önünde hazır olduğu haberiydi. İsa müjdesinde, “Sizin gördüğünüz şeyleri gören gözlere ne mutlu. Çünkü size derim ki, çok peygamberler ve krallar sizin gördüğünüz şeyleri görmek istediler, göremediler ve işittiğiniz “Fakat ben Allah’ın parmağıyla cinleri çıkarıyorum, bu halde Allah’ın Melekutu (Devlet ve hakimiyeti) üzerinize gelmiştir” diyerek, kendini mucizeleriyle savunmaya çalışıyordu. Kendinin beklenen Mehdi (Mesih) olduğuna işaret ediyor, ‘Ve kim bende sürçmezse, ona ne mutlu” diyordu. Bahsedilen mucizelerin tarihi hakikati sorusunu, bir karara bağlamak mümkün değildir. Ancak İsa’nın bîr kurtarıcı olarak Filistin’de kurulacak Tanrısal Mesih devletinden haber vermesi birinci derecede tebliğ hedefini gösterir.

İsa’ya göre, dünyayı değiştirmek Tanrı’nın vazifesiydi. Onun yaptığı şey ise, yaklaşan Tanrısal Devleti ve Hesap Gününü müjdelemesiydi. Fakat vazifesi, yalnız müjde ve tebliğle bitmiyordu. O’nun varlığı ahir zamanın bir işareti ve beklenen günün bir vasıtasrydı. Bundan dolayı O, etrafındaki küçük bir gurupla Kudüs’e giderek, Mabed’i, kutsal olmayan şeylerden temizlemek için, işgal etmişti. Oradaki satıcıları ve dilencileri kovup çıkarmıştı. Yine, cemaat rivayetlerinden anlaşıldığına göre, Paskalya Bayramım adamlarıyla kutlarken durumu aydınlatıcı bir konuşma da yapmış ve gelecek Paskalyayı Tanrısal Devlet’de birlikte kutlayacaklarını haber vermişti.

Tanrısal Devlet ve hakimiyet ne idi? O, acıklı olayların beklendiği, ahir zamanda meydana gelecek, kıyamet Öncesi 1000 sürecek bir İhtişam ve cennet hayatının başlangıcıydı. Önce, milli Yahudi politikacılarının tasvir ettiği ümitler hakikat olacak, yabancı hakimiyetler yıkılacak, Davud Krallığı tamir edilecek ve bütün Yahudiler mukaddes topraklarda toplanacaktı. Bu sebeple, Mesih ve Ahir Zamandan haber veren yazılarda, Ahir Zamanın olağan üstü hadiselerini ve Mesih faaliyetlerini tasvir eden, özel bir literatür gelişmişti. Mesih’in gelişi, haşir, insanların kalplerinden kötülük eğilimlerinin ve acılarının çıkarılışı, peygamberlerin vaad ettiği yeni kalplerin takılması vs. gibi olağanüstü olaylar bekleniyordu. Böylece, Tanrısal Kral, yani Mesih yeryüzüne hakim olacak, öVun ismi ve arzusu, yegane İsim ve arzu olacaktı. Değişen dünyanın tfu hali, bir nevi günahsız dünyanın Cennetteki başlangıcı olacaktı.

Yahudiler arasındaki çeşitli fikir akımları, İsa zamanında birbirine karışmıştı ve bunları birbirinden ayırmak çok güçtü. Eğer İsa, gelmekte olan Tanrısal Hakimiyetten bahsediyor ise, O, bunların hepsini beraber düşünüyordu. Fakat, zaman ve mekan tesbiti gibi bir ayırımı ve özleştirmeyi kabul etmiyordu. İlahi hakimiyetin birdenbire, gece dolaşan bir hırsız gibi, ansızm gelivereceğini ve o anı çağdaşlarının yaşayacağını, haber veriyordu. Fakat bütün bu bekleyişlerin hiç bîri gerçekleşmedi. Özellikle Havariler Cemaatının beklediği gibi, henüz kendi hayatlarında İsa’nın dünyaya geri dönerek, vaad edilenleri gerçekleştireceği hesabı, bir netice vermedi. Havari Petrus, Her şeyin sonu yaklaştı, Yohanna, son saattir, Paulus, Rab Yakındır diyerek, hayatları boyunca cemaatlarını sakinleştirmeye ve ümit vermeye çalıştılar. Zamanımıza kadar aradan uzun yıllar geçmesine, hiç bir değişiklik olmamasına rağmen, milyonların gönlüne yerleşen îsa, hala müjdelenen Tanrısal Mesih devletini kuracak kişi sayılmaya ve beklenmeye devam etmektedir.

Müslümanlar Hz. İsa’nın bu “Tanrısal devlet ve hakimiyeti” konusundaki haberlerini, ahir zaman ve kıyametin yaklaşması, ahiret hayatı müjdeleri olarak anlarlar. Konunun içeriğinin yorumunda Hıristiyanlardan ayrılırlar. Hıristiyanlığa paralel bazı hadis kitaplarındaki rivayetlerin de zayıf veya uydurma olduğu kanaatmdadirlar. Kıyamet ve Haşir öncesi, ölümün ortadan kalktığı 1000 yıllık Mesih saltanatı diye bîr durum kabul etmezler. Hz. İsa’nın mesih ismini de makam ve görev ismi değil, ona verilmiş özel bir isim olarak anlarlar.

3. 2- Şeriat Sorunu

İncil yazarlarından Matta, sıhhatında şüphe edilemeyecek bir sözü rivayet eder. Büyük bir ihtimalle, Hz. İsa’nın en eski sözlü rivayet mecmualarından alınmış olmalıdır: “Sanmayın ki ben şeriatı yahut peygamberleri yıkmaya geldim, ben yıkmaya değil, bilakis tamamlamaya geldim” Bu sözün kaderi Eski Kilise’de çok yönlü oldu. Aşırıya kaçmaksızın, bütün Hıristiyan inanç tarihinin bu cümlenin tefsirleri üzerine bina edildiği söylenebilir. Eski kiliseler de bu cümleyi anlamaya çalışmışlar, Ebionitler hariç hiç biri Eski Ahid şeriatını takip etmemişlerdir. Marsiyon bu cümleyi yalanlama ve Hz. İsa’nın sözü olmadığını söyleme cesaretini göstermiştir.

Bu cümlenin tefsir tarihi çok önemlidir. Çünkü, İsa Mesih Kilisesinde Yahudi şeriatının geçerli olup olmadığı, tamamen bu cümlenin anlaşılmasına ve kabulüne bağlıdır. Bu cümle ile Hıristiyanlığın, Yahudiliğe bağlanması muhtemeldi. Kilise bu soruya her zaman geçerli olabilecek, karmaşık bir çözüm yolu buldu. Buna göre İsa, Eski Ahid kanunlarını kısaltarak muhafaza etmiş ve yenilemişti. On Emir etrafında ibadet ye merasim kanunları devam ederken, ahlak kanunları gelişmiş oluyordu. Anlaşıldığı kadarıyla Hıristiyanlık, daha çok İsa’nın tutumunu kendisine prensip edinmiş, lâfza bağlı kalmamıştır.

O halde, Matta İncİl’indeki “Bilakis tamamlamak için geldim”, sözünü nasıl anlamalı idi? “Eski Ahid’de denildi, fakat ben size diyorum ki” sözüyle, İsa Hz. Musa’ya karşı olmuyor muydu? Yahut, yeni bir şeriatın esaslarını mı vermek istiyordu? Veya Eski Ahid kanunlarının ağırlığını, tatbikat imkansızlığını mı söylpmek istiyordu?

Sorunun cevabına kısmen Zeytin Dağı vaazı ışık tutar: O, dinleyicilere Allah’ın arzularını Öğretmek ve eskiden bilinen Tevrat Kanunlarını esas gayesine götürmek istiyordu. Gayesi, şeriatı bir takım fazlalıklarla ziyadeleştirmek ve tatbikini güçleştirmek değildi. Günlük hayatın alışılmış kanunları ötesinde, Allah’ın hakiki isteklerine dikkat çekmek istiyordu. İsa, ne şeriatı ziyadel eştin yor, ne de ruhtan uzak şekilsel tatbikini teklif ediyordu.

Hz. İsa’nın şeriatla ilgili tebliğine Kur’an da ışık tutar, nitekim Tevrat’tan Önümde bulunanı doğrulayıcıyım. Size haram kılınmış olanın bir kısmını sîze helal yapacağım demektedir [394] ki, bu ayet İsa’nın Şeriatın ağırlığını hafifletmek ve Zeytin Dağı vaazında açıkladığı şeriatın içeriğine, ahlakî kalite ve samimiyet getirmek İsteğini yansıtmakta, şekilsel hukuk kuralları yerine, içten gelen dindarlığı, ihlası, takvayı öne alma gereğini vurgulamaktadır.

3. 3- Hz. İsa’nın Tebliğ Alanı

Hz. İsa’nın elçiliği daha çok Yahudilere yönelikti. Arada sırada Yahudi olmayanların isteklerini yerine getirmekle beraber, hizmetinin ağırlık merkezi Yahudilerdi: “Ben İsrail evinin kaybolmuş koyunlarından başkasına gönderilmedim” [395] , sözüyle bunu ifade ediyordu. Tanrısal devleti müjdelemek için, havarilerini yalnız Yahudilere gönderiyor ve onları açıkça uyarıyordu: “Milletler yoluna gitmeyin ve Samirileri’in şehirlerinden hiç birine girmeyin, fakat daha çok İsrail Evinin kaybolmuş koyunlarına gidin ve giderken, Göklerin Melekutu (Tanrısal Devlet) yakındır diye vaaz edin” diyordu. İndilerin haberleri de, İsa’nın hayatı boyunca Yahudilik sınırlan içinde kaldığını göstermektedir. Günümüz Hıristiyanlanna göre, göklere yükselen İsa sonradan talebelerinin diğer milletlere mensup halklar arasında da vazife yapmalarını onlara vahyetmişti: “Bütün dünyaya gidin, İncil’i bütün varlıklara vaaz edin”, demişti. Putperestler arasındaki misyon çalışmaları Paulus’un cemaata girmesinden sonra başlamıştır. Başlangıçta ilk hedef Yahudiler’di, daha sonra tebliğ çalışmalarının ağırlığı, Filistin dışındaki Yahudileri Hıristiyanlığa kazanma yoluna çevrildi. Bu arada putperest misyonuna yer verildi.

Kanaatimızca Hz. İsa’nın başlangıçtaki sınırlı hareketi, çekirdek cemaatını Yahudilerden kurmak, daha sonra bu merkez cemaat etrafındaki tebliğ çemberini genişletmek olmalıdır. Tebliğinin kendi milletince daha kolay anlaşılabileceğini ümit etmiş olmalıdır. Yoksa Tanrının görevlendirdiği bir elçinin insanlar arasında ayırım yapması düşünülemez. Nitekim Kur’an:

“Allah, kemlilerine Kitab verilenlerden ‘onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, gizlemeyeceksiniz!” diye söz almıştı. Fakat onlar, verdikleri sözü arkalarına attılar…” buyurarak görevin yalnız bir millete, kabileye değil, tüm insanlığa tebliğ olduğunu vurguluyor. Başlangıçtaki sınırlandırıcı yorum ve rivayetlere açıklık kazandırıyor. Diğer milletlere tebliğ görevini sürdürmeyerek, Tevrat’ı Yahudi kavmine has kılan anlayışı tenkit ediyor. Dolayısiyle İncildeki sınırlayıcı ayetlerin özel şartlarda geçerli olabileceğine işaret ediliyor.

3. 4- Dünyadan Ayrılışı Ve Değerlendirmeler

Hz. İsa’nın cumartesi yasağına rağmen hastaları tedavi etmesi, şeriatın zaruret hallerinde yumuşatılabileceğine işaret etmesi, geleneksel Yahudiliğe karşı gelmek demekti. İsa şekilsel dindarlık aleyhinde konuşuyor, Yahudi Meclisi görüşlerine pek itibar etmiyordu. Etrafına toplanan kalabalıklara vaaz ediyor, yeni yorumlar yapıyordu. Bu davranışlar idareci çevrede hoşnutsuzluk yarattı. Özellikle Mesİhlik iddiası, bu hoşnutsuzluğu daha da artırdı. Henüz tebliğe başlayalı üç beş sene kadar olmuştu ki, tutuklanarak daha fazla güçlenmesinin önüne geçilmek istendi. Rivayetlere göre, 12 Havarisinden bîri olan Yahuda İşkariyot’un yardımıyla yakalandı ve kararı önceden verilmiş Yahudi Yüksek Mahkemesinde yargılandı. İdama mahkum edildi. Hükmün infazı için, Roma Valisi Pontius Pilatus’a teslim edildi. Yine idam cezasına çarptırılmış iki eşkıya ile birlikte çarmıha gerilerek idam edildi. [396] İndilerde bu sahneler acıklı bir şekilde tasvir edilirler.

Yine İndilerin tasvirine göre, haça gerilerek ölen İsa’nın cesedi, annesi ve şakirtleri tarafından teslim alınarak cuma günü akşam öncesi gömüldü. Cumartesi gününü sükunetle geçiren annesi ve şakirtler Pazar günü sabah erkenden kabir ziyaretine gittiklerinde, kabrin açılmış, üzerine sarılmış kefen bezlerinin etrafa atılmış ve cesedin de olmadığını gördüler. Endişe ile cesedi ararken, İsa kendilerine göründü ve Allah’ın yanına çıkacağını söyledi. Daha sonraki günlerde de (İsa) yakınlarına ve şakirtlerine görünmeye, mesajlar vermeye devam etti. [397] Daha sonra İsa’nın Hz. İdris ve İlyas gibi göğe yükseldiğine ve Tanrı’nın yanma oturduğuna inanılır.

Kur’an ise, İsa’nın çarmıha gerilmediğini ve işkence ile öldürülmediğini, İsa’nın yerine ona ihanet edenin İsa’nın suretine dönüşmesi sebebiyle İsa zannıyla idam edildiğini, [398] Allah’ın Onu kendine yükselttiğini haber verir. [399] Yine Kur’an onun vefat ettiğini söyler, ancak Hıristiyan kökenli yeni Müslümanların yorumlarıyla gelişen rivayetler ve ona bağlı tefsirler, uzlaştırıcı yeni görüşler ortaya koymuşlardır. “Tanrı katına yükseltilmesiyle” ilgili ayetler ve Meryem suresi 15. Ayetteki “Diri olarak kaldırılacağı gün” ifadesi İsa’nın haşir günü dirileceği yerine, Kıyamet öncesi dirileceği yününde, Hıristiyanlık paralelinde yorumlanmıştır.

“Tanrı katma yükselme” Hz. îdris, Hz. İlyas ve Hz. Yahya için de kullanılmasına rağmen, kimse bu peygamberlerin de Ahir Zamanda geri döneceğini, savunmaz!” [400]  Çünkü Hıristiyanlıkta da böyle bir iddia yoktur.

3. 5- Tanrısal İsa

Hz. İsa’nın Meryem’e “Kutsal Ruh” vasıtasıyla getirilip, Meryem’in babasız hamile kaldığı hakkındaki İncil haberleri [401] ve vaftizde “Allah’ın ruhunun güvercin gibi inip üzerine geldiğini gördü ve işte göklerden bir ses dedi: Sevgili Oğlum budur, ondan razıyım”  [402] “Sen Allah’ın Oğlu isen” [403] ve yine bazı havarilerin ona uluhiyet atfetmesi ve ölümden dirildiği haberleri bazı mezheplerin İsa’yı Tanrısal varlık olarak görmesine ve yorumlanmasına tsebep olmuştur. Günümüzde Katolik, Ortodoks ve bazı Protestan mezhepleri onu, insan şeklinde dünyada yaşamış ve üç Tanrısal şahıstan biri olarak kabul ederler. Bu konuda Hıristiyan ilahiyatında “Kristoloji” tabir edilen bir bilim dalı doğmuştur. İsa’nın uluhiyet ve beşeriliği sorununu ve iki cevherin birbiriyle ilişkisi konularını açıklamaya çalışır. Hıristiyan inanç tarihi bunun tartışmalarıyla doludur. Günümüzde Tanrı’nın Birliği konusu bazı mezheplerce Tanrı’nın İsa’da inkarnasyonu(avatarası); Kutsal Ruh konusu da Tanrı’nın gücünün tezahürü şeklinde yorumlanmaya çalışılır.

4- Mesihlik Beklentileri

Hıristiyanlar İsa’nın ölümden dirildiği, Tanrı katına yükseldiği haberlerine dayanarak, onun Mesihlik görevini tamamlamadan ayrıldığını, tekrar geri dönerek Tanrısal Mesih devletini kuracağını düşünürler ve inanırlar. İlk zamanlar dönüş günlük beklenirken, zamanla yerini haftalık bekleyişe ve pazar gününe bırakılmıştır. Aradan yüzyılların geçmesi üzerine artık bekleyiş, her yıl bilinmeyen bir Paskalya bayramına kalmıştır. Büyük kiliseler beklenen paskalyanın tarihini Allah’a bırakırken, günümüz yeni dini akımları İsa’nın geleceği hakkında yakın zaman kehanetlerinde bulunurlar. Verilen rakamlar gerçekleşmeyince bir gerekçe bularak gelişin yakın bir zamana ertelendiğini cemaatlarına duyururlar. Cemaatlarının “Tanrısal Devlet” heyecanını canlı tutmaya çalışırlar. Bu tasavvurlar müslümanları da etkilemiş, İsa’nın öldürülmediği, Tanrı katma yükseltildiği yolundaki Kur’ an ifadesi, Hıristiyanlık paralelinde rivayet ve yorumlarla Hıristiyan tasavvurlarına yaklaştınImıştır Yorumlar Mehdi tasavvurlarıyla birleşerek Hz. İsa’nın ölmediği, göklerde yaşadığı, Ahir Zamanda Şam’daki Beyazminare’den dünyaya inerek, kurulacak Mehdi devletinde yer alacağı, icraatında Mehdiye yardımcı olacağı yönünde yorumlar gelişmiştir: Ali İmran, 55 ve Maide, 117 ayetlerinde verilen “Ey ha, ben seni öldüreceğim, bana yükselteceğim” ve “Sen beni vefat ettirince onları gözetleyen sen oldun” meallerindeki açıklamaları belirtilen “İsa’nın öldüğü, fakat öldürülmediği” şeklindeki ifadeler dikkate alınmamış, Hıristiyanlık etkili sentezci görüşler yaygınlık kazanmıştır. [404]

4.1- Tanrısal Devlet Yankıları

İsa’nın haber verdiği ve şakirtlerinin de göreceklerini müjdelediği Tanrısal Devletin ve Ahir Zaman olaylarının meydana gelmemesi, ilk cemaatı hayal kırıklığına uğrattı. Haber verilen devrin, Havariler zamanında meydana geleceği kanaati zayıfladı. Ancak, İsa’nın ölüm ve haşir ile ilgili haberler, Ahir Zamanla ilgilendirilerek yorumlanmaya devam etti. Haftanın ilk günü (Pazar), haşir günü, “Rab Günü” olarak kabul edildi. Yine, İsa’nın geri dönmesi ve olağan üstü değişiklikler, pazar gününde bekleniyordu. İsa, ölümden dirildiği gibi, yine bir pazar günü dünyaya geri dönerek olağan üstü devri açacak, bir nevi ahiret hayatını başlatacaktı. Bu sebeple, her gün yapılan “Rabbın Ziyafeti” (Komünyon) ayini, sonraları “Rab gününe” (pazara) bırakıldı. Bu ayin, İsa’nın dönmesi için bir davet, bir rica ve tekrar cemaatla birleşmesinin bayramı sayılıyordu. Ancak, beklenen günün çok uzaması sebebiyle İsa’nın dönüş günü, zamanla senede bir güne, Paskalya bayramına bırakıldı. Bu inancın, 3. Yüzyıla kadar bütün canlılığıyla yaşadığı kaynaklarca sabittir. Yaklaşan günün işareti olarak, bazı yeni yorumlar da ortaya çıktı. Güneşin kararması, Mabet perdesinin yırtılması, zelzele, mezarların açılması ve ölülerin haşri gibi ahir zaman alâmetlerini^ İsa’nın ölümü esnasında meydana geldiği ve artık kıyametin yaklaştığı söyleniyordu.

Yahudi isyanları sebebiyle meydana gelen sıkıntılı olaylar, mabet Per­desinin yırtılması, kutsal yerlerin tahrip edilmesi, ahir zamanın açık alameti sayılıyordu. Ama, haşir durdurulmuştu. Nikodemus İncili’nin yazarı Kudüslü Küril (Cyrill) ve Epifanyüs (Epiphanius), hadiseyi daha da canlı bir şekilde tasvir ediyorlardı. Bunlara göre, halen yaşamakta olan Kudüslüler, 10-15 sene önce ölen akrabalarının mezardan kalkışlarına ve dirilişlerine şahit olmuşlardı. Artık ölmüş babalar, kardeşler sokakta birbirleriyle karşılaşıyor ve şaşkınlıkla birbirlerine, “Sen şuraya gömdüğümüz filan ve filan değil misin?” şeklinde sorular soruyorlardı. Daha sonraki yüzyıllarda, Amfilokiyus İkoniyum gibi, bazı Hıristiyan yazarlar, İsa’nın haşriyle beraber azizlerin umumi haşrini yalanlıyor ve haşir olanların sayısını sadece 500 kişiyle sınırlandırıyordu.

Karışıklığın kaynağı, Kilisenin zaman hesabında idi. II. Yüzyılda yazılan Barnaba Mektubu’nun şahadetine göre, daha ilk devirlerde Yahudilerin zaman teorisi Hıristiyanlarca kabul edilmişti. Tekvin’deki yaratılışın altı günde olduğu rivayeti, eski dünya yaşının dünya hesabıyla 6000 yıla tekabül ettiği şeklinde yorumlanıyordu. 7. bin yılın başlaması ise, Ahir Zamanda mesihle başlayacak rahmet devrinin, Tanrısal Devletin başlangıcı kabul ediliyordu. Bu hesap, Tanrının dünyayı altı günde yaratıp, yedinci günde istirahata çekilmesini temsil ediyordu. Hıristiyanların bu teoriyi kabul etmesi, Ahir Zaman alâmeti olarak yorumlanan; İsa’nın ölüm hadisesini, dünyanın yaratılmasından sonraki 6000 yılın içine yerleştirilmesini gerektiriyordu. Adamantiyus, 6000’nin içine İsa’nın ölüm yılını değil, doğum yılını dahil ediyordu. Zaten 6000’nin sonu, dünyanın sonu olarak kabul ediliyordu. Ancak, beklenen devrin yüzyıllarca geriye kalması, İsa’nın ölümünü 6000’e dahil etme gayretlerini geçersiz kıldı.

  1. Bu mesele, daha Havariler zamanında da cemaatı rahatsız etmişti. Vaad edilen Tanrısal Devlet’in gelmemesi, bazılarının vaftiz edilmelerine rağmen ölmeleri   üzerine   Paulus,   önceden   ölen   müminlerin   yaşayanlardan   farklı olmayacağını, ancak onların yakında geleceği vaad edilen güne kadar mezarlarında bekleyeceklerini, İsa’nın geldiği gün dirilerek yaşayanlarla beraber olacaklarını söylemişti.

Neticede Sositheus, Simon Magus, Yudas Galileus ve Montanus gibi, yeni mesihler ortaya çıkmıştı. Cemaatın hayatı bir hayli karıştı. Montanistler sadece kıyametin yaklaştığını değil, aynı zamanda Semavi Kudüs’ün Firikya’da kurulacağım haber vererek, oraya toplanmaya başladılar. Ailelerinden ayrıldılar. Hippolit (Hippolitus) iki mesihten bahseder: Biri Suriye’de, diğeri Pontus’da (Kuzey Anadolu’da). Bunların teşvikiyle halk tarlalarını ve işlerini bırakarak, mallarını dağıtır, çöle çekilerek ümit edilen Tanrısal Devleti beklemeye başlar. Hatta, Kilise Babaları vaazlarında, “Eğer söylenenler meydana gelmezse, artık Kitaba da inanmayın ve dilediğiniz yolu seçin” diyorlardı. Tabii, bu pervasızca sözler sonucu cemaatın bir kısmı dağıldı. Ümitlerini kaybeden halk: “Biz bunları babalarımız zamanında da duyduk, bakın biz ihtiyarladık, fakat ortada vaadlardan hiç bir şey yok” diyorlardı. Bazıları alayla, “Vaad edilenler nerede? Her şey ataların uyudukları zamandan beri aynı değil mi?” diyorlardı. Bunun üzerine, o günün gelmesi için kiliselerde dua edilmeye başlandı. Zamanla bu ümitsiz konudan ve bekleyişlerden vazgeçildi. Ancak, III. Yüzyılda Firikyah Montanus ve iki kadın peygamber tarafından, konu tekrar canlandırıldı. Mesih’in pek yakında geleceği müjdelendi. Buna göre, Pepuza da (Firikya’da) bir yere, Semavi Kudüs inecekti. Montanus çabucak taraftar buldu ve yankıları bütün kiliseyi çınlattı. Başlangıçta bu hareket, ilk kilisedeki kıyamet bekleyiş ve konuşmalarının yenilenmesiydi. Müjdelenen günü karşılamak için, halk sıkı bir asketik hayat sürmeğe başladı ve sonradan bu cereyan bir mezhep halini aldı. Daha sonra Montanus, kendinin Yohanna İncilinde müjdelenen Paraklet olduğuna inanmaya başladı. Afrikalı meşhur Tertulien dahi 202 yıllarında beş sene bu harekete katılmış ve hizmet etmişti. Nihayet Kilise, bu sorumsuz hareketlere engel olmanın gereğine inandı ve bu sebeple Yohannanın Ahir Zamandan bahseden yazıları dışında, hiçbir kehanet yazısını Yeni Ahid’e almadı. [405] Kilisenin görüşünden ayrılanlar zındıklıkla suçlandı, Kilise dışında bırakıldı. Günümüzde büyük kiliseler bu konu üzerinde pek durmazlar. Ancak Yahova Şahitleri vs. gibi küçük kilise ve mezhepler konuyu bütün canlılığı ile yaşamaya devam ederler.

5-  Kutsal Yazılar

Hz. İsa, içinde doğup büyüdüğü Yahudi cemaatının bir üyesi olarak Tanah’ı (Eski Ahid’i) kutsal kitap olarak görmüş ve ona yorumlarıyla derin anlamlar kazandırmaya çalışmıştır. Vaaz ve tebliğlerinin kaynağı Eski Ahid’ti. Bu sebeple günümüz Hıristiyan kutsal yazılarının ilk bölümünü Eski Ahid oluşturur, ikinci bölümünü ise, İsa’nın ölümünden sonra ortaya çıkan, İsa ve vaazları hakkındaki rivayetleri içeren, Yeni Ahid teşkil eder.

Hz. İsa hayatta iken kendine gelen ayetleri veya aldığı vahiyleri ne kendisi bir yere kaydetmiş, ne de başkalarına kaydetmeleri için emir vermişti. O kendinden önceki kutsal kitaplara bağlı, ancak onlara yeni yorumlar getiren bir ıslahatçı, bir öğretmen görünümünde idi. Talebelerinin Yahudilerce dışlanması ve takibatlar, cemaat içinde yeni bir grup oluşmasına yol açtı. Yargılanıp, İdam edilmek istenmesi ise, İsa Mesih gurubunun Yahudi cemaatından tamamen uzaklaşması ve kopmasına zemin hazırladı. Bu yeni cemaat üyelerinin üstatları Hz. İsa ile ilgili vaaz ve hayat hikayelerini kaydetmeye başlamaları, onun ölümünden yaklaşık 25-30 sene sonradır. Bu kadar geç kalınmasının iki temel sebebi olabilir: Birincisi, o zamanın şartlarında kendinin yazmaya veya yazdırmaya fırsat bulamaması; ikincisi, beklenen Mesih devletinin çok yakında geleceği ümidi ile, bir şeyler yazıp geriye bırakmaya ihtiyaç duyulmaması olabilir. Nitekim kendinden sonra da talebeleri Üstatlarının çok kİsa bir zaman sonra geri döneceği ümidiyle, Üstatlarını yazıyla anlatma ihtiyacını hissetmemişlerdir. İsa’yı ve öğretisini öğrenmek isteyen yeni cemaat üyelerine ve çocuklarına, hatıralarını ve duyduklarını sözlü olarak anlatmayı tercih etmişlerdir.

İsa’nın bir türlü geri dönmeyişi, cemaat içinde vaftiz olan kimselerin ölmeye ve canlı şahitlerin azalmaya başlaması cemaat ileri gelenlerini harekete geçirmiş, çeşitli bölgelerde ve ülkelerde İsa’yı ve vaazlarını anlatan risaleler yazılmaya başlanmıştır. Yazarlar istisnasız ya “Havariler” gibi İsa’yı şahsen tanımış olan, ya “Tâbiûn” gibi onu izleyenlerin ilk kuşağını oluşturan şakirtlerdir. Hıristiyanlar Yeni Ahid’in bütün yazarlarının İsa’nın hayatının görgü tanıkları olduğunu iddia etmezler. Yeni Ahid yazarlarını “peygamber” de saymazlar, ancak yazılarını Allah’ın ilhanlıyla yazdıklarını kabul ederler. [406] Bunlara İnciller ve Havari Mektupları denir. İncil Arapça’da müjde, iyi haber anlamına gelir. İnciller yazılmadan önce  ağızdan  ağıza bir  süre nakledildi. Zamanın ilerlemesiyle İsa Mesih cemaatının büyümesi, yeni görüş ve meşrep ayrılıklarının ortaya çıkması yeni cemaatların kendi indileri ve büyüklerinin mektupları etrafında toplanmalarına ve kayıtlarına yol açtı. Her cemaatın kendi İnanç ve görüşlerini yansıtan İncil ve mektuplar ortaya çıktı.

Ancak şu hususu vurgulamak gerekir ki: “Hıristiyanlar İsa’nın bir kitap, bir İncil getirdiğini kesinlikle savunmazlar”. [407] Bu konuda Müslümanlardan farklı düşünürler. Onlara göre, İsa’nın kendisi Meryem’in vücudunda etekemiğe bürünmüş, insan olmuş tanrı kelamıdır. Dolayısıyla O Tanrı’nın insanlara vahyidir. Hz. Musa’da vahiy “Tevrat Kitabına” dönüştüğü gibi, Hıristiyanlık’ta İsa’nın şahsına dönüşmüştür. Vahyin mesajı İsa’nın hayatı ve vaazlarıdır. İncil ismi verilen eldeki kitaplar Müslümanların anladığı gibi Tanrı’nın İsa’ya vahyi sayılmaz. Onlar ilk devir şakirtlerinin gördükleri veya duyduklarının yazılı kayıtlarıdır. Yaklaşık 60-150 yılları arasında cemaatların İncil yazarlarına “Bize İsa’yı ve olayları anlatın” demeleri üzerine onlar da kendilerine kadar gelen rivayetleri, haberleri top- layıp, kaleme almışlardır. Kendileri nasıl inandılarsa, o şekilde yazıp anlatmışlardır. Müslümanların anladığı anlamda Vahiy değillerdir. Ancak Hıristiyanlar İncil yazarlarının Tanrı’nın ve Kutsal Ruhun lutfu ve himayesi altında bulunduklarına inanmaları sebebiyle, bu yazıların doğruluğuna yazarlarına vahyedildiğine inanırlar ve güvenirler.

5. 1- Sahih Yazılar

Miladın 2. yüzyılında Kilise Büyüklerinden Marsiyon’un kendine has görüşlerini yansıtan bir kutsal yazılar mecmuası hazırlaması ve kendi derlediği yazılar dışındaki İncil ve Mektupları uydurma ilan etmesi, Roma kili- sesini harekete geçirmiştir. Marsiyon’u zındıklıkla dışlarken, kendisi de çeşitli görüşlere ve mezheplere zemin oluşturan İncİlleri ve Mektupları “Sahihler ve Uydurmalar” (Kanon ve Apokrifj olarak ayırma ve değerlendirme ihtiyacını hissetmiştir.

Bunlar üçüncü yüzyılın başından beri, Yunanca yazılan 4 İncil, 27 risale veya mektuplardır. Kilisece, “Havarilerden geldiği ve sahih olduğu” kabul edilir. Bunların İlkini Matta, Markos, Luka ve Yohannanın dört İncil’i teşkil eder. Bir takım ayrılıklara rağmen, bunlardan ük üçünün ana meselelere bakışı birbirine yakındır.  Bu sebeple  ilk üç İncil’e 150 yıldan beri Sinoptik İnciller (Birlikte Bakan İnciiier) denir. Metin araştırma ve tertiplerinden, Markos İncili’nin Matta ve Luka İndilerinin de kaynağı olduğu ve bu üçünün de yine İsa’nın sözlerini ihtiva eden bilinmeyen bir kaynağa dayandığı tespit edilmiştir. Bu üç Sinoptik İncil, zaman bakımından 4. İncil Yohanna’dan öncedir. Dil ve içerik karşılaştırmaları bunu gösterir. Fakat hepsi de, bize verdikleri haberlerden, zikrettikleri nesillerden, felaketlerden çok daha sonra yazılmışlardır. Tarihi muh- tevaları ise, daha ilk zamanlarda kaybolmuştur. Verilen haberler, İsa’nın talebelerinden ağızdan ağıza gelen, sözlü rivayetlere dayanır.

İnciller kaynak olmaları bakımından, ne modern, ne de eski çağ hayat hikayeleriyle kıyaslanabilir. Yazarları, kahramanlarını nasıl düşünüyorlarsa soruşturmalarında nasıl öğrendi ve inandı ise, o şekilde tasvire çalışmışlardır. Bu bakımdan, rivayetler bizi birinci derecede ilgilendiren, tarihi İsa’nın hayat hika­yesi ve tarihi olayların bilgisi değildir. Sinoptik İndilerin yazarları, kendilerine kadar gelen ve içinde İsa’nın da sözleri bulunan rivayetleri, toplu halde bize ulaştırmışlardır. Yohanna ise, bu rivayetler üzerinde kendisi ayrıca çalışarak, yorumlarıyla birlikte İncilini hazırlamıştır.

a- Markos İncili, Hıristiyan araştırıcıların genel kanaatına göre, İndilerin ilkidir. Muhtemelen miladi 63-70 yılları sonunda mabedin tahribinden önce Romalı müminlerin   isteği   üzerine   İncilini   Yunanca   yazmıştır.   Yazarın   esas adı Yuhanna’dır. 12 havariden biri değildi. Yahudi bir aileye mensuptu. Bilgileri havarilerden almış olmalıydı. Mısır’da misyon faaliyetlerini sürdürürken, putpe­restlerin entrikalanyla öldürülmüştür. Markos’un havarilerden Petrus ile birlikte isa’nın uluhiyetinİ kabul etmediği bildirilir. [408] Matta ve Luka Jncillerini hazırlarken Markos İncilinden yararlandığı tahmin edilir. Bunların yanında İsa’nın sözlerini ihtiva eden başka bir mecmuada bulunmalıdır. Bu güne kadar henüz açıklığa kavuşturulamayan bu kaynağı Luka da kullanmıştır. Ayrıca özel riva- yetlere de sahip olmalıdır. [409]

b- Matta İncili’nin yazarı 12 Havariden biridir. Hz. İsa’ya bağlanmadan önce Kafemahum ilçesinde (Celil vilayetine bağlı) vergi memuru idi. İsa’ya bağlandıktan sonra ondan ayrılmadı. Ölümünden sonra da Hıristiyanlığı yaymak için çeşitli ülkelere geziler yaptı. Miladi 62 veya 70 yılında Habeşistan’da bir ok darbesi sonucu şehit oldu. İncilini 60’h yıllarda İbranca veya Süryanca yazdığı, kimliği bilinmeyen biri tarafından Yunanca’ya çevrildiği tahmin edilir.” [410] İsa’nın Şeriatı kaldırmak için değil, geliştirmek için geldiğini vurgulamasıyla dikkatleri çekmiştir.

c- Luka İncili yazarının mesleği hekimlik idi. O, aynı zamanda Yeni Ahid’in 5. kitabı “Resullerin İşlerinin”de yazarıdır. Kitaplarını 60-80 yıllan arasındaki dönemde Yahudi asıllı olmayanlar için Yunanca yazdığı kabul edilir. Bu sebeple yazılarında müşrikleri cezp edici hikayeleri sergiler. Antakya’da Yahudi asıllı bir aileden gelmiştir. Özel kaynağı ile birlikte kendinden önceki iki İncili de kullanmıştır. En önemli kaynağı, üstadı Paulus’tur, kendisine yardımcılık etmiştir. Romalı olduğu görüşünde olanlar da vardır. [411]

d- Yuhanna İncili kendinden önceki üç İncil’den farklıdır. Onlar “Tanrısal Devlet” üzerinde dururlarken, Yohanna   İsa’nın Tanrısallığını vurgular. İncil yazarının havari Yohanna değil, II. yüzyılda yaşayan Filozof Yohanna olduğunu ileri sürenler vardır. Yazar Yeni Eflatuncu görüş etkisinde, İsa’yı “Logos”la özdeşleştirir. İncilini 90-110 yıllarında Efes veya Antakya’da yazdığı tahmin olunur. [412] Ancak bir kısım tarihçiler yukarıdaki İndilerden hiç birinin 3.asırdan önce mevcut olmadıkları kanaatındadırlar. Bu dört İncilin varlığından ilk bahseden kişi, m.s. 209 da Aryus’dur. Daha sonra Klemen Alexandriyanus (m.s. 216) dört incilin kabul edilmesinin gereğini belirtir. [413]

e- Resullerin Mektupları, Yeni Ahid’in İndilerden sonraki bölümüdür. 22 mektuptan oluşur. Birincisi “Resullerin işlerif’”. Luka’ya nispet edilir. 14 mektup Paulusa, geri kalanlarından biri Yakub’a, ikincisi Petrus’a, üçüncüsü Yohanna’ya ve biri de Yahuda’ya aittir. Bu 22 mektuptan başka, “Yohanna’nın vahyi” adını taşıyan bir bölüm daha yer alır. Mektuplar genelde vaaz ve öğreti içerirler. Ancak bunlarda Hz. İsa’nın Tanrılığı şuurlu bir şekilde vurgulanmaya çalışılır.

Mektup yazarları arasında isminden en çok söz edilen 12 mektupla Paulus’dur. Bugünkü kiliselerin babası sayılan enerjik bir zattır. Tarsus’da bir Yahudi ailesinden doğmuş, putperest çevrede yetişmiştir. Önce İsa düşmanlığı yaparken, İsa’nın ölümünden sonra vizyonel bir aydınlanma ile İsa’nın risaletini kabul etmiş, yaptığı yorumlarla İsa’nın Tanrılığını savunarak Hıristiyanlığa yeni bir yön vermiştir. İsa’nın ölümüyle Eski Ahid şeriatının kefaret olarak nesih edildiğini, kaldırıldığım savunmuş, kendini Hıristiyanlığın merkezine getirebilmiştir.

Mektup yazarlarından Yakub, balıkçı Zebedin’in oğludur. Yohanna’nın kardeşidir. Havarilerdendir. Yahudi liderlerin nefretini kazanması sebebiyle 62 yılında recim edilerek öldürülmüştür.

Yahuda, Matta İncili’nde adı geçen Taddeus’tur. Yakub’un küçük kardeşidir. Misyoner olarak gittiği İran’da şehit edilmiştir. [414]

Petrus’un asıl adı Saman’dır. Hz. İsa’nın havarilerindendir. Balıkçılıktan misyonerliğe geçmiştir. 65 yılında Roma’da haça gerilerek öldürülmüştür. Petrus ve öğrencisi Markos’un İsa’nın Tanrılığı hakkındaki iddiaları kabul etmediği rivayetler arasındadır. [415]

Hıristiyanlarca, İndilerin hiç biri Hz. İsa’ya hayatında iken gelmiş bir vahiy olarak kabul edilmez. Mektuplar da dahil Yeni Ahid’in tüm yazılarının İsa ve Kutsal Ruhun ilhamıyla müelliflerine yazdınldığına inanılır. Allah kendini ve isteklerini bu yazılarda açıklamıştır. Buradaki ilham, kelime ve cümle veya metin ilhamı değil, konu ve içerik ilhamıdır.

5. 2- Apokrif İndiler

Hıristiyanlığın sahih sayarak Yeni Ahid’e aldığı metinlerin dışında, sahih saymadığı, uydurma kabul ettiği bazı İndiler ve mektuplar da vardır. Bunların en meşhurları Ebionitler, İbraniler ve Barnaba İncilleridir. Bu İnciller, bugünkü Hıristiyanlığın aksine, Allah’ın birliğini, İsa’nın Allah’ın kulu ve resulü olduğunu, Tanrı olmadığını savunurlar. Ebionitler İncilinden bazı parçalar günümüze gelebilmiştir. Bütıin olmadığı için bu konuda geniş açıklama yapmak güçtür. Eldeki Barnaba İncili 20. yüzyılın ilk yarısında iki ingiliz bilgini olan Londsdale ve Laura Ragg tarafından İngilizce’ye çevrilmesinden buyana sayısız tartışmalara ve incelemelere sebep olmuştur. [416] Yakub İncili, 63 veya 66 yıllarında Romalılarca şehit edilen İsa’nın kardeşi Yakub’a dayanmaktadır. Hz. Meryem’in babası İmran ve annesi Hannanın çocuk hasretleri ve Meryem’in doğusuyla başlar, büyümesi, Hz. Zekeriya’nın himayesine mabede verilişi, evlilik zamanı gelince evleneceği erkekler arasında kur’a çekilişi, marangoz Yusuf’un şansına düşüşü, Kutsal Ruhla hamile kalışı ve İsa’nın doğumu hikayeleri, Kur’an’ın Ali İmran. 3/33-48 ve Meryem: 19/2-35 ayetlerine paralel ve daha ayrıntılı olarak anlatılır. [417] ibrani Tomas incili, Hz. isa’nın çocukluğu ve mucizeleri ile ilgili anlatılanları ve Hz. Yahya hakkındaki haberleri içerir. Al-i Imran ve Meryem Surelerindeki haberlere paralel bilgiler verir. [418] Bu iki İncil’e Hıristiyan bilginlerince “İsa’nın Çocukluk İndileri” denir. İbrani Tomas İncilinden başka, ayrı bir “Tomas İncili” daha vardır. Mısırda 1945 yılında bulunmuştur. Hz.Isa’dan sözler nakleder.[419] Petrus incili, 1886/87 de Yukarı Mısır’da bulunmuştur. Pilatus’un el yıkama sahnesiyle başlar, İsa’nın ölümü ve haşriyle son bulur. [420] Filip İncili, 1945 de Nag Hammadi metinleri arasında Mısır’da bulunmuştur. Hz. İsa’nın sözlerini içerir. Hayat hikayesine yer vermez. Gnostik düşüncenin etkisi kendini hissettirir. [421]

Aynı paralelde, sahih sayılan Yeni Ahit mektupları yanında, sahih sayılmayan Petrus’un, Paulus’un, Yuhannanın, Andreas’ın yaptıklarını hikaye eden kitaplar da vardır. Bunlar muhtemelen 2. yüzyılın sonuna aittirler. Ayrıca Kiemens’in ve Barnabanın yazdığı ilk iki mektuptan, Paulus’a atfedilen diğer iki mektuptan başka da mektuplardan söz edilir. İlk Hıristiyan cemaatınca bunlar sahih sayılmadığı veya Yeni Ahid’e kabul edilmedikleri için, daha sonraki Hıristiyanlarca da sahih sayılmazlar. [422]

6- İlk Cemaat Ve Ayrılıkların Ortaya Çıkışı

Hz. İsa’nın yeni bir din kurmak için ortaya çıkmadığı muhakkaktır. Fakat Kilise, O’nun hayatı ve davranışlarının bir neticesi olmuştur. O, İnsanlara yaklaşan Tanrısal Devletten bahsediyordu. Elçinin başlangıçtaki dinleyicileri, ilk cemaatın çekirdeğini meydana getiriyordu. İlk Hıristiyan cemaatı, İsa’nın ölümden dirilişine imanla, yeni bir Mesih hareketinin nasıl meydana geldiğine şahit olmuştu. Çeşitli çevrelerden toplanan ilk Kudüs Cemaatı, Havariler Tarihi’nin haberlerine göre. Kutsal Ruh’un, Paskalya Bayramında inmesiyle, yabancı dillerde konuşmaya başlamışlardı. İlk cemaat için bu, onların Ahir Zaman cemaati olduklarının işareti idi. Zaten, Yahudilerin bekleyişlerine göre, Ruh’un Ahir Zaman’da İneceği vaad edilmişti. Ancak, Yahudilerin şüphe vereddi, İsa Mesih cemaatinin Yahudilerden ayrılmasına ve bağımsız bir kilisenin kurulmasına sebep oldu. Ardınca da, İlk Hıristiyanlar arasında çarmıha gerilen ve tekrar dirilen İsa Mesih elçiliğinin Filistin sınırları dışına, bütün dünyaya taşınmasının zorunluluğu şuuru ortaya çıktı. Henüz İsa’nın ölümünden 4 yıl geçmişti ki, Paulus’un Hıristiyanlığı kabul etmesi, cemaate yeni bîr hareket ve kuvvet kazandırmakla birlikte, yeni doğmuş Hıristiyan cemaatı arasına, değişik düşünce ve yorum tohumlarının da atılmasına sebep oldu. Yeni yorumlarla karşılaşan cemaat üyeleri farklı iki temel görüş etrafında toplandı. Bu istikbalde meydana gelecek ikiye bölünmenin bir İşareti idi.

İsa’nın aralarından ayrılah az bir süre geçmişti ki cemaat içindeki huzursuzluğu giderebilmek ve eski birliği sağlayabilmek için, m.s. 48/49 yıllarında havariler ve İsa’nın yakınları toplanarak meseleleri müzakere zorunluluğunu hissettiler. Meşhur Havariler Konsili’ni toplayarak görüşmelere başladılar. Ayrılık ve tartışma konuları açıkça ortaya kondu. Hatta Paulus’un Korintlilere Mektubundan Galilea’da özel bîr Hıristiyan gurubun oluştuğu anlaşılmaktadır. Muhtemelen Paulus’dan önce de putperestlikten dönenlerle, Yahudilikten dönenler arasında bazı görüş ayrılıkları olmuştu. Çünkü aynı ırk ve inançtan olup da, sonradan Hıristiyanlığı kabul edenlerin, önceki inanç ve ibadet tasavvurlarının tesirinde kendi aralarında kapalı bir birlik teşkij etmeleri tabii idi. Kur’an’ın Hz. İsa ve geliş gayesi hakkındaki görüşlerinin daha iyi anlaşılabilmesi bakımından bu guruplaşma ve ayrılıkların temellerinin ne kadar derinlere gittiğini ve bu ayrılıkların neler olduğuna değinmekte yarar vardır. Hıristiyan Kilise tarihlerinde bu konuya pek yer verilmez veya belirli bir bakış açısıyla gözlerden uzak tutulmaya çalışılır. Bu sebeple araştırmalar da sınırlıdır.

6. 1- Putperest Kökenli Hıristiyanlar Sorunu

Eski bir Hıristiyan aleyhtarı olan Paulus, Şam yolundaki vizyonunda bulutlar arasında İsa’yı görmüş ve Hıristiyanlığı kabul etmişti. Artık bundan sonra O, kendisinin putperestlere hidayet yolunu göstermesi için, İsa tarafından görevlendirilmiş olduğunu hissediyordu. Putperestlerin Hıristiyanlığa girişinde ortaya çıkacak problemler üzerinde duruyordu. Zaten daha önce de, putperestlerin Yahudiliği kabulünde ortaya çıkan problemler, Yahudilik’de münakaşa edilmişti.

Başta gelen mesele, putperestlikten Yahudiliğe giren bir kimsenin ne derece Musa kanunlarından sorumlu olduğu idi. Yahudi asıllı Hıristiyanlar, daha önce de bildikleri çözüm yolunu (putperestlikten Yahudiliğe girenlerde olduğu gibi), kendilerine örnek alıyorlardı. Eğer Paulus meselenin üzerine gitmese, bu normal bir çözüm yolu idi. Fakat Paulus diğer havarilerin aksine, putperestlikten dönenler için her türlü şer’i teklifi reddediyordu. Hatta Galatya’da ki cemaat, sünnet meselesinde anlaşmazlığa düşmüştü. Yahudi asıllılar, putperestlikten gelenlerin de sünnet olmaları gerektiğini savunuyorlardı. Paulus ise, bunun Yahudi Şeriatinın boyunduruğu altına girmek olacağını, İsa’nın geliş gayesine ters düşeceğini, iddia ediyordu. Bu şeriat meselesi, yeni Hıristiyan cemaatı içerisinde ilk ihtilaf kıvılcımı oldu. Bir kısmı, kurtuluşu iman ve amelde (şeriatta) görerek “Sünnet olmak, Mesih üyeliğinin mührüdür” diyordu. Bu fikri savunanların başında Havari Petrus ve Hz. İsa’nın kardeşi Yakobus geliyordu. Diğer kısım ise, kurtuluşu yalnız imanda görüyor, ameli lüzumsuz buluyordu. Nihayet, konsil vasıtasıyla uzun tartışmalardan sonra cemaat arasında bir anlaşmaya varıldı ve putperestlikten dönenlerin en azından Nuh kanunlarına uymaları gerektiği kabul edilerek, sünnet olmayabileceklerine karar verildi. Ancak Musa Şeriatmdaki dört hususu da kabul etmeleri gerekiyordu. Bunlar: Putlara kesilen veya kesilmeden önce ölen hayvanların etinden yememek, yakın akrabalar ile evlenmemek ve gayr-i tabii cinsi ilişkilerde bulunmamaktı. Bu kanun, Eski Ahid’in Levüiler bölümünün, 17-18. ayetlerinden alınıyordu. Fakat Nuh kanunundaki esaslardan, küfür, hırsızlık, kan dökmek ve adaletsizlik yasakları bildiride zikredilmiyordu. Bunlara uyulması tabii görülmüş olmalıydı. [423]

6. 2- Havari Kavramındaki Anlaşmazlıklar

Havariler İsa ile birlikte aynı sofrada yemişler içmişler, Hz.İsa’nın vaazlarım dinlemişlerdi. İsa havarilerini bizzat kendi seçmişti. Paulus’un Hıristiyanlığa girişinden sonra ise, Paulus’un yeni yorumlarıyla cemaat içinde görüş ayrılıkları doğmuştu. Burada, Paulus’un havariliğinin hukukiliği tartışılıyordu. Havarilerce, Hz. İsa henüz hayatta iken, kendilerini en yakınları olarak seçmişti. Onlar da üstatlarıyla beraber yemişler, içmişler, vaazlarını dinlemişlerdi. Paulus’unki ise vizyona (vecd halindeki bir görüntüye) dayanıyordu. Kabul edilse dahi, bu sadece dünyadan ayrılan üstatla karşılaşma idi. O rüya gibi bir şey idi. İsa’nın dünyevi hayatını görüp tanımamıştı. Bu sebeple, İlk Hıristiyan cemaatında Apostolos (havarilik) meselesi ihtilafa sebep oluyordu. Her hangi bir kimsenin, her hangi bir zamanda Paulus gibi, havariliğini iddia etmesi halinde, havariliğin ölçüsü ne olacaktı ?[424]

6. 3- Cemaat İdaresindeki Anlaşmazlık

Havariler cemaatı, İsa’nın şahsıyla İlgili olarak bir cemaat İdaresinden, cemaat başkanlığının gereğinden bahsederken; Paulus bu ihtiyacı duymuyordu. Cemaat idaresini, ölümden dirilen İsa’nın ruhunun yapacağını iddia ediyor ve cemaat kontrolünü İsa ‘nın Ruhuna bırakıyordu. Tabii ki havarilerce, Paulus’un bu görüşü yadırganıyor, cemaat hayatı için tehlikeli görünüyordu. Bu sebeple İsa’nın kardeşi Yakub’un manevi otoritesine saygı gösteriyorlardı.

6. 4- Komünyon Konusundaki Ayrılıklar

Kudüs Cemaatınca, İsa’nın son akşam yemeğinin hatırası devam ettiriliyordu. Pauîus Hıristiyanlığa girişinde, bu uygulamayı hazır bulmuştu. Ama ona yeni bir anlam getiriyordu. Komünyon ayinindeki ekmeği, İsa’nın gerçek eti ve şarabı da, gerçek kanı olarak yorumluyordu. Komünyon ayinine katılan kimsenin manen olduğu gibi, maddeten de İsa ile birleştiğini iddia ediyordu. Halbuki havarilerce bu, sadece bir hatıradan ibaretti.

6. 5- İsa’nın Şahsı Konusundaki Ayrılıklar

İsa’nın havarileri kendisini peygamberler zincirinin son halkası olarak görürken, Paulus O’nun normal bir insan olmadığını, Tanrının ilk yaratığı ve oğlu olduğu görüşünü savunuyordu. Yahudi kökenliler için bu iddia küfrün ve sapıklığın en büyüğü idi. Eski Helen ve Gnostik kültürle yoğrulmuş putperest kökenliler için ise, tabii ve akla uygundu. [425]

6. 6- İsa’nın Geliş Gayesindeki Anlaşmazlıklar

Paulus’a göre İsa, şeriatı kaldırmak için gelmişti. Çünkü Şeriat günahların kaynağı idi. Şeriat olmasa, günah da olmazdı. Tanrı, Adem’den beri devam edip gelen, ezeli günaha ve şeriat yüzünden işlenen diğer günahlara kefaret olarak, kendi oğlunu dünyaya göndermiş ve kurban etmişti. Artık O’nun kurbanıyia ezeli günah ve şeriat kalkmıştı. Ölümden dirilen Yeni Mesih devrinde şeriat ve günah yoktu.

Paulus’a karşı diğer havariler ise, Matta İncili’nde ifade edildiği gibi, İsa’nın şeriatı kaldırmaya değil, eksikliklerini tamamlamaya geldiğini savunuyorlardı.

Bu suretle, Paulus’un etrafında toplanan putperest kökenli Hıristiyanlarla, İsa’nın kardeşi Yakub’un etrafında toplanan Yahudi kökenliler arasındaki ayrılıklar genişliyordu. İkiye ayrılan cemaatın kollan, kendi içinde gelişiyor ve guruplar arası uçurum kapanmaz hale geliyordu. Bunlardan: Cemaatın çoğunluğunu Yahudi kökenli Hıristiyanların meydana getirdiği ve başlarında İsa’nın kardeşi Yakub’un bulunduğu cemaata tarihte “Yahudi Hıristiyanlar veya Ebionitler” denecektir. Ancak fazla gelişemeyerek zamanla tarih sahnesinden silinmişlerdir. Bu isim, Yahudi kökenli Hıristiyanlan değil, bir mezhebi işaret etmektedir. Paulus etrafında genişleyen gurup ise, her geçen gün biraz daha büyüyerek, bugünkü dünya Hıristiyanlığının tohumu ve temeli olmuştur.[426]

7-  Yahudi Hıristiyanlar Veya Ebionitler

Geniş bir ifade ile Yahudi-Hıristiyan, Yahudi kanından olan bütün Hıristiyanlardır. Fakat bir gurubun veya mezhebin tarifi olarak, bu isim çeşitli anlamlara gelebilir. Bu isimden gaye, bir zamanlar putperestlikten dönen Paulus taraftarı Hıristiyanların büyük kilisesi yanında, ayrı bir gurup teşkil etmiş ve onlardan ayrılmış, özel kaderleri olan bir guruptur. Özellikle, Paulus teolojisi üzerine bina olan kiliselerce, zındıklıkla itham edilmişlerdir. Artık bu isim, Yahudi kökenli bir gurubu değil, bir mezhebi işaret etmektedir. Büyük Kilise’de kalmış Yahudi kökenli kimseler için, bu isim söz konusu değildir. Bunlara Ebionitler de denir.

Meşhur kilise tarihçisi Epifanyus, Yahudi-Hıristiyanlarm çıkışını Kudüs’ün fetih yıllan olarak tarihlendiriyor. Başlangıçlarını ise, hemen İsa’nın ölümünden sonraki ilk Kudüs cemaatına kadar götürürler. Havariler Konsili diye adlandırılan 40/41 veya 48/49 yıllarındaki genel toplantıda, Paulus sebebiyle ortaya çıkan görüşler, ilk cemaatta bir Yahudi-Hıristiyan gurubunun varlığını göstermektedir. Bunlar, daha sonraki yüzyıllarda tarih sahnesinde kîsa bir süre görülecek Yahudi-Hıristiyanların, yani Ebionitlerin ataları sayılabilirler. Çünkü, bu gurup bir müddet sonra Paulus’u zındıklıkla suçlamıştır. Havariler Konsilindeki tartışma sorusu, din değiştireceklerin yeni Hıristiyan cemaatında Yahudi adetlerine uyup veya uymayacakları idi; çünkü havariler hidayeti amele bağlı görüyorlardı. Fakat, hareket noktalan kendini kabul ettiremedi. Konsil, Paulus ve taraftarlarına tavizler vermek zorunda kaldı. Cemaatın başkanı olarak Hz. İsa’nın kardeşi Yakub bulunuyordu, paulus’la aynı fikirde olmamakla beraber, cemaatın tehlikeye düşmemesi için uzlaştırıcı bir yol takip ediyordu. Yakub’un ölümüyle Hıristiyanlar arasında bölünmeler başladı. Daha sonraları Yakub, Yahudi-Hıristiyan efsanesinin kahramanı olmuştur. Onu bir vejetaryen, bir riyazetçi olarak gösterirler. Rivayete göre O, cemaatının günahlarının affı için, Mabette o kadar uzun süre kalmıştır ki, dizlerinin derisi deveninki gibi kat kat olmuştur. Bu aşırı dindarlığından dolayı O, bir nevi Paraklet olarak görülmüştür. [427]

Ebionitler, henüz harp çıkmadan Kudüs’ü terk ettiler. Hicret 66/67 senelerinde Doğu Ürdün’e yapıldı. Hicret hedefi, putperest Pella veya diğer ismiyle Dekapolis idi. Artık Ebionitler, uzun zaman bu sapa gölgede sükunetle yaşayacaklardır. İkinci ana yerleşme merkezleri ise, Kohba şehridir. Burası, Pella’dan sonra kurulmuş olmalıdır. Muhtemelen, bugünkü yerinin Tel el-Amarna olabileceği kanaati hakimdir. Pellanın 30 km. kuzeyine düşer. Daha sonraları Halep ve Şam bölgelerine de yayılmışlardır. IV. yüzyıla kadar suları bol Ürdün yaylalarında veya çöl kenarlarına giren Doğu Ürdün’de yaşamışlardır. Peila’da ilk Katolik piskoposluktan V. yüzyılda söz edilecektir.

Yahudi-Hıristiyanlann, Yahudilerle ilişkileri pek iç açıcı değildir. Yahudiler onları ihanetçiler olarak görüyorlardı. Hatta harpten sonra, onları Havra’daki ibadetlerinden de uzaklaştırmaya başladılar. Artık, Yahudi Cemaatının dışında sayılıyorlardı. Haham Samuel, Sanhedrium’un teklifi üzerine zındıklara lanet duasını yazmıştı. Yahudiler onları, milletlerine ihanetle suçlarken, Romalılar da onları Yahudilerden ayırmıyor ve yedek isyancılar olarak görüyorlardı. Hatta, Trayan’ın 10. senesinde, yani 107 senesinde politikaya karıştırılmış bir şikayet üzerine, yaşlı piskoposlarını vali Atticus çarmıha gerdirmişti.

135 yılında meydana gelen Bar-Kohba isyanına kadar Ebionitlerin 15 piskoposları birbirini takip etmiş olmalıdır. Fakat bunlar hakkında fazla bilgi sahibi değiliz. Üç buçuk sene süren isyanın sonunda, Kudüs’teki Yahudi-Hıristiyan cemaatı fiilen son bulmuştur. Bundan sonra cemaatın başına geçen piskoposun ismi, Markos’tur ve Yahudi asıllı değildir. Tabii ki, Ebionitler Bar-Kohba is­yanına karışmamışlardır. Fakat, hainler olarak hem Romalıların hem de Yahudilerin takibatlarına uğramışlardır ve Kudüs cemaatları son bulmuştur. Doğu Ürdün’de ise, varlıkları 450 yılma kadar bağımsız olarak sürmüştür. Daha sonra görüş ayrılıkları ve bölünmelerle güçleri zayıflamış ve tarih sahnesinden kaybolmuşlardır.

Ancak, Salman-ı Farisi’den nakledilen bir rivayetin, bize Yahudi Hıristiyanların sonu hakkında ışık tutabileceği düşünülebilir. Bu rivayete göre, Salman-ı Farisî henüz Hıristiyan iken, üstadına kendisinin ölümünden sonra kime tabi olması gerektiğini sorar. O da kendisi dışında Hak Dine mensup kimse kalmadığı için, Allah’ın bir peygamber göndermesinin muhtemel olduğunu söyler ve eğer görebilirse ona tabi olmasını tavsiye eder.[428] Salman-ı Farisi’nin İslam’a girişi ve İslamiyet’le Yahudi-Hıristiyanlar arasındaki büyük paralellik bu zatın en son Yahudi-Hıristiyan mümini olabileceği İhtimalini uyandırmaktadır. Bu zat, İslamiyet’ten az önce, yani 550-600 yıllan arasında vefat etmiş olabileceğine göre, Yahudi-Hıristiyanların bu tarihlere kadar varlıklarını koruyabildikleri tahmin edilebilir.

8- Yahudi-Hıristiyanların İnanç Meseleleri

  1. Yahudi-Hıristiyanların İsa ve Havarilerine dayanan en eski Hıristiyan mezhebi olması ve özellikle vahdaniyet konusundaki hassasiyetleri, inançlarının Kur’an’da ki İsa ve Hıristiyanlık görüşlerine paralellik göstermesi, bazı görüşlerini vurgulamamızı gerektirmektedir. Aksi halde Kur’an’ın ortaya koyduğu  vahdaniyet  silsilesi   içinde   bugünkü  Hıristiyanlığı anlatmakta zorlariınz.

8. 1- Cemaat Başkanlığı

Yahudi-Hıristiyanlarca İsa’dan sonra cemaat başkanı, Katolik Kilisesinin iddia ettiği gibi Petrus değil, İsa’nın kardeşi Yakub’tur. Çünkü Petrus, Yakub’a vaazları ve faaliyetleri hakkında senelik rapor verirdi. Bu durum, Yakub’un, Petrus’un amiri olduğunu gösterir. Yahudi meclisini takliden kurulmuş idari teşkilatlarına göre, Yakub’un başkanlığında 70-72 kişilik bir meclisleri vardı. Cemaat işleri burada görüşülürdü. 40/41 yılında toplanan Havariler Meclisinde de , toplantı başkanlığını Yakub yapmıştı. Bu toplantıda Yahudi baş rahibi Kayfas’a karşı, cemaatın sözcülüğünü Yakub yapmıştı. İlk cemaatta İsa’nın halefi Petrus veya Paulus değil, Hz. İsa’nın kardeşi Yakub idi.

8. 2- Havarilik Meselesi

Yahudi Hıristiyanlarca Hz. İsa, 12 havarisini henüz sağlığında seçmişti. Onlara “Havari” unvanını vermişti. Onlarla beraber yemiş, içmiş, dolaşmıştı. Buna karşı, Paulus’un Şam yolunda yaşadığı istiğrak ve vizyon kendisine havarilik yetkisini ve unvanını vermez. Bu sebeple, Paulus’un ölümden dirilen İsa’nın kendisini putperestlere misyoner ve havari tayin ettiğini kabul etmezler. istiğraktaki görevlendirmenin habis bir ruh, şeytan tarafından yapıldığını söylerler. Öğretim, istiğrakla değil, peygamberin şahsından olur derlet. Hatta, Yahudi-Hıristiyan olarak gösterilen Petrus, Paulus’a şöyle der: “Mesele hayalle olacaktı da, Üstat bizimle senelerce neden dolaştı? Onun sana göründüğüne nasıl inanalım? Hem sen onun düşmanıydın, onun aksine düşündüğün halde, o sana nasıl görünür? Peki sen onun bir saatçik görünüşüyle her şeyi öğrendiğini, havari olduğunu söylüyorsun, o zaman onun konuşmalarını söyle, üstatla beraber bulunmuş havarilerle tartışma, onları sev! Eğer sen hakikate yönelmek istiyorsan, önce bizden İsa ‘yi öğren ve bizim yardımcımız ol. “Bu tartışmalardan daha ilk zamanlar Paulus’ la havariler arasında görüş ayrılıkları olduğunu anlıyoruz.” [429]

8. 3- Hz. İsa’nın Durumu

Yahudi-Hıristiyanlarca Hz. İsa, Hz. Musa tarafından müjdelenen, onun gibi bir “Peygamber”edir. Her ikisi de, bazı mucizeler göstermişlerdir, ancak İsa, peygamberden de öte, aynı zamanda Mesih’tir. O ölümden kalkmıştır ve geri gelecektir. Tanrısal devleti kuracaktır.

  1. Kurban   kültünü kaldırmıştır. O şeriatın savunucusudur. Şeriatı ruhuna uygun tatbik etmek istemiştir. Kutsal Kitap’taki değişiklikleri, vahiy olmayan unsurları temizlemek istemiştir. O vahye muhatap bir insandır, peygamberdir. Ancak Tanrı Oğlu vs. gibi ulûhiyet isnatları şirktir, büyük günahtır. Komünyon ayini, bir hatıradan ibarettir. [430]

GÜNÜMÜZ HIRİSTİYANLIĞI

Hz. İsa’nın dünyadan y.33 yılında ayrıldığı rivayet edilir. Bu olaydan 4 yıl sonra da Paulus cemaata katılır. Hz. İsa’nın geliş gayesi ve dünyadan ayrılışı konularına getirdiği yeni yorumlar ve karizmatik yeteneğiyle çevresinde guruplaşmalar başlar. Bazı kaynaklara göre 40/41, bazılarına göre de 48/49 yıllarında toplanan “Havariler Meclisi” tartıştığı konularda bağlayıcı kesin kararlara varamaz. Zaten liderleri ölmüş ve kendileri de takibat altında olan bir guruptur. Meclisin dağılmasından sonra ikna olmayan her iki görüş mensupları kendi yollarında yürümeye devam ederler. Zamanın Yahudi toplumu da mesİyanİzm ve diğer akımlarla, Romalıların siyasi baskılarıyla çalkantı halindedir. Bu toplumsal çalkantılar her iki gurubu kendi içlerinde birbirlerine yaklaştırıp, da­yanışmalarını artırması gerekirken, birbirlerinden de uzaklaşmalarına engel olamadı. Yaklaşan Yahudi İsyanının belirtilerini gören Yahudi-Hıristiyanlar Kudüs’ten ayrılıp Doğu Ürdün’e göç ederken; Paulus’un liderliğindeki putperest kökenliler, köşeye çekilmek yerine İmparatorluğun çeşitli bölgelerine yayılarak, misyon faaliyetlerini sürdürdüler. Her geçen gün sayıları ve güçleri biraz daha arttı.

İlk bağlantı noktaları, henüz tamamen kendilerinden kopmadıkları Akdeniz havzasına yayılmış Yahudi Havraları idi. Yeni mesaja rağbet, Putperestler arasında Yahudilerden daha fazla oldu. Mitra kültü inananları ve felsefe^ğitimİ alanlar daha çok ilgi gösterdiler. Sır dinlerinde öğretildiği gibi^ kurtarıcıya ve kurtuluş yollarına hasret ve arzu, zamanın genel özelliği İdi. Bilhassa sahipsizler, ezilenler, köleler yeni öğretiyle insanlık şerefine ve eşitliğe ulaşacaklarına inanıyorlardı. Bu durum, kadınlar için de aynı idi. Kutsal kitapta ifade edildiği gibi, “Ve Yahudi, ne Yunanlı vardır. Ne de erkek ve dişi vardır. Çünkü Mesih-İsa da hepiniz birsiniz,” Putperest dünya kendi aralarında bilmediği, görmediği yardımlaşmayı, sevgi bağlarını Hıristiyanlıkta buluyordu. Bu da, putperestleri Hıristiyanlığa çeken başka bir unsur oluyordu.

Hıristiyanlık, antik dünyanın küçümsediği fazileti vaaz ediyor ve yeni bir şeyler getiriyordu. İlgisini iç hayata, ruha yöneltmişti. Hayatın hedefini, ölüm ötesindeki dünyaya çevirmişti. Klasik kültürün temsilcileri için, tasavvur edilemeyen ve korkunç olan bu şeyler, halk kütlelerini kendine çekti ve taraftar buldu. Devletle araları açılan pek çok Hıristiyan, bu heyecanla Hıristiyanlıklarını gizleyemedi ve inançları uğruna canlarını feda etti.

1- Paulus

Asıl adı Saul’dır. m.s. 5-15 yıllarında Tarsus’da Yahudi bir aileden doğdu. Hz. İsa’nın ölümünden y. 4 yıl sonra bir istiğrak yaşantısıyla İsa’yı bulutlar üzerinde gördü, onun hitabına mazhar oldu ve Hıristiyanlığı kabul etti. Ancak yeni harekete getirdiği yeni yorumlarla İsavîliği bir Yahudi mezhebi olmaktan çıkararak, ayrı bir din, ayrı bir yol haline getirdi.

Paulus’un cemaata girmesine kadar İsa’nın Havarileri birlikte yaşadıkları İsa’nın vaazlarını, hal ve hareketlerini kendilerine esas alıyor, Yahudilik sınırları içinde bazı fikri konularda yeni yorumlarla hayatlarını sürdürüyorlardı. Eğer Paulus cemaata girmeseydi belki de Hıristiyanlık Yahudilik içinde reformist bir mezhep ve grup olarak hayatını sürdürecekti. Paulus’un cemaata girmesiyle İsa’nın uluhiyeti dile getirildi. Yaşayan İsa’nın hayatı değil, ölen ve ölümden dirileri İsa’nın yorumları ortaya çıktı. Bu yorumlar vurgulanarak günümüz Hıristiyan mezheplerinin de temellerini oluşturan esaslar meydana geldi.

Bu değişim ve gelişimin mimarı Paulus’tur. Yaşayan İsa’nın hayatını inançlarının merkezlerine koyan Yahudi kökenli Hıristiyanlar zamanla tarihten silinirken, Paulus’un yorumlarıyla gelişip, büyüyen Hıristiyanlık dünyayı kaplamış, günümüz Hıristiyan mezheplerinin temellerini oluşturmuştur. Bu sebeple Paulus günümüz Hıristiyanlığının kurucusu sayılabilir. Yeni Ahid’in yaklaşık üçte birini onun mektupları oluşturur ve sahih sayılan indilerin değerlendirilmesinde de onun görüşleri önemli rol oynamışdır. Hıristiyanlığın en eski metinleridir.

  1. Paulus doğum yeri Tarsus’da putperest kültür içinde büyümüştü. I. Gamelyel zamanında Kudüs’de hahamlık öğrenimi görmüştü. Önceleri aşırı bir Ferisi olarak İsa taraftarlarının aleyhinde çalışırken, yaşadığı istiğrak olayından sonra Hıristiyanlığı benimsemiş ve kendini putperestlerin misyonuna adamıştı. Getirdiği yorumlarla cemaat içinde kargaşa yaratmış, 40/41 yıllarında toplanan Kudüs Havariler Meclisinde Tevrat kanunlarının putperest kökenli Hiristiyanlara uygulanmaması gerektiğini kabul ettirmişti. Yine komünyonun İsa’nın Tanrısal bedenini oluşturduğu, ezeli günahı kaldırdığı, putperestler havariliği ile görevlendirildiği vs. gibi ana doktrinler ona dayanır. Zamanın cemaat başkanı sayılan   İsa’nın kardeşi Yakub ve Yahudi   kökenli   Hıristiyanların   İhtilafları sebebiyle misyon merkezi olarak Antakya’yı seçmiş, çalışmalarını putperestler üzerinde yoğunlaştırmıştır. Çalışmalarında Suriye, Anadolu, Yunanistan, Kıbrıs, Roma seyahatlerinde bulunmuştur.

Ancak çalışmaları hem Yahudilerce, hem de Romalılarcazararlı görülerek m.s. 67 yılında Ostia’da başı kesilerek şehit edilmiştir.

2- Hıristiyan İnançlarının Gelişmesi

Hıristiyanlığın putperestler arasında hızla yayılması, Paulus görüşlerinin de gelişmesine ve hakimiyetine yol açarken, Yahudi kökenliler günden güne zayıflayıp tarihten silindiler. Paulus’a göre vaftiz, Mesih’in vücudunda müminlerin hakiki yer alması, Mesih’in ölüm ve haşirinde de kutsal varlık olarak hisse sahibi olmasıydı. O, bu hususta şöyle diyordu:

“Bilmez misiniz ki, Mesih-İsa’ya vaftiz olanlarımızın hepsi, onun ölümüne de vaftiz olunduk. Şimdi onunla beraber vaftiz vasıtasıyla ölüme gömüldük, ta ki Baba’nın izzetiyle Mesih Ölülerden kıyam ettiği gibi, biz de böylece hayat yeniliğinde yürüyelim. Çünkü ölümün benzeyişinde o ‘nunla birleşmiş olduksa, kıyamın benzeyişinde de olacağız.” [431]

Suyla yapılan vaftiz işlemi, Hıristiyanlara ‘ İsa’nın yanında olmalarını, Kutsal Ruh’u almalarını garantiliyordu. İsa Mesih’le beraber ölmüş, İsa ile gömülmüş ve yine onunla beraber ölümden kıyam etmiş oluyorlardı.

İsa’nın Veda Yemeği de kutsal sayılmıştı. İsa’nın son yemeğini sakinleriyle beraber yemesi, Hıristiyanlığın kutsal davranışlarından, ibadetlerinden biri olarak sayılmış ve yerleşmişti. Bu meselede en büyük hisse yine Paulus’undur. Paulus ona, ilahlaşan Mesih ile ziyafet cemaatının birleştiği anlamını vermiştir. Artık, “Akşam Yemeği misafirleri” göklere yükselen İsa’nın sofra arkadaşları oluyor ve İsa’nın vücudundan bir parçayı kendi vücutlarına almış sayılıyorlardı. Ruhen de olsa, onun etini yiyorlar, kanını İçiyorlardı. Paulus yîne, “Kutsadığımtz bereket kasesi, Mesih’in kanına iştirak değil midir? Bir ekmekten hissedarız” diyordu. Hıristiyanlıktaki kurtuluş yahut kurtarma cevheri olan İsa, taraftarlarının da ölüm ve haşirlerine tesir ediyordu. Zaten, Mesih kültünün kutsal hedefi de, bu olmaktadır. Bu tasavvur daha da ileri gidiyordu. Eğer, kutsal Akşam Yemeği’nde hakikaten İsa’nın et ve kanı müminler tarafından yeniliyor ve içiliyorsa, o zaman ekmek ve şarap Mesih’in bedensel varlığının devamı oluyordu. Helenistik inanç ve düşünce tarzına da bağlanabilen bu inanç, eski kilise de çabucak teşekkül etmişti ve Antakyah Ignatius da büyük Kilise Babalarından öyle öğrenmişti. Buna göre ayin esnasında, elementlerin içinde varlığına inanılan tanrı, kurban ediliyordu. Çünkü, rahibin yaptığı Komünyon Ayini bir kurban merasimi idi. Çarmıhtaki kurbanın benzeriydi ve tanrıyla barışmaktı. Bu görüşe Martin Luther itiraz etmiş, yanlış anlama olarak vasıflandırmıştır.

3- Marcion

  1. Putperestler ve Gnostik din taraftarları   Hıristiyanlığa  girdikçe, Hıristiyanlığın yorumlanmasında,  yeni mânâlar kazanmasında büyük rol oynuyorlardı. Eski dinleriyle İlgili bazı düşüncelerini yeni dinlerine katıyorlar ve bazı meseleleri eski din ve kültürlerinin etkisinde yorumluyorlardı. Zaten Hıristiyan cemaatı putperest ve Gnostik mezheplerle iç içe yaşıyordu. Paulus ilahiyatı da, bu gelişmelere imkan hazırlıyordu. Bu şartlar içinde Paulus’u en iyi anlayan Marsiyon’du. Marsiyon’a göre, dünyayı yaratan Ulu Tanrı değil, ondan ayrı bir varlık, Eski Ahid tanrısı Demiurg’tu. Kanun ve yasa koyucusu, baskıcı, kötü nitelikli bir tanrıydı. İsa’nın Babası değildi. Yeni Ahid tanrısı ise, İsa Mesih’ti. Işık aleminin ilahı, merhametli, iyi niyetli idi. Bu dualizm, onu mantıki   olarak   dünyanın reddine, asketik ahlaka yönlendirdi. Fakat Marsiyon’un, Paulus’un yolunda aşırı gidişi, Kilisece yadırgandı ve 144 yılında Kiliseden  çıkarıldı. Marsiyon’un,  “İsa’da yabancı  tanrının göründüğü” dünyanın “Yahudi Tanrısı tarafından yaratıldığı” görüşleri Kilisece “Şeytanın eseri” olarak ilan edildi. Hıristiyanlığı Eski Ahid’ten ayırmak istemesi ve Eski Ahid’ i reddi ise, zındıklık olarak vasıflandırıldı. Bunun üzerine Marsiyon yeni bir kilise kurdu. Sıkı asketik hayat anlayışına ve vücuda karşı olan menfi tutumuna rağmen, büyük bir başarı kazandı. Batı’da 150-190 yılları arasında, Doğu’ da IV.yüzyıla kadar, Katolik ve Ortodoks kiliseleri için büyük bir tehlike oldu. Nihayet imparatorun zındıklar hakkındaki kanunuyla, Marsiyon Kilisesi tarihten silindi.
  2. Marsiyon, Katolik Kilisesi için büyük bir mana ifade eder. Çünkü onun, üzerinde çalışılmış bir Luka   İncilini, Havariler Tarihi’ni ve Paulus Mektuplarını Kilise’nin kutsal kitapları olarak ilan etmesi üzerine, Katolik Kilisesi de kendi kutsal kitaplarını tespit etmek zorunda kaldı. Roma Kili­sesinin ilk havariler sembolü de, iman esasları olarak formüle edildi ve Vaftiz Şahadeti olarak ibadet diline girdi. Dolayısıyla, “Yeni Ahid” yazıları ve “Vaftiz Şahadeti”, Marsiyon’un tahrikiyle resmiyet kazanmıştır. Marsiyon’a galibiyet ise, Büyük kilisenin istikbalde önüne çıkacak muhalif cereyanlara karşı gücünü artırdı. Ancak gnostik etkilerden kendini kurtaramadı.

4- Hıristiyanlığa Baskılar

Hıristiyanlığın İmparatorluk içinde gelişmeye başlaması tepkilerin de yükselmesine sebep oldu. Aslında Roma İmparatorluğu bütün dinler ve inançlar hakkında büyük bir hoşgörü sahibiydi. En azından Yahudilere gösterilen hoşgörü Hıristiyanlar için de geçerli olabilirdi. Müsamahasızlığın kökünde yatan sebep, ne imparator Kültü için kurban kesmemeleri, ne de Roma Tanrılarına ibadetten kaçınmaları idi. Bu sorunlara bir formül bulunabilirdi. Çözümsüz görünen problem Hıristiyanların kendi inançlarının hakimiyetini istemeleriydi, bu devletle Hıristiyanlar arasında bir uçurum meydana getiriyordu. Uzun zamanlar gizlenen sabır ve hukuksal durum, III. yüzyılda İmparator Dakyanus ve Valerian dönemlerinde İmparatorluğa yayılan feci takibatlarla ortaya çıktı ve Hıristiyanlar çok büyük kayıplar verdiler. İslam müfessirleri de Kur’an’ın Kehf suresinde sözü edilen Mağara Ehliyle (Ashab-ı Kehf le) ilgili anlatılan olayların Dakyanus zamanında meydana geldiği kanaatındadır.[432] Nevşehir dolaylarındaki yeraltı şehirlerinde rastlanan kilise kalıntıları da takibat zamanlarında inananların buldukları çözüm yollarının tarihi kalıntılarıdır. Zulümler yalnız roma imparatorluğunda değil, zaman zaman başka ülkelerde de olmuştur.

Mesela Buruc (85/4) suresinde zulme uğradığı beyan edilen “Ashab-ı uhdud” da Yemen’de Himyeri kralı Yahudi Zûnüvas zamanında (5.yy.) Yahudiliğe dönmeleri için ateş dolu hendeklere canlı canlı’atılan Necran Hıristiyanlarının kaderlerine işaret eder. [433]

Hıristiyanlara, dünyaya düşmanlık ve insanları küçük görme isnat ediliyordu. Takdis işlemlerinin ise, ahlâk dışı âyinler olduğu zannediliyor ve üzerlerine her türlü iftiralar atılıyordu. Çaresiz bir azınlık olarak, kendilerine her türlü aşağılama reva görülüyordu. Daha sonraki resmi makamların susması ise, eski tanrıların cezası ve intikamı olarak yorumlanıyordu. Tertulian umumi kin ve öfkeyi şöyle anlatır:

“Eğer Tiber Nehri surlar üzerinden dökülse, eğer Nil tarlaları sulamasa, hava değişmese, zelzele, kıtlık yahut bir salgın hastalık olsa, devamlı surette Hıristiyanlar aslanların önüne, deniyor!” Bu takibatlara kİsa bir süre ara verildiyse de, İmparator Diocletian (Dakyanus) zamanında (284-305), imparatorluğun yeniden düzenlenmesi ve kuvvetlendirilmesi gayesiyle, tekrar Hıristiyan takibatları başladı. 303 yılındaki üç emirnameye göre: Kiliseler yıkılmalı, Kutsal Kitaplar toplanmalı ve ruhaniler zindana atılıp öldürülmelidir”, deniyordu. Bu takibat iki sene sürdü. Sayısız şehitler verildi. Ama bir safhaya kadar geldî ve durdu. Hıristiyan yazarlar bunu “Dalgalar Petrus’un kayalarında parçalandılar”, şeklinde ifade ederler. Zamanla Hıristiyanların sayısı gittikçe arttı, Kilise toplantıları kuvvetlendi ve takibatların da, artık tesiri kalmadı. 313 yılında İmparator Konstantin’in, rakipleri Licinius ve Maxentius’u yenmesinden sonra, serbestlik fermanı ilan edildi. Bu imparatorluk merkezli kiliseye Apostolik (Havarisel) kilise de denmiştir.

5- Konstantin Ve Hıristiyanlığın İmparatorluk Dini Olması

  1. Konstantin 313 yılında hakimiyeti ele almakla ve Hıristiyanlara din hürriyeti tanımakla birlikte kendisinin Hıristiyanlığı kabulü ölüm döşeğinde (m.s. 337) olmuştur. Zamanında imparatorluğun çökme ve gerileme işaretleri görülüyordu. Yeni inançla Konstantin Roma İmparatorluk dünyasına yeni bir güç ve ruh girdiğine inanıyordu. Bu sıralarda imparatorluğunun toplam nüfusu 80 milyon kadardı. 310 yılında yaklaşık bunun %25’i Hıristiyan idi. Fakat, dengesiz bir şekilde dağılmışlardı. Bir kaç eyalette (Anadolu’da) halkm yarısından çoğu Hıristiyanlığı benimsemişti. Mısır, Roma, Aşağı İtalya ve İspanya’da göze çarpan faal bir kilise cemaatı azınlığı teşekkül etmişti. Galya (Batı Britanya), Germanya vs. gibi diğer bölgelere de Hıristiyanlık adımlarını atmaya başlamıştı. Doğu Hıristiyanlığının gelişmesinde ise, Konstantin’in din politikasının oynadığı rol büyüktür. Hoşgörü fermanı ile bütün dinler hürriyete kavuşmuşlardı. Fakat İmparatorluğun bunu takip eden politikası, sosyal kanunları, Hıristiyanlığın resmen imparatorluğa girmesine sebep oldu. Kilise makamlarına alışılmamış yetkiler verildi. Konstantin’in gayelerinden biri de Doğuda Roma’ya alternatif diğer bir başşehir kurmaktı.   Başarılı da oldu. Yakın tarihe kadar kendi ismiyle (Konstantinepolis) adlandırılan bu başşehir İstanbul’du. Putlara kurban yasak edildi. İstanbul’daki piskoposluk makamı İmparatora bağlandı.. Kendisi ekseriya burada oturuyordu. İmparatorun Roma’dan uzakta olması, Papalığın geniş yetkiler kazanmasına sebep oldu. İstanbul Patrikliğine göre daha çok gelişti. Doğu ve Batı arasındaki farklı siyasi şartlar sebebiyle, kiliseler arasında da farklı gelişmeler oldu.

İmparator, İstanbul’da muhteşem bir kilise inşa ettirdi. Daha sonra Jüstinyen (483-565) bu kilisenin yerinde Ayasofya’yı (537) yaptırmıştır. Genel görüşe göre, kilise binaları Hıristiyanlık inancını bütün dünyaya göstermeliydi. Böylece Kudüs’te Mezar Kilisesi (İsa’nın gömüldüğüne inanılan mezar üzerine yapılan kilise), Roma’da Kurtarıcı Kilisesi ve efsaneye göre, Petrus’un şehit edildiği Neron’ un sirk meydanında eski St. Petrus-Bazilikası inşa edildi. İmparator onu, Roma Devleti tarafından öldürülen Hıristiyanların hatırasına yaptırmış ve bununla Roma piskoposlarının putperest devlete karşı zaferlerini kanıtlamıştır. Bu olay gelecek devirlerde Papaların nüfuzlarının artması için bir gerekçe olarak kullanılacaktır.

Böylece Hıristiyanlık, IV. yüzyılda diğer dinler ve kült şekilleriyle beraber sayılırken, İmparator Büyük Teodosius zamanında (3 80 yılında), İmparatorluğun yegane dini oldu. Putperestlik Teodosius tarafından yasaklandı ve devlete ihanet olarak, ilan edildi. Bu suretle, putperest kültleri çabucak günlük hayattan silindi. 529 yılında İmparator Jüstinyen tarafından Atina’daki Eflatun Akademisi de kapatılarak, bu gelişme onaylanmış oldu.

6- İsa’nın Varlığı Hakkındaki Doktrin Kavgaları

Hıristiyanlığın IV. ve VII yüzyıllar arası, takibi güç inanç kavgalarıyla doludur. Bunların hepsi de, başlangıçtan o zamanlara kadar gelişen, Hıristiyan büyüklerinin görüşlerine ve Kutsal Kitab’a dayanırlar. Bunlara, dogmatik tartışmalar da denir. Bu sebeple önce, dogma nedir? sorusu üzerinde duralım. Dogma, Kilise tarafından vaaz edilen, özel tabirle formüle edilmiş bir inanç cümlesidir. Özel tabirle formüle edilmişten maksat, kutsal yazılardan alınmış, felsefi veya ilmi dille ifade edilen bir iman esasıdır. Dogmayı teşkil eden çalışma, inanç sahasındaki Kilise ilminin, yani teolojinin vazifesidir. Birbirleriyle güreşen fikirlerin yerini hakikat almalıdır. Bu ise Kilise de, yani Piskoposlar Meclisinde meydana gelir, çünkü onların istişarelerinde “Kutsal Ruhun” hazır olduğuna inanılır. Bu sebeple teolojik ve dogmatik çalışmalar, Katolik Kilisesinde henüz kapanmamıştır. Vatikan Konsili, 1870 yılında Havari Petrus’un halefi olarak Papa’nın “Layuhti” (hata işlemez) olduğu dogmasını, 1950 de Meryem’in cesediyle beraber miraç ettiği dogmasını ilan etmiştir. Fakat dogma formüllerinin, yani iman esaslarının tespit ve ifadesinin en muhteşem devri IV. ve V. yüzyıllardır.

En başta gelen konu, Hıristoloji, yani İsa Mesih’in mahiyeti meselesiydi. Çünkü, Tanrı Bir’dir denilmesine rağmen, İsa’nın ve Kutsal Ruh’un da Tanrı oldukları, İsa’nın hem Tanrı hem insan olduğu söyleniyordu. Bir Tanrı’da üç Tanrısal şahsın durumunu açıklamak, İsa’nın ve Kutsal Ruh’un Tanrıyla olan ilişkisini çözmek mantıken çok güçtü. Diğer taraftan, Mesih’in “Baba” tabir ettiği Tanrıyla eşitliği ve aynı zamanda ondan ayrılığı üzerinde duruluyor, politeizme, şirke düşmeden bu çelişkilerden kurtuluş yolları aranıyordu.

İskenderiyeli Aryus (ö. 336), İsa’nın Tanrı olmadığını, sadece Tanrısal kuvvetlerle donatılmış ve tanrı tarafından oğul kabul edilmiş bir yaratık olduğunu ileri sürmüştü. Daha önce de, Antakya piskoposu Samosatalı Paulus (m.s. 260’tan sonra), İsa ile Tanrı ilişkisini, insandaki akıl ve kalp ilişkisine benzetmişti. Buna göre, tarihi İsa üstün bir insandı, ancak Tanrı’nın özel bir rahmeti İle, Tanrısal Ruh (Logos), O’nun vücudunda mabette oturur gibi oturmuştu. Aynı Tanrısal Güç, tarihi İsa’nın dışında, dünyanın yaratılışında da etkin rol oynamıştı. Ona göre bu Tanrısal Ruh tarihi İsa ile birleşmiş ve onda ikamet etmişti. Tarihteki diğer peygamberlere hulul ettiği gibi, Ona da hulul etmişti. Fakat Samosatalı Paulus, İsa’daki iki tabiattan söz etmiyordu. İskenderiyeli Dionisyus (ölm.265) Logosun Tanrı’ nm düşük derecede tezahürü olduğu ve bu sebeple Tanrı’nın mahluku olarak kabul edilmesi gerektiği kanaatında idi. Roma Piskoposu Dionisyus ( 259-269) ise, “Oğul İsa’nın ezeli olduğunu, Baba ve Oğul arasında cevher farkı olmadığım’ söylüyordu. Logos’un, Baba Tanrı ile mahluk dünya arasında bir vasıta olduğunu, bir vahiy sureti olduğunu, Baba’ya benzediğini iddia edenler de vardı. Bu tartışmaların sonucu olarak, Meryem’e de Tanrıyı Doğuran vasfı veriliyordu. Burada “Meryem”, cisim dünyası ile görünmeyen Tanrısal alemin birleştiği sırlı bir mekan olarak görülüyordu. Onda dünyevi ve semavi İki cevher birleşmişti. Buna karşı Antakya ekolünde, İsa’nın insan olduğu görüsü, iddia ediliyordu.

İşte, Antakya Ekolünün temsilcilerinden olan Aryus, İsa’nın yani Lagos’un Tanrısal cevherden olduğu görüşünü tenkit ediyordu. İsa, Tanrı’nın bir evlatlığı kabul edilebilirdi ama, evladı olamazdı. Tanrı, yoktan var ettiği mahlukatgibi, Onu da sonradan yaratmıştı. Varlık bakımından Tanrı’dan ayrı idi Cevher bakımından Yaratıcısına yabancı İdi ve birbirlerine benzemiyorlardu Belki cevher bakımından meleklerle mukayese edilebilirdi. Buna karşı, İskenderiye’de 319 yılında toplanan bir konsİl, Aryus’un görüşlerini reddetti. İskenderiye Piskoposu Alexander, meseleyi daha da büyütünce İmparator Konstantm iki tarafın arasını bulmak gayesi ile 325 yılında İznik Konsili’ni toplantıya çağırdı. Bu toplantıda 318 piskoposun hazır olduğu rivayet edilir. Neticede İman esasları şöyle formüle edildi:

“Biz biliyoruz ki, Tanrı birdir, doğurulmamıştır, görülmez ezelîdir, yalnız gerçek, yalnız ölümsüzdür, yalnız bilen, yalnız iyi, yalnız kudret sahibi, her şeyin hakimi ve idarecisidir.

Tahavvül etmez değişmez, adil ve aynı zamanda iyidir.

Şeriatın ve peygamberlerin ve Yeni Ahid’in Tanrısıdır, zaman öncesi devirde bir oğlu olmuştur, onun vasıtasıyla O, zamanları ve her şeyi yaratmıştır.

Ve Tanrı, bütün mevcudatın sebebidir, yalnız kendisinin menşei yoktur, fakat Oğul, Baba ‘dan zamansız olmuştur ve zaman öncesinde yaratılmış ve yerleşmiştir, O olmadan önce yoktu, fakat zamansız bütün varlıklardan önce olmuştur, yalnız Babadan olmuştur.

Çünkü O ebedi veya vasıtalı ebedi değildir veya Baba ‘dan aynı olmamıştır, aynı zamanda Baba’nın varlığı ile aynı değildir, bazılarının söylediği gibi, olmamış ezeli güç değil, bilakis her şeyden önce bir birlik ve bir menşedir; böylece bütün varlıkların öncesi Tanrı’dır. [434]

İznik Konsilinde ki bu formüle edilmiş ifade, taraftarları tatmin etmedi. Aryus’un muhaliflerinden İskenderiye Piskopos Yardımcısı Athanasius (295-373), Logos’un yaratılmadığı, Baba Tanrı ile aynı cevhere sahip olduğu, ebedi oğul olduğu görüşünü savunmaya devam etti. Nikomedyalı Piskopos Euseb de II. İznik Konsili’nde (327 sonunda) gurupları birleştirici bir formül buldu: Buna göre, uluhiyet, tezahür eden Baba, Oğul ve Ruh arkasında gayri şahsi bir varlık idi. Bu görüş Konsilce kabul edildi. Ancak tartışmaların ardı gelmediği için 362 de İskenderiye’de, 381’de tekrar İznik’de, 431 deEfes’de yeni konsüller toplandı. Meryem’in, hakiki tanrıyı doğurduğu görüşü ise, 431 yılında toplanan Efes Konsilinde kabul edildi. Mesih’in iki tabiata sahip olduğu görüşü de, zihinlere takılan meselelerdendi. Tanrı’nın insan olduğu sırrı ise, Monofizitlerin (İsa’nın tek tabiata sahip olduğunu savunanlar) ve Nesturilerin (Diofızitlerin) itirazına uğradı. Bunun üzerine, 451’de Kadıköy’de (Kalkedon) bir konsil daha toplandı. Aldıkları karara göre, konu şöyle formüle ediliyordu: “İttifakla bir ve aynı oğul, efendimiz İsa Mesih’in kamilen Tanrılığını ve kamilen insanlığını… iki tabiatın, birbirine karışmamış ve tahavvül etmemiş, ayrılmamış ve tecrit edilmemiş, her ikisi de bir şahısta bir araya gelmiştir…” [435] Bu karar, istikbaldeki diğer konsüllerin de temelini teşkil etmiş, ancak yeni yeni mezheplerin çıkmasını önleyememiştir.

7- Hıristiyanlıkta İnanç Esasları

Hıristiyanlığın inanç esaslarını kavramak dinler tarihinin en zor konularından biridir. Hareket noktası Yahudilik ve İslam’dan farklıdır. Bu dinlerde Tevrat veya Kur’an’nın tebliğ içerikleri dinlerin merkezlerini teşkil ederken, peygamberlerin kendileri bu vahiylerin dışında kalır. Onlar vahyin güncel yorumcuları olarak değerlendirilir. Hıristiyanlıkta ise, vahiy ve kelam İsa’nın ete ve kemiğe dönüşmüş varlığıdır. İsa’nın kendisi vahiy ve kelâmdır. O, Kur’an ve Tevrat gibi bir vahiy kitabı getirmemiştir. O Tanrısal emirleri, istekleri kendi hayatında söz ve davranışlarıyla (kâl ve hâl ile) insanlara tebliğ etmiştir. Bu sebeple Hıristiyanlarca İsa’nın vaazlarından daha Önemlisi, İsa’nın oluşumu, doğumu, hayatı, idamı, daha sonra da ölüler aleminden dirilip kaldırılması, tekrar dünyaya geri dönmek üzere Tanrı’nın yanma oturmasıdır. Hatta ölümü ve ölümden dirilen İsa’nın yorumu, doğum ve hayatından, vaazlarından çok daha önemlidir. Bunların yorumları Hıristiyan inanç esaslarının temellerini oluşturur. Bu sebeple, Hıristiyanların İsa’ya ve tebliğine bakışlarıyla, Müslümanların Hz.Muhammed ve tebliğine bakışları arasında büyük ayrılıklar vardır. Her dinin kendi yorumu, yalnız kendi bakış açısını ve görüşünü yansıtır. Karşı tarafın görüşlerini yansıtmaz. Hıristiyanların bakış açılarına göre, Hıristiyanlık “İnsanlığı kurtarmak için semadan yeryüzüne inmiş mücessem bir tanrı tarafından kurulmuş yegane dindir. … bütün alem için geçerlidir.” [436]

  1. Hıristiyanlığın bir bütün olarak anlatımı da yine çok zordur. Tanrının üçlü birliği (tek cevher üç varlık) ve bu birliği meydana getiren Tanrı, İsa ve Kutsal Ruh’un birbirlerine karşı durumları ve değerlendirilmeleri, tarihte ve günümüz mezhepleri arasında farklı farklıdır. Sık sık çelişkili ifadelere rastlanır. Bazen karşılaştıkları kişilere misyon gayesi ile söylenen ve Kilise cemaatinin görüşlerini aksettirmeyen sözler, daha da fazla karmaşaya yol açar. Bu sebeple konunun hassasiyetini fazlaca hissettiğimiz hususlarda Katolik Kilisesinin Türkçe yayınladığı   kitapların kendi ifadelerini özetleyerek veya aynen iktibas ederek yansıtmaya çalışacağız:

7. 1- Tanrı İnancı

Hıristiyanlar, Yahudi ve Müslümanlar gibi Allah’ in tek olduğunu söylerler. Ancak bu birlik üç Tanrısal varlığın cevher ve mahiyet birliğidir. Baba olarak ifade edilen Tanrı Allah’tır. O ebedi, her şeye muktedir, her şeyi bilen, evreni ve evrenin içerdiği her şeyi yaratma gücünde olan, her yerde hazır ve nazır, hayatı ihsan eden, merhametli ve bağışlayıcıdır. Her şeye üstün Rab, kıyamette tüm insanlığın adil yargıcı, ebedi mükafatı veya cezayı veren tek varlıktır.[437] Ancak yaratma işini İsa’ya havale etmiş, kainat İsa vasıtasıyla yaratılmıştır. [438] İslamiyet bu hususta Hıristiyanlıktan ayrılır, yaratma işinin tanrı dışında bir başka varlık tarafından yapılabileceğini Tanrıya acizlik ve ortaklık isnadı sayar ve taşaronluğu reddeder. [439] Yine haşir ve hesap gününün hakimi olmakla birlikte, insanları yargılama yetkisini İsa’ya vermiştir, insanları uyandıracak ve yargılayacak olan da İsa’dır. [440]

Allah’a “Baba” adını vermeleri geleneği, “Allah’a Baba, Yahudi Kavmine de Allah oğulları diyen Yahudilerden Hiristiyanlara geçmiş bir tabirdir. Davud’un Mazmurlarmın birinde Tanrı Yahudi Kavmine şöyle der:

“Sen benim oğlumsun, ben seni bugün tevlit ettim.” Hoşea Peygamberde ise Tanrı:

“Oğlumu (Yahudi Kavmini) Mısırdan çağırdım” der. İsa bu tabire daha samimi, daha içten bir anlam vererek şakirtlerine Tanrıya Abba demelerini öğretti. Abba bir sevgi sözcüğüdür, tıpkı bir ailede çocuğun babasına verdiği ad (İngilizce Daddy, Arapça Ab, Fransızca Papa) gibi” [441] Bu modern yorumlara karşı, geleneksel görüşte, İsa Tanrı’dan doğma tanrıdır (I.Yuh.3,9; 5,5). Tanrı’nın evlatlığı (Adoptianizm) değil, onun gerçek oğludur. Tanrı İsa’nın gerçek babası sayılır. Bu konu ilk devirlerde uzun tartışmalara konu olmuş, bir grup îsanın tam bir insan olduğunu, vaftiz esnasında Tanrı’nın sevgisinden dolayı evlatlık olarak kabul edildiği ileri sürülmüşse de, bu görüş muhafazakarlarca sapıklık olarak değerlendirilerek reddedilmiş, İsa’nın Tanrı’nın gerçek oğlu olduğu, Tanrı’dan doğma Tanrı olduğu kabul edilmiştir.

Günümüz Hıristiyanlığının %95’i de Tanrı’nın İsa’nın gerçek babası olduğuna, sadece manevi değil, yapîsal bakımdan da, mahiyet bakımından da beraber olduklarına inanır.

7- 2. İsa Ve Tenleşme (Incarnatio)

İkinci temel inanç “Tenleşme” (vücut bulma) olgusudur. Tanrının yaratılmamış olan ezeli mesajının tenleştiğine ve İsa olarak aramızda yaşadığına inanırlar. Diğer bir deyimle, Mesaj veya Kelam, İsa’nın insanlığında vahiy edildi de denebilir. Daha önce de ifade edildiği gibi, Hıristiyanlarca İsa bir kitap getirmemiş, Tanrı vahyine vücut vermiştir, Tanrı vahyinin kendisidir. İsa, vahyin kendisidir. Yohanna İncili’nde “Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı’yla birlikteydi ve Söz Tanrı’ydı. Başlangıçta O, Tanrı’yla birlikteydi” (1,1-2) denir. Hıristiyanlıkla İslam arasındaki temel farklılıklardan biri bu anlayış ve yorum ayrılığıdır.

Hıristiyanlar, İsa’nın Tanrı gücü ile, kendini Tanrıya adamış bir bakire olan Meryem’den doğduğuna İnanırlar. Ancak Meryem’in Tanrfnın zevcesi olduğu, ya da bir Tanrısal “Tohum””un Meryem’de döllendiği gibi bir tasavvurları da yoktur. Hıristiyanlar için “İsa Tanrı gücü (Aziz Ruh) sayesinde rahime düşmüş ve Bakire Meryem’den doğmuştur.”

“İsa günah dışında her yönüyle tam bir insandı, ama aynı zamanda Tanrı Kelamı ile birleşmişti. İsa ‘nın da bilgi ve bilinci, her insanda olduğu gibi, yaşamı süresince edindiği deneyimler ve diğer insanlarla ilişkileri sayesinde genişledi”

“Katoliklerle Ortodokslar Meryem’in tüm hayatı boyunca bakire kaldığına inanırlar. Bu nedenle, İsa ‘nın bedeni anlamda kız veya erkek kardeşlerinin olması imkansız görüldüğünden, İncil’de kullanılan “Kardeş” sözcüğüne Meryem’le Yusuf’un genişletilmiş ailesi anlamını verirler. Aile sözcüğünü gerçek anlamında kabul etme eğiliminde olan bir çok Protestan’a göre ise, İsa Bakire Meryem ‘den doğm ustur, ancak İsa doğduktan sonra Meryem’le Yusuf un başka çocukları olmuş olabilir.” [442]

7. 3- İsa’nın Sıfatları

Hıristiyanlar İsa’ya Tanrı Oğlu sıfat ve unvanını verirler. İsa’nın ezeli ve yaratılmamış olduğuna inanırlar. “Tanrı tüm evreni Mesih İsa ‘da, Mesih İsa’nın aracılığıyla ve Mesih İsa için yaratmıştır,” [443] derler. “İsa Peder değildir. O’nu peder göndermiştir…İkisi ayrı kişilerdir. Ama sonsuza dek bir aradadırlar…Özleri ve asılları aynı olduğu için, dünyayı yaratan sonsuz sevgi, bilgelik ve güç her ikisinde de var olduğu için Onlar birdir.” [444]

“Katolik İnancına göre, İsa gerçekten Tanrı’dır. O, ebedi Peder’in ebedi Kelamı ve Oğludur. Hıristiyan inancının verdiği Müjde, işte budur. Gücü ve sevecenliği tüm yaratılışın ayakta kalmasını sağlayan, her şeye yeten alemlerin Rabbi’dir. Kutsal Üçlü Birliğin oluşturduğu ebedi sevgide ebedi Kelam veya Oğul, Peder ‘den çıkmakladır. Oğul’u ezelden beri Peder ‘in biricik Oğludur. Tabiat ve öz olarak Oğul olan tek bir kişi vardır. O da Tanrı’nın kendi Oğludur. Kilise, İsa’nın diğerleri gibi evlatlığı kabul edildiği için değil, aynı özden olduğu için Tanrı ‘nın oğlu olduğunu bildirir. İsa, “İçinde Tanrı’yi yaşatan bir insan değildir” ama “Tanrı’nın biricik öz Oğludur. O, Tanrı’nın biricik öz Oğludur ve sonsuza dek var olacak Peder’i ile özü aynıdır.” [445]

İnsanoğlu, sıfatı daha Önce Danyal kitabında Ahir zamanda gök yüzünden gelecek ve Tanrısal devlette hükmetme yetkisinde olacak kişi için kullanılır. Aynı zamanda Mesih umudunu da ifade eden bu isim, Hıristiyanlarca İsa’ya atfedilir ve onda gerçekleştiğine inanırlar. İsa, Tanrı olduğu gibi, aynı zamanda kamil bir insandır:

“Görünmez Allah’ın suretidir… O, her insan gibi elleriyle çalıştı. Her insan gibi aklıyla düşündü. Her insan gibi Özgür iradesini kullandı ve insan gibi yüreği ile sevdi. Bakire Meryem O’nu doğurdu. O bizden biriydi, ama günah işlemedi… O, çarmıha gerildiği zaman insanlığını açıkça belirtti. Gerek fiziksel gerekse ruhsal yönden büyük acı çekti. O’nu kamçıladılar ve çarmıha gerdiler. Gerçekten öldü. Bizler için giydiği insan giysisini, asla çıkarmadı. Isa ‘nın insan oluşu son derece Önemlidir. Çünkü O ‘nda insan tabiatı en soylu biçimde belirir ve insan yaşamı için en mükemmel örnektir.” [446]

Ancak, “İsa, bir insan kişiliğine sahip değildir. Burada “Kişi” sözcüğü tam anlamı ile “Bağımsız akıllı varlık” anlamında kullanılır. İsa, Tanrı’nın Oğlu olan kişiden ayrı bir varlık değildir. Demek istediğimiz şudur: İsa bölünmüş değildir. İsa denilen Tanrı’nın ebedi Oğlundan ayrı olan insani bir kişi yoktur. Ezelden beri ve sonsuza kadar Tanrı’nın Oğlu olan kişi İsa’dır”. [447]

Rab, Hıristiyanların İsa’ya verdikleri unvan ve sıfatlardan biridir. Hıristiyanlar bu yetki ve otoritenin İsa’ya Tanrı tarafından ölümden diriltildiği an verildiğine inanırlar. Bu unvan İsa’nın Tanrı ve insanlar arasındaki tek aracı olduğu hakkındaki Hıristiyan inancına işaret eder. Özellikle Paulus mektuplarında Rab sıfatı sıkça kullanılır. Yine Hesap Gününde Yargıç olarak Tanrı’nın sağına oturmak üzere yeniden dünyaya geleceğine olan inançlarını ifade eder.

Mesih-Hıristus, İsa’nın ikinci adı olmuştur. İbranca mesias sözcüğünün Grekçe’si, Hıristos’dur. Yahudilere vaad edilen bu kişinin İsa olduğuna inanılır. Onun için “Mesih” adı da kullanılır.

Katoliklerin kendi ifadeleriyle:

“Mesih İsa, gerçek insan ve gerçek Tanrı ‘dır. O ezeli ve ebedi ilahi Kelamdır. O, “Tanrının tek Oğludur. O ezelden beri Peder’den çıkmaktadır, Tanrı ‘dan gelen Tanrıdır. Peder ile aynı özdedir”

“Cennetten gelmiş ve Tanrısal niteliklerini koruyarak insan olmuştur. İnsanlarla yaşamış ve nasıl yaşanacağım sözlerle değil, kendi hayatı ile onlara anlatmıştır. Bizler için acı çeken, ölen ve görkemli biçimde yeniden dirilmiş olan Kurtarıcımızdır… Gökte ve yeryüzünde, görünen ve görünmeyen şeyler, tahtlar, egemenlikler ve yönetimler, her şey Onda yaratılmıştır. Her şey Onun aracılığıyla ve Onun için yaratılmıştır. Evreni ayakta tutan O’dur. Bizler Onun sayesinde varız” [448]

Hıristiyanlığın bu inancından İslam [449] ayrılır ve Allah’ın yaratılışta kimseyi yardımcı tutmadığını ve yanında kimseyi bulundurmadığını söyler.

Tanrı Kelamı, İsa’ya Tanrı Kelamının yerleştiği manasında kullanılır. Tanrısal kelamın İsa’da bedene, ete-kemiğe dönüştüğüne, yaşamak için her insan gibi gayret gösterdiğine, beslendiğine, bir aile içinde bulunduğuna, ancak hiç günah işlemediğine inanılır. İsmet sıfatının gerçek sahibi olduğuna inanılır.

“Yeryüzünde yaşadığı sürece hiç günah işlememiştir. Petrus, O, günah işlemedi ve Onun ağzında hiç hile bulunmadı, diye yazmıştır. Kuşkusuz. Mesih jsa ‘yi tanıyınca, Onun Tanrı ve Tanrı ‘nın Oğlu olduğunu anlayınca, Onun günah işlemediğini anlarız. Çünkü Onun kişiliğinin Tanrısal bir onuru vardır”.

“İncil, Mesih İsa’yı baştan çıkarmak isteyenler olduğunu bildirir. Ama O, kötülükten her zaman uzak durmuş, içerden gelen şehvet uyandİran ve bedensel varlığının istekleri yoktu. Şeytan da ona dışarıdan sataştı. Ama Onun insan yüreği her zaman Peder’in isteğine uyardı.” [450]

Hz. İsa için Rabbin Kulu, Kurtarıcı, İyi Çoban, Yol, Gerçek, Hayat sıfat ve unvanları da kullanılır.

7. 4- Kutsal Ruh

Hıristiyanlık, Tanrı ve İsa ile birlikte, uluhîyetin üçüncü varlığı olarak Kutsal Ruha inanır. Kutsal Üçlü Birliğin (Teslis’in) bir ferdidir. Bu üçlü birlik Uluhiyeti oluşturur. Üçlü Birliğin gizemi, yani Tanrının üç şahısta tezahürü kavramı henüz açıklanmış değildir. İncil çağına dek, bu sır gizli kalmıştır. Paskalya Bayramı sırrında ve Paskalyadan elli gün sonraki Pentekost Bayramında, Kutsal Ruh’un ayrı Tanrısal bir kişi olduğu belirlenmiştir.

“Kilise, Allah ‘a ve İsa’ya imanım belirttiği gibi, Kutsal Ruha da imanını belirtir. Pederle Oğul, birbirlerini sonsuz bir aşkla sever. Bu aşk her ikisinde tam anlamıyla belirir. Sonsuza dek her ikisinde de tamamen eşittir. Pederle Oğul ‘dan türeyen bu sevgi, bir kişidir. Ezeli ve ebedi Kutsal Ruhtur.” [451] Kilise, Kutsal Ruh’a içtenlikle dua eder. Özellikle Paskalya Bayramından elli gün soıjraki Pentekost Bayramında ve güçlendirme ayininde, Kutsal Ruh’a olan bağlılık açıkça görülmektedir. O, kiliseye hayat veren güçtür. Kutsal Ruh aracılığıyla, Mesih İsa’nın armağanları Kilise’ye sunulur. Kişilere ise, Kutsal Ruh vaftizle gelir. Kişinin ruhunda yaşamaya başlar. Kişiyi kutsar. Başkalarını etkileme de ancak kutsal Ruh’un yardımıyla olur. Konserde üyelere doğruyu gösteren Kutsal Ruh’tur. Kutsal Ruh’un görevi, ikinci Vatikan Konsilinde de belirtilmiştir. [452]

Hıristiyanlığın ilk yüzyıllarında dini metinleri kaleme alan yazarlar, Kilise ile Kutsal Ruhun birbirinden ayrılamayacağını ısrarla belirtirler. “Kilisenin olduğu yerde, Tanrı ‘nın Ruhu da vardır ve Tanrı’nın Ruhu nerede varsa, orada Kilise vardır” derler. Bugün de Kutsal Ruh’un Kiliseye hayat verdiğine, varlığını sürdürmesini sağladığına inanırlar. [453] Kutsal Ruh, Allah’ın ve İsa Mesih’in Tanrısal ruhları olarak da vasıflandırılır. [454]

Bazen Tanrı ve bazen Tanrısal varlık olduğuna inanılan, İsa’dan sudur ettiği söylenen bu Varlığın, Tanrısal Güç olduğu söylenir ve “Kutsal Ruh” adı verilir. Bu kavramı, Müslümanlar Hıristiyanlardan farklı anlarlar. Müslümanlarca Kutsal Ruh, büyük melek Cebrail’in diğer bir adıdır. Örneğin, Meryem’e İsa’yı müjdeleyen varlığın adı, Hıristiyanlarca Ruh iken, Müslümanfarca Cebrail’dir. Hıristiyanlar Kutsal Ruh’un yaratılmadığına, Uluhiyetin üç varlığından biri olduğuna inanırlarken, Müslümanlar Cebrail’in yaratıldığına, Allah’ın mahluku olduğuna inanırlar.

7. 5- Üçlü Birlik ( Teslis)

“Üçlü Birlik” terimi Kutsal Kitab’ın hiçbir yerinde geçmez. Bu terim Hıristiyanlık tarihinde ilk defa 180 yılında Antakyalı Theophilus tarafından kullanılmıştır. Bununlabirlikte Üçlü Birlik kavramının dayandığı temeller Yeni Ahid’te mevcuttur ve en açık ifadesini Matta İncilindeki vaftiz formülünde bulur. Peder, Oğulve Kutsal Ruhun adına vaftiz edinl, denir. Hıristiyanlıktaki bu Üçlü Birlik inancının tasavvuru hakkında kesin bir şey ifade etmek çok zordur. Tarihi rivayetlerde genelde üç Tanrısal varlığın üç ayrı şahıstan meydana geldiği, aralarındaki birliğin, varlıklarını meydana getiren “Cevher birliği” olduğu yönündedir. Bir nevi karnında ikiz bebeği olan hamile anne gibi düşünülebilir. Görünüşte tek kişi, gerçekte üç kişi olduğu gibi.

“İncil’e göre tek Allah ‘ta üç kişilik, şahsiyet, ya da, daha doğrusu, şahıs veya kişi vardır; birincisine Peder, ya da Peder Allah denir; ikincisine ise Kelâm, ilahi Kelam ya da Oğul, üçüncüsüne ise Kutsal Ruh denir; böylece ne üç Tanrı ne de bir üç deniyor; fakat bir tek Allah ‘ta üç şahıs ya da, daha teknik bir terim olan, üç uknum vardır, denilmektedir” [455]

Son zamanlarda geleneksel yorumdan bazı ilahiyatçıların uzaklaştığı, Tanrı’nın Birliğine gölge düştüğü kanaatıyla, Üçlü Birliği farklı yorumladıkları göze çarpmaktadır: Buna göre, Tanrı kendini İsa’da oğul olarak, Kilise’de sevgi ve Ruh olarak göstermiştir. Bu insanların anlayış sınırlarını aşan Bir’in, aynı varlığın inkarnasyonu (avatarası) şeklindeki çeşitli tezahürleridir. Buna psikolojik modern yorum da diyorlar. Fakat ilahiyatçıların çoğunluğu, geleneksel tarzdaki inançlarını sürdürmekle birlikte halk, büyük çoğunluk fiiliyatta “Semavi Babam” tabir edilen Tanrrya inanırlar.

7. 6- Meryem

Hıristiyanlar Meryem’e “Tanrı Anası” (Theotokos) unvanı vermişlerdir. Ancak hiç bir Hıristiyan, Meryem’in  Tanrı’nın zevcesi olduğu iddiasında bulunmaz. İsa’nın Tanrısal cevhere sahip olduğuna inanmaları ve Meryem’in İsa’nın annesi olması sebebiyle de ona “Tanrı Anası” unvanı vermişlerdir. Tanrının özel lûtfu ile Meryem’in hiç bir günah işlemediğine inanılır.

Bir çok Hıristiyan, özellikle Katolik ve Ortodokslar Meryem’e atfedilen kutsal yerleri (Anadolu’da Efes ve Filistin’de Nasıra gibi) ziyaret ederler. Kiliselerde Meryem’in resimlerine yer verirler, Meryem heykellerine saygı gösterirler. Kendi hidayetleri için şefaatçi olmaya çağırırlar.

Yeryüzü hayatı sona erince Meryem’in, göğe yükselerek Oğlu ile beraber olduğuna inanılır. Kendisi Ruh ve bedeniyle göğe yükselmiştir. Yeni Ahid’te Meryem’in Göğe yükselmesi ile ilgili kesin bir bilgi yoktur. Bu inanç, Katolik Kilisesinin Meryem’in kutsallığı ve onuru ile ilgili öğretisine dayanır. [456]

7. 7- Kurtuluş Ve Hidayet

Hıristiyanlar, Hz. Adem ve Havva’nın cennette “Yasak meyveyi” yeme hatası ile ezeli günah işlediklerin ve bu günahın onlara ve çocuklarına ölüm getirdiğine, ayrıca günahın da miras olarak zürriyetlerinde devam ettiğine inanırlar. Bu “Ezeli günahtan” insanlığın kurtulması için Tanrı önce Eski Ahid şeriatını tebliğ etmiştir. Ancak bu yükün ağırlığını kimse taşıyam&mış, kimse Şeriatı kamilen tatbik edememiş ve günahtan kurtulamamıştır.

Bunun üzerine Tanrı ezeli ve Tanrısal varlık olan Kelâmını İsa’da “Kendi suretinde” vahiy etmiş, göstermiştir. İsa, Tanrı’nın emrini, isteklerini insanlara hayatı boyunca tebliğ etmiş, insanların anlayışsızlığı yüzünden idam sehpasına gönderilmiştir. O da Tanrı’ya mutlak itaat için, geçmiş ve gelecek tüm insanların günahlarına “Kefaret” olarak kendini çarmıhta kurban etmiştir. Tanrı’nın insanları günahtan kurtarmak için niçin böyle bir plan yapıp tatbik ettiğini, bu yolu seçtiğinin sırrı anlaşılamaz. Ancak Tanrı, bu yolu özgür iradesiyle seçmiştir. Bu kefaret kurbanı ile, tüm Yahudi şeriatı ve ezeli günah nesli olmuş, kalkmıştır.

Bu sebeple, İsa’ya inananlar her hangi bir hukuk kuralına (şeriata) ve davranışa bağlı olamadan, yalnız inançları ve sevgiyle kurtuluşa ulaşacaklardır.

Hıristiyanlar, idam edilen ve ölen İsa’nın, Tanrı’nın lutfu ile ölümden dirildiğine inanırlar. Bu dirilme ile Tanrı, İsa’nın üstlendiği görevi, tüm yaptıklarını ve hayat tarzını onaylamıştır. İsa’nın ölümü ve dirilişi günaha ve Ölüme karşı kazanılan bir zaferidir. Bununla İsa’nın günaha ve ölüme giden yolu yıktığına inanılır. Ölüme kadar uzanan bu teslimiyet, ölümü de yenerek, ölümden kalkışın yolunu açmıştır.

Bu sebeple, Hıristiyanların evlerinde, okullarında, İsa’nın vücudunu taşıyan çarmıh suretleri görülür. Çarmıh tüm Hıristiyanlar için inancın temel simgesidir.

İsa’nın ölümü, sadece Yahudilerle değil, tüm insanlıkla Tanrı arasında yapılan yeni bir anlaşmanın (Yeni Ahid’in) doğuşu, yeni devrin başlangıcı sayılır.

7. 8- Diğer İnançları

Müslümanların Hıristiyan inanç sistemini anlamaya ve öğrenmeye çalışırken, kendi inanç temelleri içindeki paralel konuların da cevaplarını aramaları tabiidir. Her ne kadar, Hıristiyan İlmihal kitaplarının inançla ilgili bölümlerinde ele alacağımız konulara değinilmiyorsa da, merak edilen bir boşluğu gidermekte yarar vardır.

7. 8.1- Ahiret

Hıristiyan İnançlarına göre, İsa Mesih’in dünyaya dönüp Tanrısal Devleti kurmasından sonra Mesih saltanatı başlayacak ve yaklalşık 1000 yıl sürecek saadet devri sonunda Adem’den buyana tüm insanlar haşir olacak ve İsa’nın hakimliğini yaptığı bir hesap günü başlayacaktır. Herkes inanç ve davranışlarının hesabım verecektir. Suçlu bulunan Hıristiyanlar hataları nispetinde süreli bir ceza görecekler ve arındırma, temizleme işlemine tabi tutularak (Alm. Fegfeuer) günahlarından kurtarılacaklardır. [457] Bundan sonra, Hıristiyanlar kurulacak cennete alınıp, ebedi mükafatla sevindiril irken, bazılarına göre, Hıristiyan olmayanlar (putperest, Müslüman vs.) daha önce yaşamış hayvanların kaderleri gibi, bir daha dirilmemek üzere toprak olurken, bazılarına göre de ebedi cehennemle cezalanacaklardır. [458]

7. 8.2- Melek, Şeytan, Cin

Katolik ve Ortodoks mezheplerince melek konusu inanç objesi olmakla birlikte, Protestanlarca değildir. İslam’ın melek ve şeytan inancıyla yakınlık vardır. Hıristiyanlarca da melek, Tanrının emirlerini mutlak uygulayan, Tanrı tarafından anlayış ve serbest irade ile donatılmış vücutsuz ruhlardır. Zaman ve mekan üstü varlıklardır. Şeytan ve cin (demon) ise, Tanrı’dan kopmuş onun gazabına uğramış kötü ruhlardır. Asi melekler de denebilir. Bu noktada Hıristiyanların melek inançlarıyla, İslam’ın Cin İnancı arasında bîr paralellik olduğu görülür. Çünkü İslam’da melekler, Tanrı’ya mutlak itaat eden varlıklardır, kendi irade ve inisiyatifleri yoktur. Mahiyet itibariyle de nurdan yaratılmışlardır. Hıristiyanlıkta mahiyetten söz edilmez. Ancak Tanrı’ya itaati veya isyanı seçme yeteneğinde olduğu görülür.

7. 8. 3- Peygamber Ve Kutsal Kitaplar

Hıristiyanlığın peygamberlik görüşü İslam’dan biraz farklıdır. Eski Ahid’teki tüm peygamberleri kabul ederler. Ayrıca Yeni Ahid yazarları ve havariler için peygamber deyimi kullanılmamakla birlikte, yaptıkları işleri bir nevi peygamberlik olarak değerlendirirler.

Hz. Muhammed’e Arap Milletinin bir bilge kişisi gözüyle bakarlar ve manevi yönünü kabul etmezler. 2. Vatikan Konsili kararlarında İslam’a karşı bazı yumuşamalar göze çarpmakta ve bu arada, İslam’da İbrahim dinine has bazı hakikat kıvılcımları bulunduğu İfade edilmekte ise de, Kur’an ve Hz. Muhamnıed’in vahiyle ilişkileri kabul edilmez. Peygamberler ve Kutsal kitaplar, Eski Ahid ve Yeni Ahid’le sınırlandırılır. Eski Ahid ve Yeni Ahid arasındaki farklılıkları çelişkileri Yeni Ahid ışığında yorumlamaya giderler. Ölçü daima Yeni Ahid’tir.

Yukarda da bahsedildiği gibi, Yeni Ahid’in içeriğinden olan İnciller, Mektuplar ve Kitaplarla Kur’ an’ m haber verdiği İnciller arasında bir ilişki yoktur. Hıristiyanlar Müslümanların tasavvur ettikleri şekilde hiç bir İncil tanımazlar. Onlara göre Tanrı kelamı yazı ve kitaba değil, ete ve kemiğe dönüşmüştür. O da İsa’dır. Yeni Ahid’deki yazılar ise, havarilerin ve diğer şakirtlerin vahiy veya ilhamla yazdıkları, İsa ve zamanın olaylarını yansıtan hatıralardır. Yorumlardır.

Kısaca, Kur’an’ın İsa’ya indiğim haber verdiği İncil, dünyada mevcut değildir. Müslümanların tasavvurlarındaki bilgiler, günümüz Hıristiyanlığını yeterince tanımamaktan kaynaklanan hatalardır. Müslümanların inançlarındaki İsa ve indiler hakkındaki tasavvurlar, yine Müslümanlara özgü inançlardır. Hıristiyan mezheplerinden günümüzde taraftarları kalmamış Yahudi-Hıristiyanlann (Ebionitlerin) görüş ve düşüncelerini yansıtır.

8- Kilise Gizemleri (Sacramentum)

Hıristiyanlar ölümden dirilen İsa’nın cemaatle birlikte yaşadığına, ölmeden önce yaşadığı gibi, hâlâ cemaatle birlikte yaşamaya devam ettiğine, ibadeti, hizmeti, şifa vermeyi, açları doyurmayı, bağışlamayı, cefa çekmeyi ve ölmeyi sürdürdüğüne inanırlar. İsa’nın bu görünmez eylemleri Kilisenin gizemli (sakrament) ayinlerinde görünür hale gelir. Diğer bir deyimle, bir Hıristiyan bu ayinlere katılmakla manen ölümden dirilmiş İsa ile birlikte olduğuna ve birlikte yaşadığına inanır. [459]

Hıristiyanlar için başlıca gizemler Vaftiz ve Efkaristiya gizemleridir. Bu iki esas gizeme ek olarak Ortodokslar ve Katolikler beş gizem daha kabul ederler. Bunlar: Güçlendirme, Evlilik, Ruhbanlık, Barışma, Hasta Yağlama Gizemleridir. Protestanların çoğu Vaftiz ve Efkaristiya gizemlerini kabul etmekle birlikte, diğer gizemlere aynı değeri vermezler. Quaker’ ier ve Selamet Ordusu gibi bazı Protestan kiliselerinde ise, gizem inancı yoktur. Gizemleri kısmen İslamdaki farzlarla karşılaştırmak mümkündür.

8. 1- Vaftiz

Birinci gizemdir ve diğer gizemlerin kabulü için temel şarttır. Hıristiyanlığa giriş bu işlemle olur. Hıristiyan inanç ve ibadetlerini kabul etmiş sayılır. Bir defa yapılır. Vaftiz ayini, İslam’daki boy abdesti gibi bir tür yıkanma işlemidir. Bununla yeni dine giren kişinin hayatının daha önceki devrinde işlediği tüm günahlardan kurtulduğuna, affedildiğine inanılır. Bazı kiliseler vaftiz olacak kişinin başına su serperler. Genelde vaftiz işlemi Paskalya kutlamaları sırasında yapılır.

8. 2- Güçlendirme (Confirmatio)

Hıristiyanlığa giriş ayininin ikinci bölümünü oluşturur. Bununla Kutsal Ruh gücünün yeni mümine bağışlandığına inanılır. Yetişkin bir Hıristiyan olarak, üstlendiği tüm sorumlulukları yerine getirmeye çağrılır. Kiliseye kabul edilen kişi ergin ise, vaftiz ve güçlendirme ayinleri iki bölümde aynı anda yapılır. Küçük çocuksa, ergenliğe girdiği, 13-16 yaşlarında yapılır. Piskopos veya rahip, adayın alnına biraz kutsal yağ sürerek “Allah’ın armağanı olan Kutsal Ruh seni simgelesin. Rab seninle beraber osun”, der. Kutsal yağ, Kutsal Ruh’un simgesi sayılır.

8. 3- Nikah Veya Evlilik

Genellikle Missa (komünyon) ayini esnasında yapılır. Yeni evlenecek olanlar için bazı özel ve genel dualar yapılır. Evlenecek iki kişi ana sunak önünde durur, yanlarında da iki şahit bulunur. Rahip nikahın önemi ve ciddiyetine dair bir konuşma yapabilir. Evlenecek olanlara evlenme kararlarını serbest iradeleriyle alıp almadıklarını sorar. Olumlu cevap alınca, nikahı kıyar, dualar okunur ve sonunda yeni çift ve şahitler evlenme defterini imzalarlar.

Hıristiyanlarca evlilik, Tanrı’nın insanlığa sevgisini simgeleyen bir yaşam halidir. Karşılıklı sadakat ve yarar duyguları ile, çocukların doğabileceği ve Hıristiyan inancında yetiştirilebileceği bir ortam hazırlamayı taahhüt eden iki kişinin sevgi birliğidir. Hayat boyu sürdürme taahhüdü vardır. Eşler hayatta olduğu sürece, boşanma ve tekrar evlenme özellikle Katoliklerde kabul edilmez.

8. 4- Ruhbanlık

Bu ayinle kişi, hayatını Hıristiyan topluluğuna adamayı vaad eder. Bunlar: Rahip, piskopos, ve diyokos takdisleridir. Papalık, patriklik vs. ise, kilisenin özel görevleridir. Gizemsel anlam taşımazlar. [460] Takdis olan kişi lâiklikten çıkmış, ruhban sınıfına girmiş sayılır.

8. 5- Barışma (Tövbe, Günah Çıkarma)

Hıristiyanlar günahlarından dolayı pişmanlık duyduklarında Tanrı’nın kendilerini bağışlayacağına inanırlar. Günah çıkarma ayinine baş vururlar. Tarih boyunca farklı şekillerde olmuştur. Bazen öze! itiraf, bazen de toplu halde yapılır. Ayinde papazın aracı kılınmasının sebebi, Yuhanna İncİlindeki (XX,23) “Kimin günahlarını bağışlarsanız, onlar bağışlanmış olur, ve kimilerinkini alıkoyursanız alı konmuş olur” ifadesine dayanır. Yani Papaz, bu ayinde İsa tarafından görevlendirilmiş, yetkili kılınmış sayılır. Kişinin günahının papazca kabulü ile, Tanrı tarafından bağışlandığına inanılır.

8. 6- Hastalara Yağ Sürme

Hıristiyanlar Tanrı’nın İsa’yı hastalan iyileştirmek veya ölüme hazırlamak için gönderdiğine inanırlar ve ağır hastalık ve ölüm anlarında İsa’nın yanlarında olduğunu düşünürler. Bununla kendilerini zor anlarında yalnız hissetmezler. Hastalara yağ sürme işlemi, toplu halde veya özel olarak yapılır. Toplu halde yapılırsa hasta olan kişiler cemaatla birlikte kilisede toplanırlar, kîsa bir duadan sonra İncil’den parçalar okunur, rahip bir vaaz ile bu gizemin manasını açıklar. Dualar yapılır. Özel şekilde yapılırsa, merasim kısa yapılır ve hasta kişinin alnına ve ellerine kutsal yağ sürülür. [461]

8. 7- Efkaristiya (Komünyon, Eucharistia)

Hıristiyan inancının ve ibadetinin temel taşlarındandır. “Eucharistia” şükretmek demektir. İsa’nın ölmeden önce, şakirtleriyle paylaştığı son akşam yemeğini yenileme, tekrar etme ayinidir. Bu ayinde İsa’nın etini ve kanını temsil eden ekmek ve şarapla kendi vücudunu şakirtleriyle bütünleştirdiğİne inanılır. Ayinde kullanılan ekmek ve şarabın manen İsa’nın eti ve kanı olduğuna inanılır. Katolikler bu ayini her gun tekrar ederken, Ortodokslar pazar ve bayram günleri icra ederler. Protestanlarca ayda bir veya yılda dört defa kutlamaları yeterlidir.

9- İbadetleri

Her dinde olduğu gibi, Hıristiyanların da mezhep ve ülkelere göre değişen bazı ibadetleri vardır.

9. 1- Komünyon (Missa) Ayini

Hıristiyan İbadetlerinin en önemli ve en yaygın olanıdır. İki ana bölümden oluşur. Birinci bölümde vaaz edilir ve Kutsal Kitap’tan kısımlar okunur ve bunlarla ilgili güncelleştirilen açıklamalarda bulunulur. İkinci kısım, ayin kısmıdır. Rahip günün anlamına göre değişik renklerde kıyafetler giyer. Örneğin Noel ve Paskalyada beyaz, normal pazar ayinlerinde yeşil, ölüler için yapılan da siyahtır. Ayinde ilahiler okunur, haç çıkarılır, dua ve tövbe edilir. Mihrap (sunak) yanında duran rahip tarafından, kutsanacak ekmek ve şarap Allah’a sunulur. İlahiler ve şükran duası okunur. Ekmek ve şarap dualarla kutsanır. Bazı dua ve ilahilere cemaat da iştirak eder. Kutsanan ekmek ve şarap cemaata dağıtılır Bitiş duasiyla ayin son bulur.

9. 2- Haç İşareti

En basit ve yaygın bir dua türüdür. Katoliklerde mümin sağ elini ilk önce alnına, sonra göğsüne, sonra sol omzuna ve nihayet sağ omzuna götürür. Bunu yaparken şu sözleri söyler: “Peder, Oğul ve Kutsal Ruh ‘un adıyla. Amin” İşaretin sırası mezheplere göre değişebilir.

9. 3- Rabb’in (İsa’nın) Duası

En yaygın dualardan biridir. İslamdaki Fatiha Suresinin önemine sahiptir. İçeriği şudur:

“Göklerdeki Pederimiz, Adın yüceltilsin, Hükümranlığın gelsin. Göklerde olduğu gibi, yeryüzünde de senin isteğin olsun. Günlük ekmeğimizi bu gün de bize ver. Bize kötülük edenleri bağışladığımız gibi, sen de bağışla suçlarımızı. Bizi günah işlemekten koru ve kötülüklerden kurtar.” [462]

9. 4- Diğer Dualar

Sabah ve akşam duaları, yemekten önce ve sonra yapılan dualar, tespih duaları vs. sayılabilir. Günlük duaların kilisede yapılması daha makbuldür. İbadet vakitleri cemaatın durumuna ve iklime göre ayarlanır. Kutsal kitaptan parçalar ve ilahiler okunur. Haftalık Pazar ibadet ve duaları Hıristiyanların hayatlarında önemli bir yer işgal ederler. Temizliğe itina gösterirler. Katoliklerce bu ibadete katılmak zorunludur. Yıllık dua ve ibadetler de dini bayram ve kutsal günlerde yapılanlardır.

10- Bayram Günleri

  1. Hıristiyanların sene boyunca bir çok bayram ve kutsal günleri vardır. Bunlar üç gruba ayrılırlar: Noel ve Paskalya Bayramı Devreleri ve olağan pazar günleri. Noel ve Paskalya Bayramlarından önce birer hazırlık süreleri vardır. Bayram günlerinden   sonra da bu süre devam eder.

10. 1- Noel Zamanı

Dini takvim günlük işlerde kullanılan Güneş takvimine pek uymaz. Dini sene Noel bayramından önceki dördüncü pazar gününde başlar. Bu pazar gününde, Noel Bayramına bir hazırlık olan Küçük Perhiz ya da Noel Perhizi veya Bekleyiş (Almanca Advent, Fransızca Avent) devresi başlar. Dört pazar gününü içine alır. Bu sürede Hıristiyanlar kendilerini İsa Mesih’in doğum günü olan Noel bayramına hazırlarlar. Perhiz yaparlar, oruç tutarlar, kendilerini biraz daha çok dua ve ibadete verirler. Noel 25 Aralıkta kutlanır. Ortodoks kiliselerde ise 6 Ocakta kutlanır. Kiliselere ve yörelere göre kutlama şekilleri farklılık gösterir. Rivayete göre, bir ahırda doğan ve yemliğe konan İsa’nın hatırasına, ahır ve yemlik, bebek İsa, Meryem ve Yusuf, öküz, merkep ve bir kaç koyun, kuzu tasvirleri yapılır. 6 Ocak’da doğudan gelen hikmet sahibi müneccimlerin heykelleri ilave edilir. Süsleme olarak 16. ve 17. yüzyıllardan itibaren çam ağacından süsler de konmaya başlamıştır. Almanya’dan yayılan Noel Çamı adeti pek çok ülkelere yayılmıştır. Bayram dolayısıyla çocuklara da öze! hediyeler verilir. Noel’i takip eden pazar, aileye ithaf edilir. 6 Ocak veya 2-8 Ocak arası Pazar gününde, doğudan gelen müneccimlerin gelişleri anılır ve buna Epifanya Bayramı denir. Bu bayramı takip eden Pazar günü, İsa Mesih’in Vaftiz bayramıdır. Böylece Noel devresi sona erer ve normal Pazar günleri başlar.

10. 2- Paskalya Devresi

Kül Çarşambası ile başlar ve Pentokost bayramı ile son bulur. Bu günlerin belirli tarihi yoktur. Paskalya gününün tarihine bağlı olarak hesap edilir. Paskalya Katolik kilisesinde ilk dolunaydan sonraki ilk pazar gününde kutlanır. Bu 22 Mart ile 25 Nisan arasında bir güne tesadüf edebilir. Kül Çarşambası, Paskalya bayramına bir hazırlık devresi olan Büyük Oruç süresinin başlangıcıdır. Kül Çarşambası, Paskalyadan önceki yedinci haftanın çarşamba gününe rastlar. Bu İsa’nın tebliğ hayatına başlamadan önceki, çöle çekilip kırk gün boyunca oruç tutmasının ve çektiği acıların hatırasıdır. Bu oruç devresinin ilk gününde, Komünyon ayini esnasında küller takdis edilir ve müminlerin alnına ya da kafasına serpilir. Acı çekme ve üzüntü ifadesidir. Bu sürede Orta Çağda sıkı oruç kuralları uygulanmıştı. Günümüzde ise, büyük şehirlerde Kül Çarşambasından önceki günlerde her çeşit eğlence ve çılgınlık düzenlenmektedir. Orta Çağda oruç öncesi ziyafetler verilir, daha sonra Paskalya Bayramına kadar etli yemek yenmezdi. Ziyafet son etli yemek olurdu ve ziyafete “Etlere Veda” manasına “Carne Vale” denirdi. Günümüzde bu âdet dinle ilgisi olmayan çılgın eğlencelere dönüşmüştür.[463] Paskalya bayramı öncesi haftaya Kutsal Hafta veya Büyük Hafta denir. Perşembe, Cuma, Cumartesi ve Pazar günleri Özel ayinler yapılır. Paskalya Bayramı, İsa Mesih’in ölümden dirilişinin hatırasına kutlanır. Bunu 40 gün sonra İsa’nın göklere çıktığı inancıyla isa’nın Miracı bayramı kutlanır. Eğer 40. gün pazara tesadüf etmezse, pazara ertelenir. Paskalyadan elli gün sonra da Kudüs’te toplanan havariler üzerine Kutsal Ruh’un inişi anısına Pentokost Bayramı kutlanır.

10. 3- Pazar Günü Kutlamaları

Yılın olağan pazar günlerinin bir özelliği yoktur. Ancak bunlardan Üçlü Birlik, Efkaristiya, İsa Mesih Krallığı bayramları biraz daha özenle kutlanır. Bunlar dışında Kiliselere ve ülkelere göre değişen, Aziz Bayramları da vardır. Sayılan pek çoktur. Kiliseler bu hususta özel takvimler hazırlarlar.

11- Kilise Ve Kısımları

Kilise kelimesi Yunanca “Ekklesia” kelimesinden türemiştir. Bu kelimenin kökeni “Toplamak” veya “Toplantı” manasına gelir. Buna göre, Kilise kelimesi “Hıristiyan Cemaatının toplantısı” manasındadır. Yani, Kilise Hıristiyanların toplandığı yer veya bina” manasına gelir. Ancak bina ve yer anlamı dışında çok daha önemli bir manası daha vardır. O da cemaatın kendisidir. Hıristiyan topluluğudur. Diğer bir ifade ile “Mezhep” anlamına da kullanılır. Biz burada birinci mana, yani kutsal bina anlamı üzerinde duracağız:

Hıristiyan ibadet yerleri çeşitli boylarda, büyük veya küçük, çeşitli mimari üsluplar da olabilir. Küçük kiliselere “Şapel”, büyük kiliselere “Katedral” denir. Mimari üslupları da mezheplere göre bazen değişiklik gösterir. Örneğin, Ortodoks kiliseleri çoğunlukla kubbelidir. Batı da ise, gotik, barok vs. üsluplardadır. Diğer binalardan ayİran, yanlarındaki bir veya daha fazla çan kuleleridir. Bu kuleler, kilisenin yerini gösterdiği gibi, ayin saatini de çan sesleriyle ilan ederler. Köy kiliseleri genelde bir holü, bir salonu andırırlar. Mimarî üslupları da yoktur. Büyük kiliseler yapıldıkları çağın ve bölgelerin özelliklerini yansıtırlar. Büyük kiliselerin ana giriş kapısı önünde bir sundurma veya revak bulunur. Bu revaklar azizlerin heykelleri veya İncil’den alınan İsanın hayatını anlatan kabartma veya heykellerle süslenmişlerdir.

Kiliseye girince karşılaşılan büyük salonun iki tarafında sandalye veya sıralar bulunur. Koridor salonun karşısına varmadan biter. Bu boşluğa Koro Yeri denir. Koridorun bulunduğu yere sahan veya gövde denir. Sahan kısmı genelde üç sıra sütun çıkıntilarıyla bölünür. Giriş kısmında ise, iki tarafta, duvarda veya ilk sütunlarda, ya da ilk sıraların birisinde asılı olarak birer okunmuş, kutsanmış su kabı vardır. Bu kaplarda, isimlerinden belli olduğu gibi okunmuş su bulunur ve kiliseye giren müminler sağ elini bu suya batırıp parmaklarının ucunu ıslatır, sonra bu eli İle haç çıkarır. Bu davranışla İbadet yerine girdiğini, Allah huzuruna geldiğini ifade eder. Daha ilerde, duvarın yanında ya da köşe de bir veya iki günah çıkarma hücresi görülür. Ayrıca Giriş kısmının bir tarafında ya bir vaftiz kurnası veya bir vaftiz odası bulunur. Girişin karşı duvarı, yani salonun ön kısmı içeri doğru kavisle bir oda şeklini alır. Bu kısma “Apsis, altar” denir. Bu kısma Ortodokslar “İkonostaz” derler. Bu kısmın uçundaki duvar önünde, büyük ve süslü bir sunak daha bulunur. Sunağın arkasında duvarda büyük bir haç, bir heykel veya bir tablo resim bulunur. Bu ana sunağın ortasında, heykel veya haçın altında küçük bir dolaba benzeyen kutsal ekmek ve şarabın bulunduğu dolap bulunur. Genelde güzel bir kumaşla örtülüdür. Bazı kiliselerde, bu muhafaza dolabı, koro yerinin sağ tarafındaki duvarın içinde saklanır.

Apsise ilerlerken salonun iki yanında, duvarlara asılı on dört tablo vardır. Genelde İsa’nın çektiği ızdırapları dile getirirler. Bu levhaların bulunduğu kısma “Haç Yolu” denir. Dindar Hıristiyanlar her tablo başında durarak tasvirleri düşünür ve dua ederler. Haç Yolunu takip edip onu tamamlarlar. Özellikle Paskalya öncesi, Perhiz ve Oruç sürelerinde çok rağbet görür.

Sunak, Kilisenin en önemli unsurudur. Kilisenin koro bölümünde, kilisenin her tarafından kolayca görülebilen bir yerindedir. Eski kiliselerde sunaklar, birer masadan ibaretti. Daha sonraki devirlerde görkemli hale getirildiler. Genellikle üzerlerinde iki mum bulunur. Bu mumlar Komünyon (Missa) ayini ve diğer merasimler esnasında yanarlar. Sunak daima beyaz bir örtüyle örtülür.

Haç, İsa’nın ölümünü ve insanın ezeli günahtan kurtuluşunu simgeler. Genelde iki çeşittir. Birincisi, İsa’yı asılı olarak gösterir. Genelde Katolik ve Ortodokslarda görülür. İkincisinde, İsa’nın tasviri ve heykeli yoktur. Simge sadece dört çıplak koldan ibarettir. Protestanların haçları da böyledir. Birincisinde, haç üzerinde küçük bir levha ve INR1 harfleri bulunur. Mânası: “Nasıralı İsa, Yahudilerin Kralı”, yani Latince lesus Naz,arenus Rex ludaeorum kelimelerinin baş harfleridir. Şekillerine göre isimleri de değişir. Örneğin, Antonius Haçı büyük T harfi şeklinde, yani üst kolu yoktur. Andreas Haçı dört çapraz kolludur, yani X harfi şeklindedir. Yunan Haçı ise, bütün kolları eşit uzunlukta + şeklindeki haçtır. Rus haçının üç yatay kolu vardır, bu üç kolun ortasındaki daha uzundur. [464]

12- Kilise Memuriyetleri

İlk Hıristiyan kilisesi, kardeşçe birbirine bağlanan münferit cemaatlardan meydana geliyordu. Daha İncil’lerin çıkış devirlerinde (m.s. 50-150) havari, öğretmen, cemaat reisi (piskopos) ve yardımcıları (diakonlar) gibi bazı vazife ayırımlarının yapıldığı görülür. Henüz sabit bir teşkilat, sınırlanmış görevler ve yönetmelikler yoktu. Kilise kendini, Kutsal Ruh’un idaresindeki Mesih vücudunun, Mesih varlığının devamı olarak görüyordu. Fakat Kutsal Ruh’un nerede ve ne zaman, kimde bulunacağının belirlenmesi gerekiyordu, bu da Kilise idi. Vazife taksimatı ise, henüz I. yüzyıl sonlarında Roma’da yapılmıştı. Piskoposluk makamı, başlangıçta Kilise nezaret (muhafaza) memuriyeti idi. Daha sonra, cemaat idareciliğini de eline aldı. Onun vekilleri, kilisedeki cemaatı idare eden papazlar oldular. Piskopos bütün papazlara çağrıda bulunabiliyor ve onlara memuriyetler verebiliyordu. Vaftiz, günah çıkarma, ibadet yönetimi, cemaata alma ve cemaattan çıkarma gibi bütün işler onun idaresine girmişti. Böylece otoriter bir kilise teşkilâtının temelleri atıldı. Rahipler tarafından idare edilen papazlık bölgelerini ilk âefa IV. yüzyıldan itibaren görürüz. Diakonluk makamı ise, başlangıçta komünyon âyini ve hasta bakıcılık hizmetleri olarak görülür ve havariler zamanına kadar iner. Yaklaşık m.s. 250 yıllarından sonra baş diakonluk ve onu takiben küçük kilise memuriyetlerine rastlanır. Bunlar, önce Roma’da tatbik edilmişlerdir. Piskoposlar ve papazlar için evlenme yasağı eski bir kaide olarak vardı. Ancak başlangıçta bir kimse evli olarak piskoposluk veya papazlık görevini üslendiyse, ailevi hayatını devam ettirirdi. Evlenme yasağı ilk olarak ikinci Lateran Konsilinde (1139) kondu. V. yüzyıldan itibaren Kilise görevlileri, görev işaretleri olarak başlarının tepesini yuvarlık bir şekilde tıraş ettirmeye de başladılar ki, buna “Tonsur” denir.

Ruhaniler ve cemaat arasındaki kesin ayrılık, 95 yıllarında ortaya çıktı. Kilisedeki Rabıta (Sukzesion) öğretisinin gelişmesi ile bu ayrılık kuv­vetlendi. [465] Çünkü Kilise hizmetleri için Mesih havarilerini, havariler de piskopos ve diakonları tâyin etmişlerdi. Yani her bir görevli İsa’nın elçisi ve vekili oluyordu. Artık piskoposlar, Havarilik ve yüksek rahipliğin üç büyük salahiyetine sahip oluyordu. Dinin ve cemaatin koruyuculuk yetkileri piskoposlara veriliyordu. Görevlilerin tayin yetkisi onlara bırakılıyordu. Üzerlerinde bulunduğuna inanılan Kutsal Ruh’un ikramı, makama yapılan kutsama işleminden geliyordu. Bu ikram hayat boyu devam ediyor, kayıp olmuyordu. Bu sebeple Katolik’lere göre, bir ruhani görevinden hiç bir zaman alınamaz. Bu öğreti, Kilise babalan tarafından sağlamlaştırılmış, temellendirilmiş ve geliştirilmiştir. Böylece teşkilatlı bir Kilise doğmuştur.

II. yüzyıldan beri Kilise’de ki birlik şuuruyla, genel meseleleri görüşmek üzere piskopos toplantıları yapılır. 250 yıllarından itibaren, tekrar eden eyalet konsüllerine de rastlanır. Bu konsillerde, İmparatorluğa bağlı ilgili eyaletin bütün piskoposları toplanırlar. Toplantı, eyalet başkentinde (Metropol’da) yapılırdı. Başkent piskoposu, metropolit olurdu ve eyalet piskoposları üzerinde hukuki idareciliğe sahipti. Piskoposlar topluluğu tarafından idare edilen Kilise, zamanla kendinin yegane kutsiyet kaynağı olduğu iddiasında bulundu. Bu suretle Kilise, Antik Devir Roma’sında çeşitli milletleri aynı cemaat İçinde birbirine bağlayan ve kaynaştİran teşkilat oldu.

12. 1- Papalık

Hıristiyan mezhepleri arasında en fazla tartışılan sorunlardan biri, Roma Piskoposunun, İmparatorluğun diğer piskoposları üzerindeki otoritesinin ne zaman tanındığı meselesidir. Roma Piskoposu Viktor 190-191 yılında Anadolu Kilisesi’ni büyük Paskalya Bayraraı’nın tarihi konusunda Roma’dan ayrıldığı gerekçesiyle, Kiliseden çıkarmakla tehdit etmişti.

Fakat Katoliklere göre ise, Roma piskoposunun yani Papa’nın otoritesinin başlangıç tarihi çok öncelere gitmekte ve Kilise’nin ilk teşekkülüyle birleştirilmektedir. Halifeliğine ise, İsa Mesih havari Petrus’u Matta İncil’inde ifade edildiği gibi: “Sen benim Kilisemi kuracağım kayasın” diyerek işarette bulunmuştu. Bu söz Roma’daki Petrus kilisesinin iç kubbesine altın levhalar üzerine yazılmıştı ve kiliselerin genel idaresini ve mutlak otorite hakkını vermişti. Sonradan zındıklıkla itham edilen Ebionitler ise Petrus’un halifeliğine itiraz ederek, İsa’nın halefinin kardeşi Yakub olduğunu, Petrus’un Yakub’a raporlar sunduğunu söylemişlerdir. Ancak Kudüs’te Yakub’un otoritesi yanında, Roma’da Petrus’un cemaat idaresindeki nüfusunun artmış olabileceği düşünülebilir. Hakikatte ise, Petrus’un 63 yılında şehit edilmesinden sonra, halefi olan Roma Piskoposu Romanın diğer kiliseleri üzerindeki otoritesini savunmuştur. Tüm itirazlara rağmen, zamanla üstünlüklerini kabul ettirdikleri de bir gerçektir. Makamını Petrus’un makamı ile aynı sayan ve birleştiren ilk piskopos Calix (221-227) idi. 3.yüzyıl sonunda durum öylesine gelişmişti ki, Roma Başpiskoposu “Papa” olarak, İsa’nın yeryüzündeki vekili ÇVicarius Christ) olarak, din esasları hakkında kendisinin karar verebileceğini iddia ediyordu. Yani bundan sonra, inanç meselelerinde ve Kilise idaresindeki en yüksek makamdı. Petrus makamının dogmal aştın İması ve O’nun halefleri meselesi, Roma papalık düşüncesinin muhtevası oldu.

13- Katolik Ve Ortodoks Kiliselerin Ayrılması (Skizma)

Skizma (ayrılma) deyimi, iki Hıristiyan grup arasında temelde doktrine dayanmayan bir bölünmeye işaret eder. Doğu ve Batı Kiliseleri arasındaki ayrılık yüzyıllar boyunca süren bir gelişmenin ürünüdür. Roma Kilisesi, Hıristiyan kiliselerinin birlikte hareket eden dünya piskoposları tarafından yürütülmesi ve piskoposlar topluluğuna Roma piskoposu olan Papa’mn başkanlık etmesi gerektiğini savunuyordu. Özellikle Romanın ilk imparatorluk merkezi olması sebebiyle Piskoposunun da diğer eyalet piskoposlarından önde olması gerektiği kanaatında idi. İstanbul Kiliselerinin kanaatına göre ise, Hıristiyanlığın 5 eski merkezi, Kudüs, Antakya, Roma, İskenderiye ve İstanbul eşit yetkiye sahipti. Kilisede yetki konusundaki bu görüş farkına rağmen 9. yüzyıla kadar kısmi bir birlik sürdü. İstanbul Patriği Fotius zamanında ilk geçici ayrılık meydana geldi. Daha sonraki yüzyıllarda Kiliseler kâh barıştılar, kâh ayrıldılar. İstanbul ve Roma arasındaki kesin kopma 1054 yılında oldu. Dil, kültür ve halkların karakterleri bakımından Doğu ve Batı birbirinden ayrıldı. Papalar Avrupa’da otoritelerini sürdürürken, krallar taçlarını onların ellerinden giyerlerken ve yine onların elleriyle vaftiz olurlarken, Bizans’taki gelişmeler başka yönde oldu. Burada Hükümdarlar kiliseye hükmettiler. Patrik, kralın bir nevi saray piskoposu oldu. Kralların hareketlerini tenkit edemezlerdi. Yalnız onları alkışlamak ve dua etmek zorunda idiler. Roma’da ise, dünyaya nüfuz etmek Kilise’nin bir özelliği olmuştur. Böylece, değişik görünüşte İki Kilise gelişmiş ve bugüne kadar devam etmiştir.

Doğu kilisesindeki pek çok husus Roma’dan eskidir. İnançları IV-IX. yüzyıllar arasındaki konsil kararlarına bağlı kalarak, fazla bir değişiklik göstermemiştir. Bu muhafazakarlık kendisine “Ortodoks” unvanına hak kazandırmıştır. Ortodoks kilisesinde dindarlık, Tanrı’nın dünyaya yakınlığını simgeleyen külttür. Kim bu kültü, nizamına uygun yerine getirirse Ortodoks sayılır. 726 yılında Bizans’ta çıkan aziz resimlerinin takdisi hakkındaki kavgalar, Doğu ve Batının arasındaki uçurumu daha da derinleştirmiştir. İkonalar, Tanrısal suretlerin ve hadiselerin vahiy edilen resimleri olarak kabul edilmiş, bunlara ibadet ve saygı tavsiye edilmiştir. Mesih’in, meleklerin ve azizlerin ikonalarıyla süslü kilise iç duvarları, mihrabı salondan ayırmıştır. 1054 yılında patrik hakları konusunda ortaya çıkan anlaşmazlık ise, iki Kilisenin birbirinden tamamen ayrılmasına sebep olmuştur.

İnanç bakımından “Credo” yani iman düsturunda yer alan filiogue (“ve Oğlun”) sözcüğünden dolayı, bir farklılık da girmiştir. Katolikler ve Protestanlar bu deyimi kullanmakla, Kutsal Ruh’un, birlikte hareket eden Pederden ve Oğuldan geldiğine işaret ederler. Ortodokslar ise, ilk ifade şekli uyarınca, Kutsal Ruh’un Tanrı’dan geldiğine inanır ve bu deyimi kullanmazlar.

14- Papalığın Dünya Hakimiyeti Ve Politik Çöküşü

Papalık, dünya hakimiyetinin başlangıcında ve gelişmesinde, bütün Orta Çağ boyunca Kilise hukuku sahasında, inanılmış iki sahte evrak büyük rol oynamıştır. Biri VIII. yüzyıldan kalmadır ve Konstantin tarafından bahsedildiği iddia edilmektedir. Buna göre İmparator, Roma’mn üstünlüğünü tasdik etmekte ve Papa’ya kendi hakimiyeti yanında Roma, İtalya ve bütün Batı eyaletlerinin dünyevî hâkimliğini de vermektedir. Papanın, Batı Roma İmparatorluğunu tanıyan, tarihi öne alınmış bu ferman, Frank kralı Pippi’nin İtalya’nın içişlerine karışmasına ve bir kilise devleti kurulmasına (756) sebep olmuş, Papa’yı 1100 sene dünyevî politik kuvvet yapmıştır.

Kilise hukukunun kaynağındaki diğer sahte evrak, IX. yüzyıldan kalmadır. Buna “Pseudoisidor Buyruğu” denir. Buna göre piskoposlar, memleketlerinin ne metropoli, ne de dünyevî hükümdarlarıdır. Böylece Roma’da oturan Papanın politik hükümranlığı temellendirilmiş, Papa’nın merkezî hükümranlığı lehine kararlı olarak piskoposların makamları zayıflatılmıştır. l.Nikolaus (754-814), “Pseudoisidor’u, Papanın genel piskoposluğu için bir dayanak olarak değerlendirmiştir. Büyük Kari (768-814), Kilise üzerine bir hakimiyete sahip olmuş ve Papa’yı bir eyalet piskoposu derecesine düşürmüşse de, bu geçici olmuş ve hakiki durumu değiştirememiştir.

Fakat Papalık, Roma asilzadeleri karşısında zor duruma düştükçe sırtını Alman hükümdarlarına dayamıştır. Büyük Otto’ya 962 yılında, daha sonra da haleflerine Batı İmparatoru unvanını vermişti. Güçlü Alman hükümdarlarından biri olan III. Heinrich (1039-1056), Sutri Konsilinde (1046) Papalığı yıkılmaktan kurtarmış ve bir Alman’ı Papalığa getirmişti. Bundan sonra Papalık, çeşitli hükümdarların baskısından kurtulmak için mücadele etti. Bu mücadele, Cluny Manastırı’ndan yayılan reform fikirleriyle, yozlaşmış rahipliğe ve rüşvetle Kilise makamlarının dünyevi (laik) kimselere verilmesine (simonie) karşı, yapıldı. Çünkü, piskoposların ve manastır baş rahiplerinin tayini Alman krallarının salahiyetine girmekle, devletin dine karışması zirveye ulaşmıştı.

Papa VII. Gregor (1037-1085) dünyayı, Augustin’in “Tanrı Devleti” idealine çevirmek istiyordu. Bu sebeple, Kilise’nin idaresini rahiplere verdi. Ruhban olmayan kimselerin Kilise makamlarına tayinini yasaklayarak (1075), genç kral IV. Heinrich ile mücadeleye girişti. Kral Heinrich, Alman piskoposlarınm Worms Konsili’nde Papa’yı azlettirdi. Fakat ülke dindarlarının Papa’nın yanında yer alması üzerine, bu mücadele kralın aleyhine gelişti ve Papa, Alman kralım azlederek aforoz etti. Bunun üzerine kralın çevresi kendini terk etti. Aforoz, IV. Heinrich’nin 1077 de yalınayak karlar içinde, Cannosa’daki Papa’nın sarayına giderek, kendisine diz çöküp yalvarmcaya kadar devam etti. Fakat VII. Gregor da muzaffer olarak kalmadı ve sürgünde acı bir şekilde öldü. Piskoposların tayini hakkındaki Papa-Kral mücadelesi 1122 yılında, kralın aday göstermesi ve Papanın tayini ile son buldu. Piskoposluk yüzüğünü ve asasını Papa, “Zepter” denen hükümranlık simgesi asayı da Kral, takdisten sonra makam sahibine hediye ediyorlardı.

  1. Papalık, sınırsız bir kuvvete ve bunun şuuruna sahipti. Dünya ve Kilise’nin efendisiydi. Sadece, Petrus’un halefi değil, İsa ve Tanrı’nın yeryüzündeki vekiliydi. Makamı ile ilgili meselelerde günahsız ve lâyuhti (yanılmaz) idi. Her şeyi düzenleyen ve idare eden O idi; fakat O, hiç kimse tarafından yönetilemezdi. İmparator ve prensler Papa’nın hakimiyetinde idiler. Ona ayak öperek, atının eğerini  tutarak  biat  ediyorlardı.   O,   onları  azledebilir  ve  bratlarını     kabul etmeyebilirdi. Papalar bu sebeple, makam alameti olarak, “Tiara” denen üç tuğlu tacı XIV. yüzyıldan beri giyerler.

Papalığın dünyevî hakimiyeti, Alman İmparatorluğunun parçalanmasıyla zirveye ulaştı. Alman krallığına seçimini onaylamayan Papa’ya karşı İtalya’ya yürüyen Konradin, mücadeleyi kaybedince 1268 de Napoli’de başı kesilerek idam edildi. Papa VIII. Bonifaz (1294-1303), Thomas Aquino’nun sözlerine dayanarak bütün yaratık ruhlarının kurtuluşları için Roma’daki Papa’nın emri altına girmek zorunda olduklarını ilan etti. Bununla, dünyevi politik saha kastediliyordu. Fakat VIII. Bonifaz’ın halefi, milli birliğine kavuşan Fransa’ya boyun eğmek zorunda kaldı ve 1309-1377 yılları arasında politik güçleri alınmış Papalar, Fransız Avignon’ünda hüküm sürmek zorunda kaldılar. Ama bu, dini saha da değildi. 1336 yılındaki Papalık Fermanı, Papa’nın Alman kralının seçimindeki rolünü ortadan kaldırıyordu. Papalığın, Avignon ve Roma’da olmak üzere ikiye ayrılması (37 sene Papalar Roma ve Avignon’da oturdular) Konstanz Konsilfyle (1414-1418) sona erdi. Diğer bir konsil Bazel’de, Kilise üyeleri üzerinde reform yapmak istemişse de, başarılı olamamıştır.

15- Halk Dindarlığı

Dindarlık yalnız seçkin ruhlara değil, Komünyon ve Passion (İsa’nın öldürülmesi ve dirilmesi) tasavvurlarıyla, Meryem aşkıyla bütün Katolikliğe nüfuz etti ve yeni şekillerini meydana getirdi. Fakat eski Kelt, Roma ve Cermen putperest dinleri de kuvvetli etkilerini uzun zaman gösterdiler. Evliyaların dünyevî hayatlarında temas ettikleri şeylerin kültü, geniş bir alana yayılmıştı. Evliyaların (azizlerin) ahlakî üstünlüklerine saygıdan ziyade, religuinlerin (kutsal kalıntıların) gizli kuvvetine saygı, dua ve onlara temasla gizli kuvvetlerinden istifade yoluna gidiliyordu. Meselâ onlarla pek çok kimselerin maddeten temas edebilmesi için, azizlerin kemikleri küçük parçalara bölünerek paylaşılıyordu. Azizlerin hakiki yahut tasavvur edilen vücutlarının kalıntılanndaki gizli güçlerin, temas ettikleri şeylere de geçmiş olduğuna inanılıyordu. İsa’nın çocukluk kundağı, dikenli idam ağacı, asası ve kuşağı, Meryem’in elbiseleri, Roma’ya getirildiğine inanılan Platus’un mahkeme binasının merdiveni ve Loreta’ya melekler eliyle indirildiğine inanılan kutsal ailenin (mesih ailesinin) evi, hürmet ve dua vasıtası olan kutsal şeylerdendi. Halk bunlara dokunmakla gizli, büyülü kuvvetlerinden istifade ettiği gibt, dünyevî ihtiyaçlarında da onların sahipleri olan evliyaları, bizzat yardıma çağırıyordu. Artık bunlar, Hıristiyanlık öncesi tanrıların yerlerini alıyordu. Bir at üstünde yakılarak şehit edilen Laurentius, ateş ve ateşli hastalıkların koruyucusu ve ekmekçilerin piri sayılıyor; kendisine atfedilen sahada yardıma çağrılıyordu. St. Wendel ve St. Leonhard hayvan hastalıklarının, St. Ottila ve Klara göz ağrılarının yardımcıları, hekimleri sayılıyorlardı. St Petrus, hava azizi idi. Azizlerin heykelleri, eski devirlerin putları gibi öpülerek dua ve takdis ediliyordu. En makbul kurban, dua edenin kilisede yaktığı büyük veya küçük mumdu. Eski Cermen ve Kelt tanrılarının yerlerini bir sıra evliyalar aldıkları gibi, eski kutsal yerler, koruluklar, kaynaklar vs. Hıristiyanların kutsal ziyaret yerleri olmuşlardı. Aslında buralar, putperestlerin tabiat kültleriyle ilgili yerleriydi. Sayısız efsanelerle de suretlerin ve kutsal yerlerin evveliyatı, tabiat üstüne yüceltilmektedir. Bu, sadece halkın dindarlığından kalmamış, resmi Kilise’ye de nüfuz etmiştir. Putperestlerin tanrı suretleri ile şehrin sokaklarında dolaştıkları gibi, şimdi de azizlerin kutsal kalıntıları (religuinleri) ayinler yapılarak sokaklarda dolaştırılıyordu. Putperestlerin kısrak kutsamaları yerine, atların kutsanması yapılıyordu. Putperestlerin kurbanının yerini komünyon almıştı. İçki kurbanının yerini, şarap takdisi almıştı. Kilise, bunların sadece putperest manalarıyla mücadele etmiş; bunları Hıristiyan küllüyle tevil ederek, Hıristiyanlaştırmaya çalışmıştır. Eski dinin rahibeleri olan kâhin ve falcı kadınlar, cin ve şeytanlar olarak vasıflandırılmışlardı. Büyü ve falcılıkla meşgul olanlar ise, Engizisyon Mahkemeleri ile feci şekilde öldürülmüşlerdir.

16- Zındıklıkla Mücadele

Zındıklıkla mücadele ve Engizisyon: Orta Çağda Kajolik ilkelerinden ayrılma, laneti gerektiren bir günah sayılıyordu. Bundan sonra Kilise, zındıkların takibatında devlet kuvvetini yardıma çağırdı. Böylece Engizisyon teşkilatı ve zındıkların takibatı korvu.su ilk defa 1184 yılında Verona Konsili kararları esasına dayanarak meydana çıktı ve IV. Lateran Konsili’nde (1215) tasdik edildi. Papa 9. Gregor, 1231 yılında Papalık Engizisyonunu kurdu. Bu teşkilatta çalışanlar, X)ominikan ve Franziskan tarikatlarının mensuplarıydı. Şüpheliler, çeşitli işkencelere tabi tutularak suçlarını itirafa zorlanıyorlardı. Malları devletleştiriliyor, zindana atılarak veya yakılarak cezalandırılıyorlardı. Cezaların tatbikinden önce, başlarına alay taçları ve elbiseleri giydirilerek, bir eşeğin üzerinde şehrin sokaklarında dolaştırılıyordu. Engizisyon, bilhassa XV. yüzyılda İspanya’da, XVI. yüzyılda Hollanda ve İtalya’da büyük faaliyet göstermiştir. Orta Çağ ilahiyatı bunu desteklemiştir. Eski putperest dinin rahibeleri cadı ve şeytanın karıları sayılıyor, zındıkların feci kaderini tadıyorlardı. Papa VIII. Inozenz 1484 yılında yayınladığı fermanla, cadıların yakılmasını emretmişti. Bu vahşet, aydınlanma ve reformasyon devrinin etkileriyle son bulmuştur.

17- Karşıt Cereyanlar

Tatmin olmayan dindar halkın ihtiyaçlarından, kısmen de yüzyılların baskısından patlamış bir halde, yeni cereyanlar ortaya çıktı ve kilise kültünün birliğini zamanla bozdu. Haçlı Seferleri ve Papalık emperyalizminin yayılması, aslında onun çöküşünü hazırladı. Papa, Avigon’a iltica etmek zorunda kaldı. Rönesans papaları, Papalık Hükümeti Teşkilatıma mâlî ihtiyaçlarını karşıla­yabilmek için, ruhanî makamları rüşvetle dağıtıyor, parayla satıyorlardı. Bu da, Papalığın manevi otoritesinin çabucak yıkılmasına sebep oldu. Kilise idaresindeki irtikap ve ahlâksızlıklara, yüksek Kilise makamlarının dünyevîleşmesine karşı Savonarola (1452-1498) gibi büyük vaizler karşı çıktılar. Savonarola 1498 yılı Şubatı Oruç vaazında şöyle diyordu:

“Fenalıklar Roma’dan çıkıyor ve bütün hudutları aşıyor. Onlar, Türklerden ve Araplardan daha fenalar. Roma’ya bakarsanız bütün kilise ve vakıfların rüşvetle kazanıldığını görürsünüz. Ayrıca bir cesaretle çocukları ve kardeşleri için binlerce günaha giriyorlar. Korkunç bir hırsa sahipler ve para uğruna her şeyi yapıyorlar. Çanlarında hırs çınlıyor; papazlar, kilise korolarına, memuriyetlerine, akşam dualarına para için gidiyorlar. Ayinleri satıyorlar; kısacası, ayinleri ve her şeyi para uğruna yapıyorlar ve sonra da aforozla korkutuyorlar. Akşam olur olmaz biri oyuna, diğeri metresinin yanına gidiyor. Cenaze merasimine ise, orada ziyafetin bulunması sebebiyle gidiyorlar. Ölü için bolca dua edecekleri yerde, bolca yiyorlar, içiyorlar ve gevezelik ediyorlar…” [466]

Burada zikredilen yozlaşmalar, çoktan meydana çıkmış olan içteki çözülmeleri yansıtmaktadır. Ahlaki bozuklukların tenkidi, yüzyıllardan beri sürüp gelmekte idi. Yaklaşık 1176 senesinde Waldensler, havariler devrinin mütevazı Hıristiyanlığını tatbike çalıştılar. Fakat yapılan özel Haçlı Seferleriyle feci takibatlara uğradılar. Onların kalıntıları, bugün halen Yukarı İtalya’da yaşamaktadırlar. 1383-84 yılında Oxford’da ilahiyat profesörü olan John Wiclif, Deccal ‘m, Papa olduğu teşhisinde bulundu. Normal Ölümünden sonra zındıklıkla lanetlenen Wiclif in kemikleri, defninden 44 sene sonra mezarından çıkarılarak Papanın emriyle yakıldı. Wiclif in, Johannes Hus’a (1370-1415) ve Praglı Hieronymus’a yazdığı mektupların tesiriyle “Hussitler ve Böhmenli Kardeşler Hareketi” meydana çıkmıştır.

Johannes Hus, manastırların mal-mülk sahibi olmasına, kilise hizmetlilerinin dünyevileştirilmesine karşıydı. Kilise memuriyetlerinin ehil kimselere verilmesini istiyordu. Fakat bununla o, Katolik Kilisesi’nin müspet bir teşkilat olduğu görüşüne karşı gelmiş oluyordu. Hus görüşlerini savunmak için gittiği Konstanz Konsili’nde imparatorun himayesine rağmen tutuklandı ve zındıklık isnadıyla meydan ateşinde yakıldı. Çünkü, “Allah’ın düşmanı” olan zındıklara karşı zor kullanmak caizdi. Zındıkların ve sapıkların zararını önlemek ve günahlarından temizlemek için, 1231 yılından beri Engizisyon Teşkilatı vardı. Suçlu görülenler bu vasıtayla ateşe atılıyorlardı. BÖhmen Kilisesi’nin serbestliğini istediği için, meydan ateşinde şehit edilen Hus, Çeklerin milli kahramanı olmuş ve fikirleri uğruna 1420-1436’da Hussitler Savaşı meydana gelmiştir.

Diğer taraftan Orta Çağda, dindarlığın arttığı da görüldü. Alman Dominikalılar tarikatı başkanı Üstat Eckart (m.1327) ve öğrencisi Johann Tauler’e (ö. 1361) göre, Hıristiyan dindarlığının hedefi bir “İç aydınlanma” olarak Tanrı’nın ruhda tezahürü olmalıydı. Buna, dünyadan uzak durmak, ruhsal sükûnet ve tevekkül ulaştırabilirdi. Hollandalı Thomas von Kempen’in (1380-1471) bu hususta Imitatio Christi (Mesih’e Benzeme) adlı kitabı yazdığı söylenir. Almanya’da ise 1400 yıllarında yazılmış, yazarı bilinmeyen Hıristiyan tasavvufu ile ilgili bir kitabı Luther “Theologİadeutsch” ismiyle 1516 yılında yayınlamıştır.

Antik dünyayı örnek alan Rönesans ve Hümanizm, XIV. yüzyıldan itibaren İtalya’dan çıkarak yayılmaya başladı. Rönesans?kültür tarihi ile ilgili bir terimdir. Antik kültürün tekrar doğuşunu ve sanatın tekrar çiçeklenmesini gösterir. Hümanizm ise, eski dillerin tahsilini ve şehirli halkın İçine kadar yerleşen eğitimi gösterir.

“Kaynaklara inelim” çağrısında ise, her şeyden önce Kitab-ı Mukaddes’i aslından tahsil etmeye yönelindi. Yaklaşık 1450 yıllarında meydana çıkan matbaa sayesinde, ilim ışığı herkesin eline Yunanca, Almanca birer Yeni Ahid vermeyi mümkün kıldı. En büyük Alman hümanizmi, Roma’dan kopmaktı. Kilise’nin, Roma’dan kurtulması ve kendi millî benliğinin teşekkülü için ilk çağrıyı yapan büyük bir ihtimalle, şövalye Ulrich von Hutten (Ö.1523) olmuştur. Hümanizme karşı olanlar için, meşhur “Kara Adamlar Mektubu”mı yayınlayanlardandı. Bunda O, “Ey asır, ey ilim, o bir hayat zevkidir. İlim, çiçek açıyor, yağmur gibi ruhlar yağıyor,” diyerek sesleniyordu. Hıristiyanlıkla hümanizm kültürünün uzlaştmlmasma Johannes Reuchlin (Ö.1522) ve bilhassa Erasmus von Rotterdam (1465-1536) gayret etmişlerdir. Fakat Erasmus’da din, hümanizm oluvermişti. Kilise, yanlışlıkla Erasmus’la mücadele etmiş ise de, Erasmus hiç bir vakit Katoliklikten ayrılmamıştır. Hümanizm ve Rönesans, Yeni Çağı açmış ve Reformasyon’un gelişmesine çok tesir etmiştir. “Kaynaklara dönelim” parolasıyla reformasyon, Hümanizmi kendisine örnek almıştır. Hümanizm, eğitim hareketiydi, Reformasyon gibi dinî bir patlama değildi. Bununla beraber Hümanizmin muhtevası Reformasyon oldu. Erasmus’un Hıristiyan hümanizmi, reformasyon tarafından benimsendi, fakat reformasyon hümanizmi geliştiremedi, ondan ayrılarak yeni bir yol aldı. [467]

18- Reform Hareketleri Ve Martin Luther

Reform hareketlerini başlatan Augustin tarikatı rahiplerinden Martin Luther’dir (1489-1546). 31 Ekim 1517 de Wittenberg saray kilisesi kapısına 95 maddelik meşhur bildirisini asması, hareketin kıvılcımı olmuştur. Reformasyon ateşinin tüm çevreyi sarması, zamanın olgunlaştığının işaretidir. Kilisenin günahları bağışlaması, bunu kağıtlar üzerinde makbuzlaması, dinin mâli bir oyuncak yapılması, yozlaştırıİması halkın öfkesine ve tepkisine yol açıyordu kî, gerilimin ne derece arttığı ve yaygınlaştığının bir kanıtıdır.

Haber, sıçrayan bir kıvılcım gibi bütün Almanya’ya yayıldı. Tartışmalar önce kendi tarikatında sonra da diğerlerinde başladı. Dominikahlar tarikatının Roma’daki tepkisi, O’nu zındıklıkla ithama ve mahkemeye götürdü. Papa’nın aforoz yazısını ise, Martin Luther halkın önünde yakarak cevap verdi. Peter Waldes, Wiclif, Hus gibi düşünürleri meydan ateşine götüren bu emirnamenin yakılması, aforozdan çok daha şiddetli etki yaptı. Luther, kendi yanmadan, Papanın buyruğunu yakan ilk insandı. Eyalet Beyi Friedrich von Sachsen’in isteği üzerine Luther, Worms Meclisinde imparator tarafından sorgulandı. Papa ve KonsiPin yanılmazlığı aleyhindeki yazılarını yalanlaması ve reddetmesi teklifini kabul etmedi. Dönüşünde Kursachson’lu süvariler tarafından yapılan bir baskınla kaçırıldı ve Watburg’a getirildi. Luther orada çatışmalarını sürdürdü. Hareket XVI. yüzyılda en fırtınalı zamanlarını yaşadı. Şövelya Franz von Sickingen’in Trier Prenslerine karşı giriştiği Pfaffen Savaşı (1522-23), Prenslerin baskısından usanan “Köylüler Ayaklanması” (1525), eski Alman cemaat hürriyetlerinin istenmesi, Protestan teklifleri olarak yerleştirilmek istendi. Luther, bunları büyük bir sempatiyle destekledi. Köylülerin yenilmesine rağmen reformasyon, ne bir imparatorluk ne de bir halk hareketi olabildi.

Martin Luther, kendisi de bir rahibe oian Katerina von Bora ile evlenerek tasavvuru dahi güç bir ihtilali gerçekleştirdi. Sapık sayılan bir rahibin, yine bir rahibe ile evlenmesi Orta Çağ için düşünülmesi dahi çok günah sayılan bir olaydı.’

İmparator V. Kari, yeni çıkan zındıklığı, kökünden kazımak istediyse de, başarılı olamadı. Speyer Meclisinde (1529) protesto edilmeleri sebebiyle “Protestanlar” olarak isimlendirildiler. İnançlarının tanınmasını istediler ise de bu, ancak 1530 yılında Augsburg Meclisi’nde kabul edildi. Can güvenliği sebebiyle meclise gelmeyen Luther’in görüşlerini Philipp Melanchthon (1497-1560) savundu. Başlangıçta Katoliklerle anlaşmayı temin etmek gayesiyle Augsburg İnanç Formülünü de (Augsburgische Bekenntnis-Confessio Augustana) Melanchthon düzenlemişti. Buna göre piskoposluk, Sakrament düzeni ve ibadet metni (liturgie) Eski Kilise’nin prensiplerine göre sabit kalıyordu. Fakat birlik temin edilemedi. İmparatorluk Meclisindeki duruşmaların sonunda Almanya’da iki yeni parti meydana çıktı. Protestan bölgeleri inançlarını bastırmak isteyenlere karşı bir teselli olarak, 1531 şubatında “Schmalkald Anlaşmasında birleştiler. Bununla Protestanlık politik bir parti oluyor ve İmparator da ateşkese rıza göstermek zorunda kalıyordu.

Münavebeli harp yıllarından sonra, Schmalkald Savaşı’nda (Mühlberg Savaşı, 1547), Protestanlık neredeyse kaybetmek üzere iken Augsburg İmparatorluk Meclisinde, din hürriyeti ve eyalet beylerinin İmparatora karşı serbestiyetleri sağlandı. İmparatorluk, din hürriyetinin ana maddesini tespit ediyordu: Ülke kime aitse, dine de o karar verecekti. Bu karar Almanya’daki Katolikliği kurtardı. Bununla Protestanlık en büyük hedefine kavuştu. Dini bir mesele, papazsız ve konsilsiz Alman makamları tarafından çözülüyordu. Fakat bunlar modern anlamdaki din hürriyetinden uzaktı. Prensler ve eyalet beyleri serbesttiler. Yalnız Augsburg Meclisi’nde Calvinizm ve bazı mezhepler korunmamıştı. Halktan bir kimse eyalet beyinin inancını kabul etmezse, göç etmek hakkına sahipti. Bütün bu önlemler Otuz Sene Harplerinin çıkmasını engelleyemedi.

Dinler Tarihi bakımından Luthefin kıymeti, 95 maddelik bildirisinin ilk maddesinden tanınabilir. O şöyle diyordu:

“Eğer İsa Mesih diyorsa; Tövbe ediniz, ilâhi devlet yakındır, onunla O, müminlerin bütün hayatlarının tövbe olduğunu söylemek istiyor. Ne papazların Kilise ‘nin rahmetiyle günah çıkarmaları, ne de herhangi bir vekalet ve makamın rahmetin yolunu tıkayabilmesi mümkün olur. Daha çok bu, insanın mümin olarak yaşamasına bağlıdır. O zaman bütün hayatı tövbe olur, kadir Tanrı, kendi teklifi karşısındaki ferdi amellerine göre değerlendirmez. O, ferdi doğrudan doğruya bir günahkar olarak kabul eder ve rahmetiyle muamele eder. Fert Tanrı ‘yi seçemez, ama görünmeyen Tanrı ferdi seçer, faydasız kulunu hizmetine yarar bir alet yapar. İnsan, inanca yahut inançsızlığa sahip değildir, ancak inanç ve inançsızlık insanda meydana gelir. Hiçbir zaman Hıristiyanlık inancı bir kimsenin garantili malı değildir. Rabb’im sana inanıyorum, Sende benim inançsızlığıma yardım et!”. [468]

Luther’e göre hidayet, tamamen Tanrı’nın lutfunda ve inançtadır. Tanrı’nın adaleti insan tarafından arzu ile yahut salih amelle, takdisle teklif edilen bir ayin özelliğiyle kazanılamaz. O öyle bir adalettir ki, ancak inanabilenin hediyesinde ifadesini bulur. Bu hak verme (adaleti gerçekleştirme tecrübesi) yalnız başına reformların kalbini teşkil eder. Bu, Luther için tekrar bulunan İncil’dir. Paulus Mektuplarının tahsilinden öğrenilir. Hidayet, Tanrı’nın kazanılmadan verdiği bir rahmettir ve inançla ilahî vaade ulaşılır. Çünkü, Mesih’in kefaret olarak ölümü bütün günah cezalarını örtmüştür. Hidayet edilen kimse, papazların takdisi ve azizlerin aracılığı olmadan Tanrı’ya serbestçe ulaşır. Bununla Luther, Papa’nın yanılmazlığını ve Konsülleri reddeder ve öğretinin yegane temelinin Kutsal Yazılar olduğunu savunur.

Reformasyon, kurtuluş ve halkın teşkilatı olarak Orta Çağ Kilisesi’nin kısıtlamalarını kaldırdı ve kurtuluş aracılığım ferdin kendine bıraktı. Orta Çağın takdis ve dogma dininin yerini, aracısız Tanrı ile ilişki dini aldı. Tanrı ile insan arasındaki rahipler hiyerarşisi kaldırıldı. İnanç vasıtasıyla kurtuluş da, Tanrı’nın bir fiili olarak görüldü ve Kilise’nin etkisi reddedildi.

Alman halkı için İse, Kitab-ı Mukaddes’ i tercüme ederek herkesin yararına sundu. Bu arada Alman yazı dilinin gelişmesine tesir etti. Kendi ifadesine göre, Luther’in bazen İbranca bir kelimenin Alrnanca’daki karşılığını senelerce aradığı olmuştur. Luther’İn tercümesi olmadan bugünkü Almanca düşünülemez. 1517-1520 yılları arasında, yaklaşık 30 bin civarında Kitab-ı Mukaddes satıldığı tahmin edilmektedir. Bu zamanda tanesi 1,5 Gulden, yani bir at fiyatında idi. Yine,Luther’in “İlâhiler Kitabı” ile Protestan Kilisesi, müzikli kilise olmuştur. Luther’ in korosunda inanç, dua ve methiye kuvvetli kelime ve melodilerle birleşerek özel bir bütünlük meydana getirmiştir. Luther’in büyük ve küçük ilmihalleri ise, yeni bir metotla yazılmış iyi bir eğitim aracı olmuştur. Katolik Kilisesi onu “Catechismus Romanus’la taklit ederek, kendi ilmihalini hazırlamıştır.

18. 1- Huldrich Zwingü

Günahkar insanın rahmet sahibi bir Tanrı’yı nasıl bulabileceği, kurtuluşa nasıl erişebileceği sorusu ile meşgul olan Martin Luther yanında, Zürichli reformcu Huldrich Zwingli de (1484-1531) aynı problemle ilgilenmiş ve daha ahenkli bir çözüm yolu bulmuştur. İsviçre’nin politik durumu ve Zvvingli’nin hümanist kökeni, meseleleri Luther’den daha pratik ve akılcı bir şekilde ortaya çıkarmasına yardımcı olmuştur. Zwingli’ye göre, komünyon ayininde Mesih fiziki değil, ruhen bulunur. Ayin bir hatıra ve simgedir. Bu konuda, Zwingli ve Luther 1529’daki Marburg dini görüşmesinde uzlaşmak istedilerse de, kendilerine engel olunması sebebiyle, başarı gösterememişlerdir.

Zwingli, reformasyon ve hümanizmi birleştirmek istiyordu. 1531 yılında İsviçre’deki bir iç savaşta taraftarlarıyla beraber Protestanlık uğruna öldürülmesi bu isteğine fırsat vermedi. Luther’e göre, Zvvingli’nin öldürülmesi, bir papaz olarak onun eline kılıç almasının cezasıydı. Protestan bölgelerinde onun bu hareketi, politik Hıristiyanlığa ve Hıristiyan politikacılarına örnek olmuştur.

18. 2- Johannes Calvin

Calvin, ikinci neslin reformcusudur. Akılcı ve sertliğiyle hukuk kökenli oluşu dâima dikkati çeker. Ülkesinden sürüldükten sonra Bazel’de 27 yaşında Hıristiyan Din Dersleri (Institutio Religionis Christianae) isimli kitabını neşretti. Hayatının sonuna kadar Protestan öğretisini sistemli bir şekilde sunmaya çalıştı. Tanrısal kuvvet ve değişmeyen arzuyu, reformların en önemli fikri beyanı olarak açıklamak istedi. Augustin’in kader hakkındaki öğretisini işleyerek geliştirdi. Yani hidayetin ve küfrün yahut hidayete ulaşamamanın kaynağını Tanrı’nın değişmez kararında buldu. Calvin’in Anglo-Sakson taraftarları O’nun bu kader Öğretisinden ayrılmışlardır. Onlara göre dünyevî saadet ve refah Tanrı’nın hidayetini ispat eder. Modern Kapitalizmin köklerinden birinin bu noktada bulunduğunu iddia edenler de vardır.

Luther için iyi ameller ve meyvaları, imanın işaretiydi. Calvin için ise, ilâhî seçkinliğin işaretidir. Calvin, Genf de kuvvetli ve disiplinli bir cemaat kurdu. Ona göre, Tanrısal Devlet getirilebilirdi. Calvin’in kendisi, bu şehir devletinin başıydı ve cemaatının hayat düzenini elinde tutuyordu. Bu durum, Luther’e kısmet olmadı ve O hayatı boyunca Wittenberg’de bir vatandaş olarak kaldı.

19- Günümüzün Büyük Kiliseleri

Günümüz Hıristiyanlarının büyük çoğunluğunu, Katolik, Ortodoks ve Protestan Mezheplerinde toplandığını, bunların dışında tarihten gelen veya Reformasyon sonrası ortaya çıkan görüş ayrılıkları sonucunda yeni teşekkül etmiş mezhepler bulunduğunu görürüz:

19. 1- Katoliklik

Kilise Teşkilatlarının en büyüğü, Roma Katolik Kilisesidir. 1970 istatistiklerine göre, dünyada yaklaşık 613 milyon mensubu vardır. Bunun 226 milyonu Lâtin Amerika’da, 250 milyonu Batı Avrupa’da, geri kalan rakamın %24’ü Kuzey Amerika, %14’ü Afrika ve diğer ülkelere dağılmış durumdadır. Arap Dünyasında %19, Asya’da %4 oranında mensubu olduğu tahmin edilir. [469] Vaftizi Katolikliğin ölçüsü kabul edersek, mensuplarının çoğu Kiliselerinin öngördüğü işleri yapmaktan uzaktırlar. Ancak nikâh ve cenaze merasimleri gibi olaylarda mezhep şuurları belirginleşir.

Katoliklik manevi bir hayat yolu değildir. O bir kilise ve Hıristiyanlığın ortaya koyduğu tarihi bir teşkilattır. Belirgin özelliği “Otorite ve idari yapısıdır”. Katolik Kilisesi, Papalık etrafında’çevrelenmiş merkezi bir birliğe sahiptir. Papa, piskoposluk bölgelerindeki idarecileri tayin eder. Bunlar bekâr ve kendini bu işe adamış papaz sınıfı ile desteklenir. Dünyada yaklaşık 268.000 (keşiş olmayan) papaz olduğu hesaplanmaktadır. Dağılımları ülkelere göre değişmektedir.

Katoliklere göre Kilise, İsa Mesih’in vücududur. Yani mümin Hıristiyanların görünen birliğidir.  Kilise, İsa’nın yaşayan vücudu olarak O’nun vekili Papada ve sınırlı bir şekilde piskoposlarda vücutlaşmıştır. Bütün Hıristiyanlığı ilgilendiren inanç ve ahlaki meselelerde Papa lâyuhtidir. Kilise kutsaldır. Kutsal öğreti ve kutsal gizemleriyle (sakramentleriyle) insanları kurtuluşa yöneltir. Cemaat hiyerarşik derecelenmiş ruhaniler ile sade halk olmak üzere iki sınıfa ayrılır. Ruhaniler Mesih’in koyduğu kutsal sakramenti idare ederler. Dağıttığı Kutsal Gizemle müminleri Mesih’in vücudu ile birleştirmekte ve inananların manevi kurtuluşlarına hizmet etmektedirler. Trient Konsili’nde Sakrament in yedi sayısı tespit edilmiştir. Bunlar: vaftiz, güçlendirme, nikah, ruhbanlık, tövbe, hasta yağlama, ejkaristiya’dır. Sakramentlerin İsa tarafından konduğuna inanılır. Gizemlerin tesiri, gizemin dağıtıcısına ve kabul edene bağlı değildir.

Reformasyon’dan bu yana tarikatların sayısı artmıştır. Çoğu misyonerlik ve eğitim faaliyetleriyle meşgul olurlar. Kendi içinde yenileşme ve modernleşme düşünceleri de gelişmektedir. Bu hareketi Trente Konsili’yle başlatırlar. II. Vatikan Konsili bu hareketi daha da belirginleştirmiştir. Konsiller temel inanç ve hareketleri çağın anlayışına göre yorumlarlar. Papa’nın başkanlığında toplanan konsiller bir nevi istişari role sahiptirler. Papa’nın dogmatik kararlar alma yetkisi vardır. 3854 yılında Papa Pİus IX. “Meryem’in İsa’ya bakire olarak hamile kaldığını”, 1950 yılında da Papa Pius XII. “Meryem’in cismen göğe çıktığını”, inanç esası olarak ilan etmiştir.

Papa’nın seçicisi olma şerefi Kardinallere aittir. İki kısımdırlar. Birinci kısmı, piskoposlukların başında bulunan kardinal unvanlı ruhanilerdir. Diğerleri Papalığın yönetim işlerinde Papa’ya yardımcı olanlardır. Günlük işleri organize ederler. Bir nevi papalık teşkilatının bakanlarıdır.

Vatikan Konsilinden buyana Katolik Kilisesinde 15 Patrik, 1340 Başpiskopos ve doğrudan doğruya Vatikan’a bağlı 70 yüksek kilise memuru, 12 havari idareci ve hepsinin başında Papa bulunur.

Mezhebin başlıca özelliklerini şöyle özetleyebiliriz:

1- Dinî başkan, Papadır. Papa, İsa’nın vekili, Petrus’un halefidir.

2- Papa, yanılmaz otoritedir. Roma, diğer Kiliselerin ruhani merkezidir ve hepsinden üstündür.

3- Kilise, evrenseldir (Katolik kelimesi, evrensel anlamına gelir), onun dışında kurtuluş yoktur. Kilise, Kutsal Ruh tarafından sevk ve idare edilmektedir. İncil’in yorumu Kilise eliyledir.

4- Kutsal Ruh, Baba ve Oğul’dan çıkar.

5- İsa’da, ilâhî ve insanî iki tabiat vardır.

6- Gelenek kabul edilir.

7- İsa gibi Meryem de günahsızdır, aslî suçtan uzaktır. Meryem, Tanrı yanında şefaat da bulunabilir. O, göğe yükselmiştir.

8- Azizler de Tanrı katında sözcü olur, şefaatte bulunabilir. Onların resimleri ve kutsal emanetlerine saygı gösterilir. Adlarına hemen her gün âyin düzenlenir.

9- İnsan aslî suçun içindedir. Kötülüğe temayül,   günaha sevk eder. Günahtan kurtulma önemlidir. Bu günah çıkarma hücresinde, papaza itiraf şeklinde olur. Ergenlik çağma giren her Hıristiyan’ın yılda en az bir defa günah çıkartması 1215’de toplanan Lateran Konsilinde karara bağlanmıştır.

10- Sakramentler (gizemler) yedi tanedir. Ruhban sınıfı evlenemez. Ruhban sınıfı dışında olanlardan evlenenler boşanamaz. Kilisede yapılmayan nikah, sahih sayılmaz. Boşandıktan sonra evlenme zina kabul edilir. Vaftiz, su dökülerek yapılır. Vaftiz olmadan ölen, cehennemlik sayılır. Efkaristiya Ayininde ekmeğe maya katılmaz. Efkaristiya’da   konfırmasyon (güçlendirme âyini), ilk komünyondan sonra her hangi bir vakitte yapılır.

11- Yirmibir konsil ve kararlarını kabul ederler.

12- Cuma günü et ve yağlı yiyecekler yemezler. Boğulmuş hayvanların etini ve kanını mubah görürler.

13- Son yargı gününü, cenneti, cehennemi ve a’rafı kabul ederler.

14- Ayin dili Latince’dir. (1965’deki II. Vatikan Konsili’nde değişik dillerde yapılmasına izin verilmiştir).”[470]

19. 2- Protestan Kiliseler

Dünyada yaklaşık 300 milyon Protestan’ın varlığı kabul edilir. Avrupa’da 110 milyon, Kuzey Amerika’da 130 milyon, Afrika’da 22 milyon, Asya’da 12 milyon, Avustralya ve Güney Amerika 10’ar milyon mensubu olduğu kabul edilir.

Protestan mezhepler arasında ortak veya ayrıldıkları noktalan araştıran yeterince çalışma yoktur. Bu sebeple hepsine hitap edebilen bilgiler vermek çok zordur. Genelde, kilise yapıları çeşitlidir. Cemaata önem verirler. İsa ‘nın bedeninin şekillendiği yer cemaattir. Bu müşahhas cemaata itina Protestan kilisesinde süreklilik gösterir. Kilisenin evrenselliği gözden ırak tutulmaz. Aralarındaki çeşitlilik ve bazen kopukluk, birlik özlemini doğurmuş ve Gençler Birlikleri kurmuşlardır. Bu özlemler günümüz Kiliseler Birliği ruhunun doğmasına ve gerçekleşmesine yol açmıştır. Katolik ve Ortodokslardan ayıran özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:

1- Papa vs. gibi bir otorite kabul etmezler. Hıristiyanlık hakkında bilgi sahibi her kesin değerlendirme yapabileceği görüşündedirler.

2- Kilisenin Kutsal Kitap yorum yetkisi yoktur. Her Hıristiyan Kutsal Kitabı yorumlayabilir. İbadet ve vaazlar Kutsal Kitaptan çıkarılır.

3- Kutsal Gizemlerden (sakramentlerden) yalnız  vaftiz ve komünyonu kabul ederler. Komünyon bazılarınca sadece bir hatıradan ibarettir.

4- Kilise görevlilerinin günah çıkarma yetkisini kabul etmezler.

5- Anglikanlar dışındaki mensuplar haç çıkarmazlar..

6- İbadet ve ayinlerini ana dillerinde yaparlar.

7- A’rafa ve ebedi cezaya inanmazlar.

8- Katoliklerin Meryem inançlarına katılmazlar.

9- Evliyaları (azizleri) kabul etmezler ve onlar için özel âyinler yapmazlar.

10- Teslis bütün Protestanlarda vardır. Ana konularda diğer Kiliselerden farkları yoktur.[471]

19. 3- Ortodoks Kiliseler

160 milyon vaftizli taraftarıyla üç büyük kiliseden biridir. Hıristiyanlığın ilk devirlerine sadakatıyla şöhret bulmuş mezheplerin başında Ortodoks Kiliseler gelir. Bunlar, Kral Konstantin’in kurduğu Bizans İmparatorluk Kilisesinin mirasçılarıdır. Kendilerine has özel inançları vardır. Küçük ayrıntılar dışında ibadet ve hukuk sistemleri de aynıdır. Ancak, mensuplarının milliyetlerine göre idari bakımdan bağımsız Kiliseler meydana gelmiştir. Genellikle dillerinin eski şekilleriyle veya kısmen modern şekliyle ibadetlerini yaparlar. İdari yönden birbirlerine karşı tamamen bağımsız olan bu kiliseler “Autokephal” olarak vasıflandırılırlar ve başlarında bulunan kişiye “Patrik” derler. Bilhassa İstanbul Patriği, tarihi durumuyla aralarında en itibarlısıdır. Autokephal kiliselerin başhcaları İskenderiye, Antakya, Kudüs ve İstanbul patriklikleridir. Bunlara İlâveten, Kıbrıs, Gürcü, Bulgar, Sırp, Rus, Rumen, Yunan ve Arnavut kiliselerini de sayabiliriz. Çoğu, yüzyıllar boyunca devlet kilisesi olarak faaliyet göstermişlerdir. Kilisenin en büyük makamı, piskoposlar meclisidir

Doğu-Batı Kiliseleri arasındaki ayrılık XI-XIH. yüzyıllar arasındaki bir gelişmenin sonucudur. 1204’de Dördüncü Haçlı Seferi İstanbul üzerine oldu. İstanbul yakılıp yıkıldı. İkonlar, kutsal kâseler parçalandı. Rahipler asıldı. Patriklik tahtı üzerinde fahişelere şarkı söyletildi. Papa’nın atadığı Latin Patrik halkı Latinleştirmeye çalıştı. Bütün bu olaylar Doğu Kilisesini Batı’dan tamamen kopardı, uzaklaştırdı.

Osmanlı hakimiyetinden sonra, Kilise içi ayinlere ağırlık verildi. Rusya’nın etkisiyle dine milli duygular da karışmaya başladı ve “Dinsel Milliyetçilik” doğdu. Hıristiyan cemaatın hukukî sorumluluğunun İstanbul Patriğine verilmesi, Slav ve Araplar aleyhine Helenizm’in himayesine yol açtı. Bu durum Rus halkının “Üçüncü Roma” olarak “Moskova Patrikliği” tasavvurlarını doğurdu. [472]

Osmanlı Devletinin zayıflaması Milli Kiliselerin teşekkülünü hızlandırdı. 1850 de Yunan Kilisesi, İstanbul Patrikliğince resmen tanındı. 1879 da bağımsızlığını kazanan Sırp Kilisesi 1922 de Patrikliğe yükseldi. 1860 da istiklalini ilan eden Bulgar Kilisesi 1945 de İstanbul Patrikliğince tanındı ve 1953 de de Patrikliğe yükseldi, 1960 da da İstanbul Patrikliğince resmen tanındı. Rus kilisesi ise, 1917 ihtilali sonrası zor günler yaşadı. Yeni rejime uymaya çalışan yeni hareketlerin doğmasına yol açtı. 1943-1959 yılları arasında Kilise, Parti ve Devletten bağımsız olmak istediyse.de Kruşçev zamanında devletin baskısı arttı, 22.000 kiliseden 15.000’i, 68 manastırdan 60’ı, 8 papaz okulundan 5’i kapatıldı. Bu baskılar Kruşçev’in ölümünden sonra biraz hafifledi. [473] Günümüzde tekrar din hürriyetlerine kavuşmuşlardır.

İstanbul Patrikliği içindeki bu tarihi sarsıntılara karşı, dağılan kiliseyi toplamaya çalışmaktadır. 1948 de kurulan “Kiliseler Birliği” konseyinde Anglikan ve Luthercilerle birlikte “Hıristiyan Birliği” hareketinin kurucusu olmuştur. 1966’dan beri “Kiliseler Birliği Konseyi” üyesidir. Diğer Doğu kiliselerinin buraya üyeliğini teşvik etmektedir. Diyalog ve Ortodoks kiliseler arasındaki bölünmeleri ortadan kaldırma ve birleştirme çalışmalarını sürdürmektedir. Son yıllarda Ortodoks ve Katolikler arasında diyalog girişimleri sürdürülmekte; Papa ve Patrik arasında karşılıklı ziyaret ve görüşmeler devam etmektedir.

Ortodoks Kiliseler, inançla ilgili konularda piskoposlar meclisi kararlarını geçerli sayarlar. Tarihteki yedi Konsil kararları emredici güçtedir. İznik ve İstanbul Konsilleri kararları iman esasları arasında yer alırken, diğerleri ilahiyatla ilgili düşünceler olarak kabul edilir. Kutsal Kitap yanında, Kilise Babalarının yazıları da ikinci derecede saygınlığı olan yazılardır. Ortodoks Kiliselerde layuhti bir otorite yoktur. Mukaddesatın varlığı, tesiri ve sayısı, Kilisenin durumu ve Meryem konularında bir doğma bulunmaz. İlahi varlık ve hidayet sırrı konusunda, bunların kavranılamayacağı ve ifade edilemeyeceği kanaatındadırlar. İbadetleri, ruhsal ve mistik karakterdedir. Sır Kilisesi olarak, Antik dinlerin mirasçısı görünümündedirler. İkonalar ise, göksel suretlerin vücutsuz ruhlarını tasvir ederler. Bu sebeple önlerinde secde edilir, öpülür, okşanır ve tazim edilirler. Cemaat, İsa ile. Meryem ile, melekler ve evliyalar ile birlikte ibadet etmiş olduğuna inanır. Çocuklar vaftiz edilmekle veya organlarının miron yağıyla yağlanmasıyla, şeytani kuvvetlere karşı korunmuş, mühürlenmiş sayılır. Dini işlerde kullanılan yağ, su, ayrıca nikah, rahipliğe giriş, cenaze takdis edilirler. İbadetleri sabah, gündüz, akşam ve gece vakitlerinde yapılır. Bu esnada, İsa’nın cemaata gelişinin sembolü olarak Kutsal Kitaptan parçalar okunur. Kutsal Ekmek ve Şarap dağıtılır. Advent, Paskalya, Havari ve Meryem oruçları adıyla çeşitli zamanlarda’oruç tutarlar.

Ortodoks Kiliseler, kendi içlerinde bazt mezhepler de ayrılmışlardır. Balkanlar ve Rusya’daki Ortodoks kiliseler bir grup oluştururken, İslam Ülkeleri içinde asırlardır yaşayan Milli Kiliseler de, ayrı bir grup oluştururlar.

Ortodoksları diğer Kiliselerden ayîran başlıca hususlar özetle şunlardır:

1- Ruhani başkanları Patrik veya Başpiskoposlardır.

2- Papa’nın üstünlüğünü kabul etmezler.

3- İlk yedi konsil dışındaki konsülleri ve kararlarını kabul etmezler.

4- İkonalara hürmet ve tazimde bulunurlar.

Papazlar evlenebilir. Keşişler, piskoposlar ve Patrikler evlenemezler. Boşanmaya bazı şartlarla izin verilir.

MİLLİ KİLİSELER

Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu içinde 3. ve 4. yüzyıllarda gelişen Hıristiyanlık içi inanç meselelerinde ortaya çıkan anlaşmazlıklar sonucunda ortaya çıkmışlardır. Bizans İmparatorlarının ve İstanbul Patriklerinin siyasetlerinin de bu gelişmelerde etkisi vardır. Bunlar Süryanî, Ermeni, Kıptî ve Habeş Kiliseleri ile Nesturi ve Maronit Kiliseleridir:

1- Süryanî Kilisesi

Literatür:

1- Bertold Spuler, Die Morgenlandischen Kirchen, Leiden 1964, s. 170-216.

2- Bertold Spuler, Gegenwârtslage der Ostkirchen, Frankfurt 1968, 279-287.

3- Hanna Dolapönü, Tarihte Mardin, İstanbul 1972, 208 s.

4- Kemal Özbay, Süryaniler, Kadim Süryaniler ve Türkiyedeki Durumları, İstanbul 1975, 30 s.

5- Mithat Sertoğlu, Süryani Türklerinin Siyasi ve İçtimai Tarihi, İstanbul 1974, 88 s.

6- P.Samuel Akdemir, Dini Kurallarımız, İstanbul 1972, 96 s.

7- Saliba Şamun, Antakya ve Doğu Sayın Patriki Kadesetli Mar Iğnatiyos 3. Yakub’un Hindistan Süryani Kilisesine Resuji Ziyaretleri, İstanbul 1965, 188 s.

8- Hanna Aksöz, Şammasların Rütbeleri, Mardin 1960, 8 s.

9- Aziz Günel, Türk Süryaniler Tarihi, Diyarbakır 1970,446 s.

10– Mehmet Çelik, Süryani Kadim Tarihi, İstanbul 1987,296 s.

Hıristiyanlık daha ilk devirlerde, Roma İmparatorluğunun pek çok yerinde olduğu gibi, Akdeniz ve Mezopotamya arasındaki bölgede de yayılmıştı. Isa ‘nın varlığı ve tabiatı konusunda çıkan görüş ayrılıklarında İskenderiye Patriği LKüril’in “Monofizitlik” ismi verilen görüşlerini benimsemişlerdi Kürü’e göre, İsa Mesih’in ilâhî ve insanî tabiatlarının birleşmesinden sonra, İsa Mesih sadece ilâhî tabiatın taşıyıcısı olmuştu. Zamanın akışında Mısır halkı Monofizitizm’e uygun düşünüyordu. Suriye bölgesinde Yunanca konuşanlar İstanbul Patrikliğinin görüşlerini benimserken, Süryanca konuşanlar Mısır halkı gibi Monofizitizm’e eğilim gösteriyorlardı. Dilleri ayrı olmasına rağmen Ermeniler de İstanbul yerine Mısır ve Suriye halklarıyla aynı kanaati paylaştılar. Dil ve ırk ayrılıklarına rağmen ‘nanç birliği bu üç kiliseyi birbirine yaklaştırdı. Ancak zamanın Kudüs Patriğinin

(istanbul’a yakın oluşu, Monofizitizm’in Filistin’de kuvvet bulmasını önledi. Bizans İmparatorluğuna  Rum Ortodoksluğunun hakim olması Monofizitler üzerindeki baskıları artırdığı gibi diğer bölgelere de yayılmasını önledi. Ortodokslar, Monofizit papaz takdislerini de engelledi ve Monofızİtizm’i çıkmaza soktular.

Bu sırada, Gassanİlerden bir Arap Prensi olan V. Haris, İmparatorla görüşerek İmparatorluk sınırlarının Sasani’lere karşı daha iyi korunabilmesi İçin, Suriye Monofizitierinin birleşmesi ve teşkilatlanması gereği hakkında, İmparatoru (552) ikna etti, Theodor ve Yakub Bardayos isimli iki piskoposun takdislerini sağladı. Bunlardan Yakub Yunanca, Süryanca ve Arapça’yı çok iyi biliyordu ve çok hareketli idi. Çökmekte olan Monofizit Kilisesinin teşkilatlanmasını sağladı. Suriye ve Mısır bölgeleri Monofizitleri için, iki patrik, 27 piskopos ve 100.000 papaz takdis etti. Verdikleri izne pişman olan Bizans İmparatorları Yakub’un yakalanması ve öldürülmesi için, çok uğraştılarsa da başarı gösteremediler. Yakub’un bu teşkilatçı ve hayat verici faaliyetleri, Suriye Monofizit Kilisesinin Yakubîlik adını almasına sebep oldu. Bundan sonra, Süryanî kilisesi Yakubîler lakabıyla da anılmışdır.

1. 1- Diğer Hıristiyan Cemaatlerle İlişkileri

Mısır ve Suriye’nin Müslümanların hakimiyetine girmesi, Yakubîlerİ sevindirmiş ve Müslümanları kurtarıcılar olarak karşılamışlardır. İslam İmparatorluğu içinde serbestçe dolaşma, problemlerini serbestçe tartışma imkanını bulmuşlardır. Ortodokslar, Nesturiler ve Ermenilerle İlişkileri kuvvetlenmiştir. Ancak bu mezheplere ve İslam’a karşı inançlarını savunmada güçlüklerle de karşılaşmışlardır.

Bizans’taki İkonalara tazim problemi Yakubîlerce ilgi görmemiştir. Bunda. İslam’daki surete tazim yasağı ve İlgili kelâmı tartışmaların da rolü olmuş olabilir. Ayrıca, İkona düşmanlığı sebebiyle, Bizans’tan kaçarak İslam ülkesine sığınan Hıristiyanların da etkisi olabilir.

Ermeniler de Monofizit olmalarına rağmen, bazı inanç konularında Yakubîlerden ayrılıyorlardı. Bu ayrılık, Ermeni’lerin Halikarnaslı Yulian’ın etkisiyle Aftartodoketizm [474] kabul ederken, Yakubîlerin Pîartolatrizm [475] kabul etmelerinden ileri geliyordu. Bu sebeple Ermeniler, Süryanileri kendilerinden saymazIardı. 726 yıllarından sonra aralarında bir yaklaşma oldu ise de, ibadetle ilgili meselelerde de ayrılıkların ortaya çıkması, birleşmelerini önlemiştir.

1. 2- Süryanilerin Çöküşü

Süryanileri en çok sarsan kendi içlerindeki ihtilaflar olmuştur. Bu ihtilaflardan sarsılanlar huzuru İslamiyet’i kabulde buluyorlardı. Ayrıca Suriye’nin kısa bir süre Bizans’ın eline geçmesi, Patrikliğin 975 yılında Müslümanların hakimiyetinde olan Malatya’ya nakline sebep oldu. Haçlı Seferlerinden sonra da, manastır merkezleri Bar Savma’nın 1148 yılında Haçlılarca yağmalanması, Süryanileri İslam’a daha çok yaklaştırdı. Bunu, 1295 de İlhanlıların ve daha sonra da Timur’un seferleri zayıflamalarını hızlandırdı. Mardin ve Musul’daki ekseriyet azınlığa düştü.

Yakubilerİn çöküşünde Katolik Kilisesinin de rolü büyüktü. Henüz Haçlı Seferleri sırasında Katolikliği kabulleri için yoğun baskılar yapmış, ancak etkili olamamiştı. Siyaset daha başanlı oldu. 1662 yılmdaHalep Fransız Konsolosu vasıtasıyla Papa taraftarı Andreas Akıcıyan patrik seçildi. Süryanilerle Papalık arasında temaslar başladı. Akıcıyan’nın ölümü, ilişkileri bir süre durdurdu ise de, Mikaîl Karve isimli Patriğin gayretleriyle, 1760 yılında tekrar başladı, Katoliklere yaklaşma girişimleri kuvvetlendi. Roma, Süryani kilisesine maddi yardımlar vasıtasıyla daha da yaklaştı. Hatta 1830 yılında siyasi baskılarla Katolik Süryanilerin Osmanlı Devletinin ayrı bir milleti olduğu, Padişaha kabul ettirildi. Böylece, Monofizit Süryani Kilisesi resmen ikiye bölünmüş ve bir kanadı Roma’ya bağlanmış oldu. Katolik Süryanilerin Patriği Halep’ten Antakya’ya taşındı. Dürzi isyanı üzerine de Mardin’e geldi. I. Dünya Savaşı sonrası da Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulması üzgrine, Rusya ve İngiltere’ye yakınlığı sebebiyle, Beyrut’a taşınmayı uygun buldu.

Bugün Türkiye’de 40’a yakın köy Süryanca konuşmaktadır. Süryani Kadim Kilisesi, tarihi Monofizit geleneği sürdüren küçük bir guruptur. 30 bin kadar cemaat taraftarının çoğu Mardin ve İstanbul çevresinde yaşarlar. Suriye Şam Patrikliğine bağlıdırlar. Türkiye’de Baş Rahiplerle idare edilirler. 1934 yılına kadar Süryani Kadim Patriği Türkiye’de Mardin Deyruzzeferan manastırında oturmuştu. Ancak, ölümünden sonra yeni Patrik “Antakya Patriği” unvanıyla Şam’da seçilmiştir.

Protestanlığı kabul eden Süryaniler de eski cemaatlarından ayrılmışlar, dağınık olarak yaşamayı tercih etmişlerdir.

1. 3- Siiryanilerin İnanç Ve İbadetleri

Süryanilerce, kilise İsa Mesih tarafından kurulmuş ve ebedidir. Haram ve helali mensuplarına öğreterek, Tanrının rahmetine kavuşmalarını sağlar. Antakya ve İskenderiye Patrikleri aynı seviyededirler. Patrikler kiliselerinin baş idarecileridir ve Havari Petrus’un Antakya’daki makamının halefidirler. İsa’nın Petrus’a verdiği salahiyet, Patriğin şahsında değil, Kilisede devam eder.

Süryanilerce kutsal gizem (sakrament) sayılan hususlar tartışmalıdır. 13. yüzyılda kararlaştırılan sayıma göre, gizemlerin sayısı beştir, daha sonra iki daha ilave edilmiştir: Vaftiz, Miron Yağı Takdisi, Komünyon, Kehnüt (ruhanilik), Tövbe ve İtiraf, Hasta Yağlama, Evlenme.

İbadetleri: toplu ve ferdi olarak yapılan dualar, Haç çıkarmak ve haçı öpmek, saygı göstermek, ayinlere katılmaktır.

2- Ermeni Kilisesi

Literatür:

1- Abdurrahman Küçük, Ermeni Kilisesi ve Türkler, Ocak Yayınlan, Ankara 1997, 312 s.

2- B.Spuler, Die Morgenlandi senen Kirchen, s.122-150.

3- Necla Başgün, Türk-Ermeni Münasebetleri, İstanbul , 180 s.

4- Sadi Kocaş, Tarih Boyunca Ermeniler ve Türk-Ermeni İlişkileri, Ankara 1967.

5- Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, 2.Baskı İstanbul 1987.

Hıristiyanlığın, daha ilk zamanlarda yayıldığı bölgelerden biri Ermenistan’dır. Ermeni Kilisesi rivayetlerine göre, henüz ilk devirlerde Adday (Thaddeus) ve Bartholomeus’un misyon çalışmalarıyla, Hıristiyanlık ülkenin çeşitli bölgelerine girmiştir. Tarihi belgeler, Ermenistan’daki ilk Hıristiyan cemaatın kuruluşunu 3. yüzyıl olarak gösterir. M.s. 230 ve 301 yıllarında takibata uğradıkları haberleri vardır. Hıristiyanlıktan önce bu bölgede Mecusilik yaygındı.

Ermeni Kralı Tridates’in Hıristiyanlığı kabulü Hıristiyanlığın gelişmesinde bir dönüm noktası oldu ve bundan sonra Hıristiyanlık halk arasmda süratle yayıldı. Tridates, akrabası Gregor’u da 302 yılında Kilisenin başına Patrikliğe (Katolikos’luğa) tayin etti. Gregor’un başarılı çalışmalarından dolayı, bu kiliseye “Gregoryan” kilisesi de denir. Gregor, oğlu Rustak’ı piskoposluğa tayin etti. Aştişat’taki Mecusi mabedinin yerine Kilise merkezini kurdu. Ülkenin çeşitli yerlerinde Süryanca ve Yunanca eğitim yapan okullar kurarak, Hıristiyanlığın öğretilmesine çalıştı. Tarihte Hıristiyanlığı ilk defa devlet dini haline getirenler Ermeniler olmuştur. Bu sebeple Hıristiyan dünyasında özel itibar görürler.

367 yılında Pers’lerin istilasiyla Ermeni Krallığı yıkılmış ve halkının çoğu İran ve Mezopotamya’ya sürülmüştür. Bu olağanüstü sıralarda Büyük Nerses’in yerine geçen oğlu I. İslak (Sahag) 387-390 da âlim bir keşiş olan Mesrop ile birlikte milli Ermeni Alfabesini hazırlamıştır.

2. 1- Ermeni Kilisesinin Gelişmesi

Ermeni Alfabesinin hazırlanmasından sonra, Yunanca ve Süryanca dini eğitim yerini halk dili Ermenice’ye bıraktı. Kilise dili Ermenice oldu. Yunanca konuşan bir kısım halk başlangıçta tepkiyle karşıladı ise de, Bizans sempatizanhğı ithamından kurtulmak için Yunancayı çabucak terk etti. Kitab-ı Mukaddes 433 yılında Süryanca Peşitta ismi verilen tercümeden Ermenice’ye çevrildi. 432 ve 435 yıllarında Aştişat’da toplanan dini meclisler, Efes konsili kararlarını Ermeni Kilisesi için kabul ettiler. Fars’ların baskıları karşısında da Efes Konsili kararlarına sıkı sıkıya bağlandılar. Tevin’de 506/507 ve 552 yıllarında toplanan dini meclislerle de Monofizitliği resmen benimsediler. 640-653 yıllarında Müslümanların hakimiyetine girerek, Bizans’ın etkisinden ve baskısından kurtuldular.

Katalikosluk merkezi Tevin, Müslümanların hakimiyet sınırlan içine girmesine rağmen Katalikos’un dini faaliyetlerine hiç dokunulmadı, halk serbestçe inanç ve İbadetlerini sürdürmeye devam etti. 893 yılında Tevin şehrinin şiddetli bir depremle yıkılması, Katalikosluğun Valarşabat’a, daha sonra da Van Gölü içindeki Akdamar Adası’na taşınmasına sebep oldu. Çevrede Müslümanların yoğunlaşması cemaatın azalması üzerine, Patriklik 992 yılında Kars yakınlarındaki Ani’ye taşındı. Anİ’de zengin bir kilise hayatıyla birlikte, güzel bir mimari de gelişti. Ancak 1045 yılında Bizans’ın eline geçmesi ve Katolikosun İstanbul’a sürgün edilmesi, Ani’deki gelişmeleri önledi. Selçukluların Anadolu’ya gelişleri de idareci zümreyi memnun etmedi. Halkın muhalefetine rağmen, dinî merkez Bizans hakimiyetindeki Amasya’ya daha sonra da Yukarı Fırat bölgesinde Rum Kalesi’ne taşındı. Kilise idarecilerinin bu davranışları Ermeniler arasında bölünmelere yol açtı, Monofızit Ermeni halkının Monofızit Süryani kilisesine daha çok yakınlaşmasına sebep oldu.

Haçlı seferleri sırasında Ermeniler, Sasanilerce yıkılan devletlerine yeniden kavuşmak ümidiyle Papalığa yaklaştılar. 1198 yılında II. LeO Ermenistan Kralı olarak takdis edildi. Maraş ve havalesinde “Küçük Ermenistan Krallığı” adıyla bir devlet kurularak Papalığa bağlandı. Ancak 1248 yılında Papalığın Ermenileri Katolikleştirme isteği, Papalıkla Ermeniler arasındaki ilişkileri kopardı. 1344 de halk İsyan etti. Bir süre sonra da “Küçük Ermenistan Krallığı” Memluklarca yıkılarak Roma ile ilişkileri ve bağlan tamamen koptu.

2. 2- Ermeniler Ve Türkler

Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethinden sonra 1461 yılında Bursa Ermeni Piskoposu’nu yeni başkente Patrik tayin etmişti. Cemaatın iç meselelerinde de ona İdari yetkiler vermişti. Patrik, Ermenilerin dini ve milli lideri durumuna getirilmişti. Ancak aynı mezhepteki Süryani ve Kıpti kiliselerine karışamıyordu. Bu sıralarda Kara Koyunlu Beyliği içinde Ecmiazin’de, Memluklu hakimiyetindeki Kudüs’te Ermeni patriklikleri kurulmuştu. Her İslam devletinde, Ermeni cemaatından sorumlu birer Patriklik vardı.

17. yüzyıla kadar siyasi yönden sakin yaşayan Ermeniler, Erivan’ın 1724 yılından sonra sık sık Türkler ve İranlılar arasında el değiştirmesi, İran’daki iç kavgalar ve Osmanlı Devleti’nin zayıflamaya başlaması gibi sebeplerle, bağımsızlık ümitlerini Kafkas’larda güçlenmekte olan Rusya’ya bağladılar. Ruslar da 1770 yılında Petersburg’da ve Moskova’da birer Ermeni Kilisesinin yapımına izin vererek Ermenilerin kalplerini kazanmaya çalıştılar. 1800 yıllarından sonra Ruslar, İran ve Osmanlı Devletleri içindeki Ermeni Patriği seçimlerine karışmaya başladılar. 1829 da Ecmiazin Patrikliği Rus hakimiyet bölgesine girdi. Bu suretle, Ermenilerin yoğun olduğu bölge ve çoğunluk Rus hakimiyetinde yaşamaya başladı. Hayat şartlarının maddi yönden düzelmesi, XIX. yüzyılda 96.000 Ermeni’nin Anadolu’dan Rusya’ya göç etmesini teşvik etti.

  1. Bunda, Ermeni cemaatı arasındaki iç huzursuzluklarının da rolü vardır. Çünkü içlerindeki Katolik, Protestan ve Ortodoks misyon faaliyetleri, tarihi Gregoryan-Monofizit Patrikliğin cemaatini koruma gayret ve baskıları, dış devlet müdahaleleri vs. gibi etkenlerin rolü büyüktür. Yine, 1730 yılında İstanbul’da kurdukları matbaa ile bol miktarda Ermenice kitaplar yayınlanıyor ve milliyetçi duyguları kuvvetlendiriliyordu. Avrupa devletlerinin baskısıyla 1847 de İstanbul’da bağımsız dinî ve sivil Ermeni Meclisi’nin kurulmasına izin verildi. 1860 da ‘”Ermeni Müh Meclisi” Osmanlı Hükümetince resmen kabul edildi. Bundan sonra dünyevi memuriyetlere de kendi memurlarını kendileri tayin edebiliyorlardı. Aralarında bu gelişmeleri daha da ileri götürmek   isteyen   silahlı teşkilatlar kuruldu. Anadolu’da bağımsız bir Ermenistan Devleti kurma girişimleri başladı. [476] Mücadeleler özellikle Doğu Anadolu’da iç savaşlara dönüştü. Müslüman ve Ermeni cemaatları içine düşmanlık tohumları atıldı. 1917 ayaklanmasıyla maddi desteğin geri çekilmesi, mücadelelerin Türklerin galibiyetiyle sonuçlanmasına fırsat verdi. Kaybedilen iç savaş, Doğu Anadolu Ermenilerini göçe zorladı. Batı ve Orta Anadolu’da ise, siyasi olaylara karışmayan Ermeniler geleneksel hayatlarını sürdürmeye devam ettiler. Bugünkü sayıları yaklaşık 50.000 kadardır. Cemaatin büyük yoğunluğu İstanbul çevresinde toplanmıştır.

2. 3- İnanç Ve İbadetleri

Geleneksel Gregoryan Kilisesi, Süryani ve Kıpti Kiliseleri gibi Monofizit bir kilisedir. Patriklerine “Katolikos” unvanı verilir. Komünyon ayinindeki ekmek ve şarabın İsa’nın etine ve kanına dönüştüğünü, Kilisece günahların bağışlanabileceğin! kabul etmezler. Zina dışında boşanmaya izin vermezler. İkonaları, eski putperest adeti sayarak reddederler ve evlerinde kutsal suretler bulundurmazlar.

3- Mısır Kıpti Kilisesi

Literatür.

1- Mustafa Erdem, “Kıpti Kilisesi üzerine Bir.Deneme”, A.Ü. İlahiyat Fak. Der.,sayı 35.

2- B.Spuler, die Mor geni andischen Kirchen, s. 151-188.

Mısırlı Hıristiyanların rivayetleri, Hıristiyanlığın Nil bölgesindeki yayılışını, Havariler devrine kadar götürür. İncil yazarlarından Markos’un ilk önemli misyonerlerden olduğunu söyleyerek, Orîu İskenderiye Patriklerinin ilki sayarlar. 1945 yılında Nag Hammadi’de bulunan el yazmalarından Ebionitler İncili’nin Nil Bölgesinde 70 yıllarında bilindiği anlaşılmaktadır. Mısırda Yahudi-Hıristiyan cemaatının izleri, “İbraniler İncili, Mısırlılar İncili, Tomas İncili” gibi İndilerin varlığından anlaşılmaktadır. Mısır’daki ilk Hıristiyan Elçinin “Barnaba” olduğu rivayeti de vardır. Burada büyük Hıristiyan bilginleri yetişmiştir.

İsa’nın tabiatı ile ilgili tartışmalarda, İskenderiye patriği I.Küril’in Monofizit görüşün babası sayılması, Mısır’ in bu görüşü benimsemesine de Yol açmıştır. 639-642 yılları arasında ülkenin İaiaııi hakimiyetine girmesi, Monofızit Mısırın Bizans baskısından kurtulmasına fırsat vermiştir. Yunan asıllıların Mısırı terk etmeleri, Monofızit görüşün Kiliseye hakimiyetini daha da kolaylaştırmıştır. Hatta Mısır kiliselerinde Yunanca konuşulması 706 yılında yasaklanmış ve ibadet tamamen Kıptice’ye dönüşmüştür. Aynı devlet içinde bulunmaları Suriye kilisesiyle kardeşlik bağlarını daha da güçlendirmiştir. Arapça aralarında hızla yayılmış, Kıpticenin yerini almıştır. Kıptice yazılmış en yeni elyazmasının tarihi 1395’tir. Halk dili olarak da yerini 17. yüzyılda tamamen Arapça’ya bırakmıştır. Bugün Kıptice yalnız kilisede ibadet dili olarak kullanılır.

3. 1- Günümüzdeki Durumları

Osmanlıların zayıflaması Batılı Misyonerlere Mısır’ın kapısını açmıştır. 1741 de bir gurup Katolikliğe geçmiştir. Katolik ibadet kitapları Kıptice basılmıştır. Napolyon’un Mısır seferi, Avrupa’nın etkilerini daha da kuvvetlendirmiştir. Ancak Protestan, Anglikan ve Katolik misyonerler arasındaki rekabet, geleneksel kilisenin cemaatını korumak istemesi, cemaat içi huzuru da bozmuştu. Günümüzde 1,5 milyon kadar mensupları vardır. Genelde şehirlerde yaşarlar ve zengin sosyal bir sınıf teşkil ederler. 1956 yılında, İslam’ı kabul edenlerin sayısı 10.000’i bulmuştu. Roma’ya bağlananların sayısı 1957 sayımlarında yaklaşık 75.000 kadardı.

4- Habeşistan Kilisesi

Hıristiyanlık Habeşistan’a IV. yüzyılda ulaşmıştır. Rivayete göre, Tiros’da bir deniz kazası sonucu satılan esirler arasında Frumeııtios ve Aydesios isimli iki kardeş de vardı. Bunlar hükümdarın sarayına getirildiler ve saray hizmetlerine alındılar; zamanla hükümdarın güvenini kazandılar. Hatta, Ebrahe veya Ezana ismiyle anılan hükümdarı Hıristiyanlığa kazandılar. Hükümdar Hıristiyanlığın yayılmasını teşvik etti. Bu zamanda Habeşler Güney Arabistan’da Farslarla uğraşıyorlardı ve Bizans’tan kendilerine destek istemiş de olabilirler. 1955 de 8 milyon Hıristiyan sayılmıştır.

Rivayete göre, Aydesios uzun süren çalışmalardan sonra ülkesi Suriye’ye döndü ve kendisini rahip olarak takdis ettirerek tekrar Habeşistan’a geldi ve misyon çalışmalarını sürdürdü. Frumentios ise Mısır Kilisesiyle ilişki kurarak, Habeşistan Piskoposu olarak takdis edildi. Bu suretle Habeş Kilisesi Monofizit Mısır Kilisesine bağlanmış oldu. Habeşistan’da Hıristiyanlığın kolayca yayılmasında orada bulunan Yahudi cemaatlarının rolü de olabilir.

İkinci Dünya Savaşı sonrası Batıyla yapılan anlaşmanın en önemli maddelerinden biri, Batılı Misyonerlerin ülkede serbest çalışmalarına izin verilmesi idi. 1955 yılında 37.000 kadar Habeşli Katolik sayılmıştır. [477]

5- Nesturiler

Hıristiyanlığın, İran ve Mezopotamya gibi Ortadoğu ülkelerinde nasıl yayıldığı konusunda ayrıntılı bilgiye sahip değiliz. Miladi 3. yüzyılda Mezopotamya’da Arâmî kilisesinin ortaya çıktığı görülür. Çünkü bölgede İranlılardan çok Aramlar yaşıyordu. Her ne kadar İranlılar, Mecusîliği devlet dîni ilan ederek, Hıristiyanlığa ve Manihaizm’e karşı korumak istedilerse de, kendi gücünü kaybetmiş olan Mecusîliğin çöküşüne, yapay destekler fayda vermedi. Zaten, İslâm’ın 7. yüzyılda İran’a kısa zamanda hakim oluşu bunu kanıtlamaktadır.

Sasanî İmparatorluğu içerisinde yaşayan Hıristiyanlar arasında, Bizans’ta sürüp giden, İsa’nın zâtıyla ilgili tartışmalar pek ilgi görmedi. Ancak İstanbul Patriği Nestoryus’a bağlı Antakya Ekolünün görüşleri bütün Orta Doğu’da, özellikle Aramca konuşan bölgelerde tesirini gösterdi. Nestoryus 382 yılında bugünkü Maraş dolaylarında doğmuştu ve Antakya’da öğrenim görmüştü. Daha sonra intisap ettiği rahiplikte, üstün belagat ve zekâsıyla yükselerek, Patriklik makamına getirilmişti. Yetiştiği Okulun görüşlerini geliştirmeğe çalıştı. Buna göre; Meryem’e “Vanrı Anası” (Theotokos) denmemeli idi, O sadece Tanrı ‘nın insanî tarafını doğurmuştu, bu sebeple Ona “Mesih Anas” (Kristotokos) denmeliydi. Halbuki daha önce Hıristiyanlar arasında ve ibadetlerde “Tanrı Anası” deyimi kullanılıyordu, cemaat buna alışmıştı. Nestoryus yeni formüle ifadesiyle alışılmış, kabul edilmiş bir kanaata karşı çıkmış oluyordu. Yine Nestoryus, İsa Mesih’in inkarnasyonunda iki tabiatlı özelliğini ve bütünlüğünü muhafaza ettiğini savunuyordu. Bu suretle ne logos İsa’nın insanî tabiatında kayboluyor, ne de insanî tabiat ilâhlaşiyordu. Yani her iki tabiat yan yana, fakat birbiriyle yakın ilişki içinde bulunuyordu. Nestoryus bunu şöyle ifade etti:

“Logos, Meryem ‘den doğan insanda, sadece ikâmet etti, onunla yakından birlik halinde bulundu. Tabiatların bu yan yana bulunuşu, biri diğerini sıkıştırmadan, şahsiyet birliği şeklinde oldu”. [478] Bu görüşlerinden dolayı Nestoryus diofizitlikle (iki tabiatçıhkla) suçlandı, Patriklikten azledilerek sürgüne gönderildi ve 451 yılında Mısır’da öldü. İran ve Mezopotamya Htristiyanlannca benimsenen görüşleri Çin’e kadar yayıldı. Taraftarlarına Nesturîler denir.

Nestoryanizm diofizit inanca sıkı sıkıya bağlıdır. İsa’yı Tanrı’nın evlat edindiği, Tanrı’nın iki oğlu olduğu (İsa ve Kutsal Ruh) hakkındaki görüşleri reddederler. Logos ve insanoğlunun bir cevherde birleştiği görüşünü, Monofizit ve sapık görüşler olarak değerlendirirler. Meryem’e, Theotokos (Tanrı Anası) tabirinin kullanılmasından çekinirler. İsa hakkında, 612 yılında “İki tabiat, iki cevher, bir şahıs” şeklinde ifadesini bulan formülü, resmen kabul ederler. Ruhların, “İlk varlıklar” (Preexistenz) olduğu görüşünü de şiddetle reddederler. Nestoryanizm’e göre, her bir ruh Tanrı tarafından doğrudan doğruya yaratılır ve hamileliğin 40. günü ceninle birleşir. Ölümden sonra haşire kadar “Ruhlar uykusuna” girer. Adem’in Cennette işlediği günahın, zürriyetine de “Günah mirası” olarak kaldığı, görüşünü de reddederler. Hidayetin yalnız kendi kiliselerinde bulunduğunu, diğer mezheplerin sapık olduğunu kabul ederler. Havari Petrus’un halefinin Papa değil, kendi Patrikleri “Katolikos” olduğuna inanırlar.

5. 1- Nestoryanizm’in Zayıflaması

Nestoryanizm, her ne kadar geniş bir alana yayılmış ise de, bir devlet dini olamamıştır. Türk, Moğol, İran saraylarına kadar nüfuz etmekle birlikte, geniş kitlelere etken olamamıştır. 13. yüzyılda Moğol ve Türk’lerin Batıya ilerlemeleri sırasında, ordu içerisindeki çok sayıda Nestoryanist Hıristiyan varlığı, Abbasi Hakimiyetindeki Nestoryanistlere kuvvet vermişse de, bu geçici bir parlama şeklinde olmuş ve kısa bir zaman sonra hemen hepsi İslam’ı kabul etmiş, yerlilere pek faydası olmamıştır. İslam’ı kabulde yerli Hıristiyanlar da âdeta Moğol ve Türk askerleriyle yarışmışlardır. Nihayet sayıları çok azalan Nestoryanistler, Timur istilâsı sırasında dağlık Hakkari bölgelerinde toplanmışlardır.

Bu çöküşü durdurma gayesiyle Piskopos Yohanna, Papalıkla temasa geçmekte ve Papa’nın üstünlüğünü kabulde mahzur görmedi. Kendisi Papa tarafından Doğu Patriği tayin edildi. Osmanlı Hükümeti bunu, siyasî bir hata kabul ederek tutukladı, buna üzülen Yohanna 1555 yılında öldü. Ancak onunla birlikte Vatikan’a bağlananlar, bu olaydan sonra da eski mezheplerine geri dönmediler. Katolikliği kabul eden bu Nestoryanist Hıristiyanlara “Kaideliler” denir. Eski, geleneksel tarihi inançlarını koruyan, Diofizit Nestoryanistlere “Asurlular” denir.

O zamanlardan beri, Batı Süryanîleri arasında iki mezhep ve iki patrik bulunur. Kendilerine Kaideliler de denen, Katolik Nestoryanist-lerin 1833 yılında 50.000 kişi oldukları tahmin edilmektedir. Birinci Dünya Savaşı sonrası, Kaideliler Patriği Bağdat’ta oturmağa başlamıştır. 1957 sayımlarına göre, 176.000 kişi olarak hesap edilmişlerdir.

Asurlu’ların Patrikleri dâima “Simon” unvanı taşırlar. 1834 yıllarından sonra bölgeye Amerikan misyonerlerinin girmesi, tarihi Nestor­yanist cemaatın çöküşünü hızlandırmıştır. Bazıları Katolik, bazıları Anglikan Kilisesine girmiştir. Rus misyonerlerinin çalışmaları daha başarılı olmuş, 1835 yıllarında 3000 kişilik bir gurup Osmanlı topraklarını terk ederek, Kafkasya’da Rus hakimiyetindeki topraklara göçmüştür. Sonraları bunları başka guruplar da takip etmiştir. I. Dünya Savaşına Osmanlıların girmesi, Rus sempatizanlarının Müslümanlara karşı taşkınca hareketleri, yaklaşmakta olan iç harp rüzgarlarının artması, Rusya’ya olan göçleri artırmıştır. Ancak 1917 da Çarlık Rusya’sının yıkılışı, Türklerin Kurtuluş savaşını kazanmaları, Asurluları ortada bırakmış, ne Rusya’da yerleşebilmişler, ne de Türkiye’ye geri dönebilmişlerdir. Çözümü, İngiliz istilası altındaki Kuzey Irak topraklarına” dönme de bulmuşlardır. Ancak,1933 yılında Iraklı Müslümanlarla aralarında çıkan iç savaşlar, pek çok Asurlunun Suriye, Kıbrıs ve Amerika’ya göçlerine yol açmıştır. Patrikleri halen Chikago’da oturmaktadır. Dünyadaki toplam sayılarının 100.000 kadar olduğu tahmin edilmektedir. [479]

6- Maronitler

Bizans İmparatorluğu içindeki Hıristiyanlığın temel inançlarını tespit çalışmalarında, İmparator Herakleyos (610-641) Süryanî ve Ermeni liderleriyle görüşerek, u İsa’nın insanî hareket gücü fenergeya) hiçbir vakit Tanrısal güce muhalif olamaz, isa’nın insanî arzusu da hiç bir vakit Tanrısal arzuya karşı olamaz, İsa da iki arzu gücü bulunmakla birlikte, gerçekte İsa sadece tek arzuya sahiptir formülünü ilân etti. İsa’daki uarzu gücü” konusu bu açıklama ile, İsa’da bir enerji bulunduğunu savunan “Monergizm” görüşü reddediliyor, iki tabiat görüşü vurgulanıyordu.

İmparatorun teklifini Filistin bölgesindeki bir gurup Hıristiyan kabul etmişti. Bu görüşün taraftarları genelde, Hama ve Humus arasında bulunan Aziz Maron Manastırında yaşayan rahiplerdi. Daha sonraları “Monotheletizm” denen bu görüşlerini bırakmışlar, ancak kendilerini meşhur rahip Yohannes Maron’un şakirtleri saymaya devam etmişlerdir. Niçin bir cemaat oluşturduklarını açıklayamazlar. Genelde, Lübnan’ın ovalık bölgelerinde yaşarlar. Kendilerine has Patrikleri vardır, Roma ile birleşerek Katolikliği kabul etmişlerdir. İbadetlerini Süryanca yaparlar.

1952 yıllına göre sayıları Suriye ve Lübnan’da yaklaşık 400.000, Mısırda 13.000 idi. Günümüz Lübnan devletinde yaşayan Hıristiyanların en kalabalık gurubunu Maronitler teşkil ederler. [480]

BAĞIMSIZ HIRİSTİYAN MEZHEPLERİ

Batı ülkelerinde yaygın Katolik, Ortodoks ve Protestan kiliseleri gibi Hıristiyanlığın ana Kollarına tepki olarak veya dinsel problemlere getirdikleri farklı yorumlarla yeni yeni mezhep ve cemaatlar oluşmaktadır. Farklılıklar bazen inançla ilgili, bazen de İbadetlerle ilgili değişik yorumlara dayanır. İlk devirlerdeki safiyete ve cemaat hayatına dönmekşuuruyla ortaya çıkmışlardır. Dünya Kiliseler Birliği ile ilişki içindedirler veya ilişkiye müsait akımlardır. Bunlara İslam’daki mezhep veya cemaat anlamında “Kilise” deyimi kullanılır. Yeni kiliseler isimlerini kurucularından veya üzerinde durdukları ana konulardan alırlar. Küçük cemaatlarını büyütebilmek, güçiendirebilmek için yoğun propaganda ve misyon çalışmalarına önem verirler.

1- Babtistier

İngiliz Puritanistlerin devamıdırlar. Kitab-ı Mukaddes’i inanç ve hayatlarının temeli sayarlar. 16. yüzyıl sonlarında cemaatlarını Devlet Kilisesinden bağımsız saymışlar, “Kutsallar Cemaatı” adıyla aralarında bir birlik oluşturmuşlardır. Devletin baskıları ve takibatları sonucu bazı üyeleri İngiltere’yi terk etmiştir. Cemaatın ileri gelenlerinden John Smyth 1608 de AmsterdanVa yerleşmişti. Burada “Kutsallar Cemaat!” müminlerinin Hz. İsa sünneti olarak İncil örneğinde vaftiz olmaları gerektiği şuuruna ulaştı. Cemaat üyelerinden bazıları Smyth’den ayrılarak Thomas Helwy yönetiminde (1611-12) tekrar İngiltere’ye döndüler. Benzeri “Vaftiz” eyleminde bulunan Mennonitlerle karışmamak için kendilerine “Vaftİzciler” anlamında “Babtistier” ismini vermişlerdir. Zamanla bu hareket Avrupa ve Amerikanın çeşitli ülkelerine de yayılmıştır.

Cemaat hayatının temelini Pazar ibadetleri teşkil eder. İbadet içeriğini belirleyen kesin bir metin yoktur. Vaazlarının merkezini Kitabı Mukaddes’ten alınan metin ve muhteva oluşturur. İbadetlerinde Kitabı Mukaddes’ten metinler okunur. İlahiler söylenir. [481] Komünyon ayini ekseriya ayda bir yapılır. Ayinde bölünen ekmek tabii ekmektir ve cemaat üyeleri sırayla birer parça alırlar, şarap kadehinden de yudumlarlar. Ancak bunu bir sakrament değil, bir hatıra olarak algılarlar. Hafta içinde de çeşitli toplantılar düzenlerler. Cemaat içinde görev yapan papazın ücreti ve diğer masrafları cemaat tarafından karşılanır. Cemaat mensupları birbirlerine “Kardeş” dîye hitap ederler. En yüksek İdari organları Cemaat Meclisidir. Senede bir toplanır.

Günümüzde Protestan Kiliseler Birliği üyesidirler. Hz. İsa’yı Tanrı’mn Oğlu, Dünyanın kurtarıcısı ve Efendisi sayarlar. Vaftizin çocuklara değil, ergenlik çağına girmiş inananlara gerekli olduğunu, iman ve vaftizin birbirinden ayrılamayacağını savunurlar. Kilisenin ve devletin ayrılığı prensibini benimserler. Kilise’de ruhani İnsan otoritesini kabul etmezler.’ 1975 tahminlerine göre dünyada yaklaşık 35 milyon Babtistin var olduğu sanılmaktadır. [482]

2- Hür Protestanlar (Serbest Kilise)

  1. Gerçek bağımsızlığın Tanrı’ya ve onun sözlerine bağlanmaktan geçtiğine inanırlar. [483]
  2. Dini bilgileri vaaz eden ve dini hizmetleri yöneten görevlileri vardır. Cemaat düzeni yerel şartlara göre değişir. Her cemaatın bir cemaat listesi vardır ve harcamalar cemaat arzusuna göre yapılır. Her mahalli cemaat kendi düzeninde diğerinden bağımsızdır. Diğer cemaat üyeleriyle gönül birliğiyle bağlanırlar. Bulundukları ülkeler   içinde “Serbest Protestan Cemaat Birlikleri” oluşturmuşlardır. Bir çeşit mahalli cemaatlar federasyonu mahiyetindedirler. Bu üst birlikler cemaatları koruma, yaz okulları açama, yayın ve misyon faaliyetlerinde bulunma vs. gibi faaliyetleri sürdürürler. 1960 tahminlerine göre dünyada 300.000 civarında üyeleri vardır. Protestan Kiliseler Birliği üyesidirler. [484]

3- Metodistler

Hareket 18. yüzyılda İngiltere’de doğmuştur. Kurucuların başında John Wesley (1703-1791) ve kardeşi Charles (1707-1788) gelir. Oxford Üniversitesinde “Kutsallar Kulübü” mensuplarının İbadet zamanlarına ve prensiplerine bağlılıkları sebebiyle bunlara “Metodistler” denmiştir. Aslında Wesley ayrı bir cemaat kurmak veya cemaat olmak niyetinde değildi. Ancak din anlayışındaki yorumlarıyla farklı bir cemaat haline gelmişlerdir. Çeşitli ülkelere dağılan Metodist kiliseler 1968 de aralarında birlik kurmuşlar; Protestanlık ruhunda gelişmişlerdir. Kutsal Kitabı inanç ve hayatlarının temeli sayarlar. Hayatlarını Hıristiyan ahlakı üzerine kurma özlemi içindedirler. Kiliselerinde Papaz olmayanlar da vaaz edebilir. 1967 tahminlerine göre, Avrupa ve Amerika’ya dağılmış 20 milyon kadar üyeleri vardır. Dünya Kiliseler Birliği üyesidirler. [485]

4- Hür Kardeşler (Freier Brüderkreis)

İngiltere’de liberal eğilimliler arasında doğmuştur. Avrupa ve Amerika’ya da yayılmışlardır. Kutsal Yazıların otoritesini inançlarının temeli sayarlar. Kitab-ı Mukaddes tenkitlerinim tümünü reddederler. Kendilerini ıTanrı Çocukları” sayarlar. Vaftizi çimdirme şeklinde yaparlar ve bunu İsa’ya bağlılığın temeli sayarlar. Ruhban sınıfını kabul etmezler. Komünyon ayinini bir sakrament (gizem) değil, bir hatıra olarak kabul ederler. Kıyamet öncesi 1000 yıllık saltanat için, Hz. İsa’nın “Mesih” olarak gökten döneceği günü beklerler. Cemaatlarının yoğunluğu günümüzde, Almanya’dadır. Sayıları yaklaşık 20.000 kadardır. [486]

5- Mennonitler

Reformasyon hareketlerinin Vaftizci cereyanlarıyla ortaya çıktıkları kabul edilir. Kuruluş günü olarak 25 Ocak 1525’i kabul ederler. Kendilerini “En Eski Hür Protestanlar” olarak adlandırmayı tercih ederler. İsa’nın takipçileri olduklarını söylerler. Silahlarının “Tanrı Kelamı, Inciller ve sevgi” olduğunu vurgularlar. Askerlik yapmayı kabul etmezler. Devlet ve Kilise ayırımını savunurlar. “Mennonif ismini Katolik rahip Menno Simons’a (1496-1561) mensubiyetlerinden alırlar. Yemin etmeyi kabul etmezler, dünyevî gayeler için Allah’a söz vermenin gereksizliğini savunurlar. Vaftizle sulh cemaatına girdiklerine ve günahlarının affedildiğine inanırlar. Modern dünyaya karşı kapalı bir hayat sürerler. Sayısal olarak cemaat ağırlığı Amerika Birleşik Devfetlerindedir. 1975 sayımına göre dünyanın çeşitli bölgelerine yayılmış yaklaşık 60.000 misyonerleri vardır. Çalışmalarını Hıristiyan yardım kuruluşları ismi altında yaparlar. Dünyada yaklaşık 550.000 Mennonit olduğu tahmin edilir. Kiliseler Birliği üyesidirler. [487]

6- Kutsal Askerler (Salvation Army)

Kendilerini mezhepler üstü bir hareket olarak görürler. Kuruluş İngiliz asıllı Witliam Booth’a (1829-1912) dayanır. “Kutsal Askerler” ismi 1878 de verilmiştir. Bundan sonra her geçen gün askeri sıfatları daha çok benimsemişlerdir. Sokaklarda vaaz etmeyi ve Kitabı Mukaddes’i yaymayı en büyük hizmet sayarlar. Kilise gizemlerine itibar etmezler. Çocuk vaftizi yerine ebeveynlerin “Çocuk yetiştirme sorumluluğunu, Teslis’i ve Günah Çıkarmayı” vurgularlar. Sabit bir İbadet metinleri yoktur. İbadet toplantılarında dua eder, ilahiler söylerler. Halkın dikkatini çekebilmek için cadde ve kalabalık yerlerde serbest toplantılar düzenlerler. Cemaat içi kadın-erkek eşitliğine saygı gösterirler. Alkollü içkileri, sigarayı ve devlet memuriyetine girmeyi haram sayarlar. Bunlarla savaştıklarını söylerler. 1978 de yaklaşık 2,5 milyon üyeleri (askerleri) vardı. Merkezleri Londra’dadır. Protestan Kiliseler Birliği üyesidirler. [488]

Kurucuları W. Booth vaazlarını şehrin sefalet bölgelerinde davul ve trampetler eşliğinde yapıyordu. İlk mensupları fahişeler ve ayyaşlardı. Etkili vaazları yanında yaptığı düzenlemelerle sefalet içindeki halka yiyecek dağıtırdı. Daha sonra alkol bağımlılarını ve fahişeleri kurtarmak için yurtlar kurdu. Kimsesiz çocuklar, genç kızlar ve ihtiyarlar için koruma evleri açtı. Deneyimlerindeki başarılarıyla çeşitli ülkelerde hastane, poliklinik, okullar açılmasına, sosyal yardım müesseseleri kurulmasına öncülük etmiştir. [489]

7- Kuveykırlar (Dostlar Cemaatı)

17. yüzyılda İngiltere’de siyasi ve dinsel mezhep kavgaları sebebiyle ortaya çıkmışlardır. Hareketin kurucusu George Fox (1624-1691) dur. Fox Kitabı Mukaddes’i şahsına gelen vahiy kabul eder ve onun bir defalık değil sürekli olduğunu vurgular. Her insanda bir “İç ışık” bulunduğunu, Tanrı’nın yüksek kulelerde, görkemli binalarda değil, her yerde, özellikle İnsanların kalplerinde bulunduğunu söyler. Cemaat ruhçu ve mistik özelliğe sahiptir. Belirli bir inanç sisteminden söz etmezler. “Dostluğu” vurgularlar. Temel Hıristiyan ilkelerine bağlıdırlar. İlk Hıristiyanlık ruhunu tekrar canlandırmaya çalışırlar. Diğer din saliklerine de hoşgörüyle bakarlar. Ancak Hıristiyan olmayanı Kuveykır (dost) saymazlar. Tanrı’nın doğrudan doğruya insan kalbinde ortaya çıktığına inanırlar. Formüle ibadeti, sakramenti, rahiplik ve din görevliliğini kabul etmezler. Aralarında tefekkür toplantıları yapıp, Kutsal Ruh’un ilhamını beklerler. Askerlik yapmayı, yemin etmeyi kabul etmezler. Ekümenik Kiliseler Birliği üyesidirler. 1969 da yaklaşık 200.000 üyesinin olduğu tahmin edilmiştir. Vaftiz ve Komünyon ayinlerini bırakmışlardır. [490]

8- Pfingst Cemaatı    (Hıristiyan Cemaatı Birliği)

20. yüzyılın Hıristiyan dindarlık hareketi sayılır. Hareketlerini “Ahir zaman uyanışı” olarak değerlendirirler. Kutsal yazıların ilhamını savunurlar. 1000 yıllık Mesih saltanatı için, İsa’nın çok yakında geri geleceğine inanırlar. Hizmetsiz inanç hayatının mümkün olmadığını, Mesih cemaatının Tanrıya kendini adayanların cemaatı olduğunu söylerler. Çocuklarını çeşitli pazar ve yaz okullarıyla eğitirler. Aralarında güçlü bir sosyal yardım anlayışı hakimdir. Komünyonu İsa’ya sevginin deliü sayarlar. Tüm fertlerin katılımına gayret gösterirler. Protestan Kiliseler Birliği üyesidirler. Dünyada yaklaşık 65-75 bin üyesinin olduğu tahmin edilmektedir. [491]

9- Katolik Havariler (Irvingianlar)

Katolik-Havariler Kilisesine genelde “Irvingianlar” da denir. Hareketin kurucusu İngiliz Edward Irwing (1792-1834) dir. dünyanın sonunun ve mesih gününün yaklaştığını ilan etmiş ve yeni havarileri hizmete çağırmıştır. Fransız ihtilâli “Kıyamet Alâmeti” olarak kabul edilir. Kilisenin genel inançları Anglikan kilisesi paralelindedir. 1000 yıllık mesih saltanatı için, İsa’nın yakında geri geleceğine inanırlar. Bunun için Kilise Teşkilatının “Havariler Zamanındaki” gibi olması gerektiğini savunurlar. Komünyon ayinindeki ekmek ve şarabın, İsa’nın gerçek eti ve kam olduğunu kabul etmezler, onları sembol olarak algılarlar. Dünyada 100.000 kadar taraftarlarının olduğu tahmin edilir. [492]

10- İsa Mesih İmparatorluk Kardeşliği

Kurucusu Abram Pojak’dır. Yahudi asıllı bir aileden 1900 yıllarında Rusya’da doğmuştur. Almanya’ya göçtükten sonra Hıristiyanlığa ilgi duymuş ve Hıristiyan olmuştur. 1935 de Kudüs de “Yahudi-Hıristiyan Birliğini” kurmuş, hareketi Avrupa’ya taşımıştır. 1963 de Möttlingen’de ölmüştür. Cemaatın liderliğine meşhur basın kralı Albert von Springer getirilmiştir.

Ahir zamanın geldiği, yakında olağanüstü olayların görüneceği görüşündedirler. İsa Mesih’in kuracağı Tanrısal Devleti beklerler. Sayıları bilinmiyor. Kiliseler Birliği’ne sempati duyarlar. [493]

11- Adventistler

Mezhebin tarihi NewYork’lu William Miller’in (1782-1849) 1833 de Babtist Kilisesinde vaızlığa başlamasına dayandırılır. İlk zamanlarına “Miller Hareketi”de denir. Hz. İsa’nın yakında geleceğini vurgulayan, Mesihci bir hareket olarak doğmuştur. Miller 1843 de İsa’nın geri döneceğini hesaplamıştı. Tanrı ile konuştuğunu, kendisine insanları uyarma görevinin verildiğini iddia ediyordu.

Adventist Dergisini yayınladı. İddialarıyla binlerce kişi Mesih İsa’yı beklemeğe başladı. 1844 de de İsa’nın geri gelmemesi, cemaatı huzursuzluğa sevk etti. Ancak kehanet yeni yorumlarla süresiz ertelendi. Miller 1849 da öldü. Cemaatın bir kısmı, İsa’nın “Ruhen” geri döndüğüne, rahmet devrini başlattığına inandı ve 1844’ü Büyük günün başlangıcı saydı. Yeni lider ve yorumlarla cemaat ve akım günümüze kadar gelmiştir.

Adventistler Kitab-ı Mukaddes’i ilk “Kutsal kitap” olarak kabul ederler. İsa’nın da yaratıldığına, ancak İsa’da ve Kutsal Ruh’da Tanrısal ruhun bulunduğuna inanırlar. Ölen Hıristiyanlar, gökte İsa ile beraber yaşarlar. Zaman gelince hepsi birlikte geri döneceklerdir. Yani ölümden uyanacak, 1000 yıllık Mesih Devletinin ihtişamını yaşayacaklardır. Tütün ve sarhoşluk veren şeyleri haram sayarlar. [494] 1976 tahminlerine göre dünyada yaklaşık 3 milyon taraftarı hesap edilir.

12- Hıristiyan İlimleri Cemaatı (Christian Science)

Amerikalı Mary Baker Eddy (1821-1910) isimli bir hanım tarafından 1879 da kurulmuştur. 1883 den itibaren “Christian Science Journal” isimli aylık bir dergi yayınlamaya başlamışlardır. Mezhep ilk toplantısını 1888 de Chicago’da yapmıştır. Mary Baker Eddy’nin Science and Health isimli kitabının Allah’ın saf vahyi olduğuna inanırlar. Hıristiyanlık içindeki görüşlerinin temelini bu kitap teşkil eder. Hz. İsa’yı “Tanrı Oğlu” kabul ederler. Tanrının İsa ile cevher birliğine, ancak “Tanrısal tezahürlerin ve ferdiyetlerinin sayısız varlığına” inanırlar. Dünyanın çeşitli ülkelerinde üyeleri vardır. Dünya Kiliseler Bjrliği toplantılarının gözlemci üyesidirler. Amerikan Protestan Kiliseler Birliği ile diyalog halindedirler. [495]

13- Tanrısal Devlet Kilisesi

Kurucusu Alexandre Freytag (1870-1947)’dır. Günahsız bir hayatın sonunda ölüm olmayacağına inanırlar. Bitkisel gıdalarla beslenmeye, İsa’nın ahirzamanda başkanlığını yapacağı Adalet Devleti’nin kurulmasına çalışırlar.

Diğer kiliselerle ilişki kurmazlar. Yaklaşık 70.000 üyesinin olduğu tahmin edilir. [496]

14- Mormonlar

Kurucusu Amerikalı Joseph Smith (1805-1844), İsa’nın ilk kilisesini yeniden kurmakla görevlendirilmiş bir “Peygamber” olduğunu hissediyordu. “Mormon Kitabı” (The Book of Mormon) isimli Eski ve Yeni Ahid’e paralel kutsal bir kitap ortaya koydu. Cemaatın büyük bir kısmı 1845 de Utah Eyaleti “Büyük Tuz Gölü” vadisine göçtü ve orada Salt Lake City’yi kurdu.

Mormonlar Allah’ı insan suretinde, insan ölçülerinde, et ve kemikten bir varlık olarak tasavvur ederler. Tanrı’nın insan ve ruhlardan oluşan çocuklar içinden, kendine bir eş seçtiğini de söylerler, Yahudilikteki Tanrı Yahve’yi “İsa Mesih”Ie özleştİrİrler. İsa Mesih Tanrı’nın çok sayıdaki oğullarının en yaşlısıdır. Diğerlerinin en büyük kardeşidir. Kazançlarının %10’nu kilise vergisi olarak öderler. Alkol, sigara, et, çay, kahve ve sigara, sohbet haram sayılır. Dünyanın çeşitli ülkelerine yayılmışlardır. Ağırlık Amerika’da dır. 50 milyon kadar üyelerinin olduğu tahmin edilmektedir. [497]

15- Swedenborgianlar (Yeni Kilise)

Mezhebin kurucusu tabiat filozofu Emenuel Swedenborg (1688-1772) dur. Gördüğü rüya ve vizyonlarla 1744 de Londra’da ilk cemaatını kurdu. Swedenborg’un vahiy aldığı ve görüşlerinin vahye dayandığı kabul edilir. Buna göre, tabiat ve kainat yoktan değil, kendiliğinden ortaya çıkmıştır. İnsanın cennetlik veya cehennemlik olması kendi elindedir. Melek ve cinleri Allah yaratmamıştır. Onlar iyi veya kötü İnsan ruhlarıdır. Yaşayan İnsanlara da tesir ederler. Kendilerine özgü tefsirleri vardır. Yeni ve Eski Ahid’in bazı yazılarını uydurma (apokrif) sayarlar. İsa’nın Tanrı’nın inkarnasyonu olduğu görüşündedirler, Bu sebeple teslis ‘i kabul etmezler, Tanrı’nın birliğine inanmakla birlikte, İsa ve Kutsal Ruhu Tanrı’nın değişik tezahürü sayarlar. İsa’nın miracının maddi değil, ruhen olduğuna inanırlar. Ruh göçünü kabul ederler. Ebedi kurtuluşta iman yanında amelin de rol aldığına inanırlar. İsa’nın tekrar döneceği görüşünü kabui etmezler. Avrupa ve Amerikanın çeşitli ülkelerine dağılmış yaklaşık 60.000 üyenin olduğu tahmin edilir. [498]

16- Yahova Şahitleri

Cemaat kurucusu Charles Taze Russell'(1852-1916)’dir. Hareket noktaları İsa’nın yakında gelerek, Ahirzaman Tanrısal Devletini kuracağı ve 1000 yıl sürecek saltanatına başlayacağı beklentisidir. Sık sık verilen ve çıkmayan kehanetlerini yeni yorumlarla değiştirirler ve bekleme heyecanını canlı tutarlar. Kilise’nin teslis görüşünü ve ruhun ölümsüzlüğünü kabul etmezler. Evrim teorisini reddederler. Aktif misyon faaliyetleriyle dünyanın çeşitli ülkelerine yayılmışlardır. 5 milyon kadar taraftarlarının olduğu tahmin edilir.[499]

17- Tanrı Kilisesi (Armstrong Kilisesi)

Mezhebin kurucusu Herbert W. Armstrong (1893-198?) Adventist ve Britanya İsrail Hareketi çevrelerinin etkisinde, eklektik bir görüşe sahipti. Cemaat Ahir Zaman beklentisi ve hesabı içindedir. Darvinizm’i Kitab-i Mukaddes yoluyla çürütmeye çalışırlar. Güçlü bir misyon teşkilatları vardır. Çeşitli dergi ve okuyucu sayısından yaklaşık 4 milyon taraftarının olduğu tahmin edilir. Dünyanın çeşitli ülkelerinde basın-yaym yoluyla aktif misyon faaliyetlerini sürdürürler. Klar und Wahrs dergileri Türkiye’de de en çok dağıtılan misyon dergilerindendir. [500]

18- Monoteist Kilise Hareketleri (Teslissiz Kiliseler)

Hıristiyanlığın başlangıcında Ebionitlerde, sonra da Vlonarşianizm ve Aryaynizmde görüldüğü gibi, Hıristiyanlık tarihinde teslisi kabul etmeyen, tanrının Üç şahısla açıklanmasına karşı çıkan görüşlerin reformasyonla yeniden filizlendiğini görüyoruz. Reformcu kilise hareketleri arasında teslisten uzaklaşan, İsa’yı tanrı değil, peygamber ve İnsan sayan akımların varlığına da rastlıyoruz. Bunlar büyük kiliselerce sapık sayıldıkları için, bugüne kadar Kiliseler Birliğine kabul edilmemişlerdir.

18. 1- Üniteryanlar

Literatür:

1- İsmail Yılmaz, Uniteıyanizmin doğuşu ve Bunu Etkileyen Dini Faktörler, Bursa 1994 (basılmamış doktora tezi); Bilal eBaş, Bir Hıristanhk Mezhebi Olarak Aryüscülük, (basılmamış Yüksek Lisans tezi) İstanbul 1999.

Kainat düzeninin Allah’ın birliğine bağlı olduğu, İsa Mesih’in ilahlaştırılamayacağı; Tanrı’nın Adem ve soyuna olan öfkesini dindirmek için İsa’nın kendini kurban ettiğine inanmanın, merhametli Tanrı’ya karşı yapılmış bir iftira olduğu görüşleriyle kimlik bulun Üniteryan akımının öncüsü Michael Servetus (1511-15539, Engizisyon Mahkemesince diri diri yakılarak şehit edilmiştir. Yankı bulan fikirleri, İngiltere’de John Bidle (1615-1662); Samuel Clark (1675-1729), Thomas Emlyn (1663-1741), James Martineau (1805-1900); Amerika’da William Ellary Channing (1780-1842) tarafından geliştirilmiştir. Paralel gelişmeler Polonya’da FaustusSocinus (1615-1662), Macaristan’da Francis David (1510-1579) öncülüğünde geliştirilmiştir.

Üniteryanlar Allah’ın Bir olduğuna ve kainat düzeninin birlik prensibine göre işlediğine, mecazi olarak bütün insanların Tanrı’nın çocukları sayılabileceğine inanırlar ve diğer kiliselerin teslis öğretisine karşı çıkarlar. Hz. İsa’nın Marongoz Yusufla Meryem’in çocukları olduğuna inanır, “Mucizevi doğumu” kabul etmezler. Allah’ in her dönemde, insanlara doğruyu bildirmek için peygamberler gönderdiğine ve İsa’nın da bu zincirin önemli bir halkası olduğuna inanırlar. Ezeli günah doktrinlerini de kabul etmezler ve bunu Tanrı’ya iftira olarak kabul ederler. Kutsal ruhu ise, insan ruhunun derinliklerine Allah’ın yerleştirdiği bir ilham aracı olarak yorumlarlar. Ancak ahiret inançları berrak değildir. Sistemlerinin temelini İndilerin oluşturduğunu vurgularlar. Toplu ibadetleri, ferdin şuurlanmasmayol açan olumlu davranışlar olarak görürler. Vaftiz ve Evharîstiya gizemlerini kabul etmekle birlikte, vaftizi, Allah’ın çocuk ihsanına bir şükür, Evharistiyayı da İsa’nın mesajlarını hatırlatan, kişilerin dini ve ahlaki hayatını geliştiren bir “Ayin” olarak yorumlarlar.

Reform hareketleri esnasında Kilise’nin Teslis inancına tepki olarak doğmuştur. Çeşitli gruplara ayrılmışlardır. İngiliz, Alman ve Amerikan Üniteryan kiliseleri vardır. Ortak inançları: Teslis’in reddi ve Allah’ın birliğine imandır. Rasyonalizmi dogmatizmin önüne koymuşlardır. İsa sonrası Kilise yorumlarına değil, tarihi İsa’ya ve onun hayatına değer verirler, Hz. İsa’nın bir insan ve Allah’ın peygamberi olduğuna inanırlar. Aralarında ibadet farklılıkları vardır. Çeşitli ülkelere dağılmış bir milyona yakın Üniteryan olduğu tahmin edilir. Ağırlık Amerika ve İngiltere cemaatlarındadır. [501]

18. 2- Lorberiaıı’lar

Kurucusu Jacob Lorber’e (1801-1864) dayanır. Cemaat Almanya’da doğmuştur. Lorber Allah’tan vahiy aldığını iddia ediyor ve buna “Allah’ın Kâhyalığı, Vekilliği” diyordu. Ölümüne kadar da her gün kendisine vahiy geldiğini iddia etmiştir. Vahiy veya düşüncelerini yazılarında kaydetmiştir. Böylece 25 ciltlik kutsal yazılar külliyatı ortaya çıkmıştır. Geçimini ise, keman ve musiki dersleri vererek kazanmış; 1864 de Graz’da bekâr ve yoksul olarak ölmüştür.

Lorber duyduğu seslerin, aldığı vahiylerin İsa Mesih’ten geldiğini söylüyordu. Külliyatının 10 cildinin ismi “Groj’le Evangelium Johannisdır. İsa’nın hayatını tasvir eder. Muhtevada İndilerden farklı teferruata rastlanır. Tabiat ve ölüm sonrası ile ilgili konulara yer verilir. Ölümünden sonra dostları Külliyatını yayınlamışlardır.

Lorber”e göre İsa, tamamen “İnsan”dır. Diğer kilise mensuplarının İsa’nın uluhiyeti iddiaları doğru değildir. İsa faziletiyle “Tanrısal Nura” kavuşmuştur. Taraftarları gayr-ı resmi bir cemaat gorünümündedirler. Teslis ‘i kabul etmezler. Cemaat üyeleri çeşitli kiliselere üye olmakla birlikte, Lorber’in eserleri etrafında toplanırlar. Dünyada 45.000 kadar taraftarının olduğu tahmin edilir. [502]

18. 3- İsa Mesih Havariliği (Apostelamt Jesu Chtisti)

Hareket Hıristiyanlığın havarilik rufıunu yeniden canlandırmak gayretiyle 1902 de doğmuştur. Cemaat İdarecisi Havari Ephraim (ölm. 1923) idi. Kutsal yazılara ve Havarilik düşüncesine dayandıklarını söylerler. Dinin anlaşılmak için değil, hissetmek için olduğunu, söylerler. İsa’nın “Tanrı Oğlu” olduğu tezini kabul etmezler. Kiliseler Birliği İle ilgileri yoktur. Taraftarlarının çoğu Almanya’da yaşarlar. [503]

19- Afrika Mesihçi Hareketleri

Günümüz Afrika’sındaki gelişmelerle eski sömürge hakimiyetlerinin bağımsız devletlere dönüşmesi, dinsel bakımdan da çeşitli gelişmeleri beraberinde getirmiştir. 16. Yüzyılda başlayan Batılı misyon faaliyetleri çeşitli Hıristiyan mezheplerini de buraya taşımış ve fılizlendirmişti. Daha önce bölgede Müslüman tüccarlar vasıtasıyla organize olmadan tesadüfen yayılmış İslam da vardı.

Bugün Hıristiyanlık öncesi ilkel Afrika halk dini kalıntılarının yeniden canlanması yanında, siyasi-milli duyguların hareketlendiği, sömürgeciliğe karşf tepkiler görülür. Bu arada Afrika kabile ve cemaatları içinde yeni bir dinin kurucusu, vahiy taşıyıcısı görünümünde Siyah Mehdi hareketi de görülür. Yeni mezheplerin çoğu beyaz misyon cemaatlarının çözülmesiyle ortaya çıkan hareketlerdir. Sömürgecilerle misyon kiliselerinin yakınlığı ne kadar çoksa, ayrılma şuurları da o kadar kuvvetlidir. İlk grupsal kopmalar Paris Misyon Kilisesinde 1872’de başlamıştır. Bunda ırk ayrımlarının rolü büyüktür. [504]

19. 1- Nazareth Baptist Kilisesi

1911 de İsaiah Shembe’nin kurduğu Nazareth Baptist Church Afrika’nın etkili mezheplerindendir. Shembe, Zulu kabilelerinden Natal boyuna mensuptu. 1870 de bugünkü Oranje-Bağımsız Bölgesinde doğmuştu. O ne okula gitti, ne de resmi dil İngilizce’yi öğrendi. Daha sonra mesih olarak gönderildiği şuuruna ulaştı. Vaazlara başladı. Okyanus sahilinde hasta tedavicisi ve Cin çıkarıcı olarak faaliyet gösterdi. [505]

Shembe daha çocukken de gaipten sesler duyuyordu. Bir fırtına esnasında şimşekler içinde kendisine hitap gelmişti. “Ahlaksızlığı Bırak!” deniyordu. Daha sonraları da şimşek vasıtasıyla vizyonlar görmeğe devam etti: Yerde yatan insan veya meleklerden bir kalabalık gördü. Çürümekte ve kokuşmakta olan kendi cesedini gördü. İlk vizyonunda “Ahlaksızlığı bırakmas” emri kendisine verildi. “Yahova bana tedavinin ilaçla değil, sözle yapılmasını vahiy etti.” diye hasta tedavisine başladı. İsaiah Shembe vaaz etti, hastalara şifa dağıttı, cinleri kovdu. Cemaatı Pazar yerine Cumartesiyi kutsal sayıyordu. Shembe’nin ruhsal yetenekleri yanında, teşkilatçılığı, mükemmel şairlik ve musiki yetenekleri de vardı. İkiyüzün üzerinde kendi şiirini bestelemişti. Bunlar elçiliğinin ve öğretisinin Zulu dilindeki ifadeleri idi. Kendisine akan mal ve zenginliğe değer vermedi, eskiden olduğu gibi basit kulübesinde yaşamaya devam etti. Kendisinden sonra vasiyeti üzerine 1904 doğumlu 2. Oğlu Johannes Galilee Shembe cemaat idaresini üstlendi. [506]

Johannes iyi eğitim görmüş, üniversitede okumuş, bir lisede öğretmen olmuştu. Babasının ölümünden sonra yerini aldı. O, babasının yazdıklarından ilhamını alarak görev yaptı. Beyaz Mesih’ten beklediklerini bulamayan Afrikalılar yönlerini siyah mesihe döndürmüşlerdi. Siyah Mesih’in günlük hayatında, bedensel varlığında hidayet yolunu görmüşlerdi. Nazareth Cemaatına göre, Shembe beklenen Mesih’in kendisiydi. Göklerin anahtarı ondaydı. O hidayet kapısının anahtarı ve sahibiydi. Sadık müminlere kapıyı açacaktı. [507]

19. 2- İsa Mesih Kilisesi

1921 de Simon Kimbangu tarafından kurulan İsa Mesih Kilisesine göre, peygamber Kimbangu 1951 de 30 yıllık hapis hayatından sonra ölmüştür. Kendisinin ölümden dirildiğine Tanrının yanına oturduğuna inanılır. O müminlerin ruhlarında yaşamaya devam etmektedir ve istikbalde bedensel varlığıyla da geri gelecektir. [508]

Afrikalı mesihler peygamberlik ve dinsel tebliğleri yanında, şifa dağıtırlar. Özellikle cinleri vücuttan kovduklarına inanılır. Beyazların ilaçlarını kullanmalarını, beyaz hekimlerin tedavilerini yasaklamıştı. Bu İsaiah Shembe cemaatına kabul şartlarından biriydi. Nazaret Cemaatı sağlık aşısının ilaç sayılamayacağı gerekçesiyle aşı olmayı 1944 sonrası kabul etmiştir. Şifa merasimlerinde kaynak suları ve banyoları önemli rol oynar. Zulu geleneklerinde rüya ve vizyon vahiy sayılır. Meleklerin veya kutsal ruhun mesajı sayılır. Rüyada görülen ışık, parlak elbise, nehir ve su manevi mesajlar olarak yorumlanır. İnananların en büyük arzusu rüyada İsa’yı ve Tanrı’yı parlak elbiseler içinde görmektir. Çok kadınla evlilik, sınırlı ölçüde serbesttir. İbadetlerde şarkılar, ilahiler ve dans önemli yer alır. Beyazlarca putperestlik sayılmasına rağmen, dans siyahların vazgeçilmez gerekliliğidir. Kadın ve erkekler kendi cins 5% yaş gurupları arasında geleneksel milli kıyafetleriyle dans ederler. Simon Cemaatınca ilaç, tütün, alkol, kahve, domuz eti yasaktır. [509]

DİNİ-FELSEFİ MEZHEPLER

Bu mezhepler Hıristiyanlıkla doğrudan doğruya ilişkileri olmamakla birlikte, Hıristiyanlığın Doğu Felsefeleriyle sentezlerinden veya Hıristiyanların çoğunlukta olduğu Batı Ülkelerinde doğup gelişmişlerdir:

1- Theosophie Mezhebi

Teozofi Cemiyetinin ana prensibi “Hiçbir din hakikatten daha üstün değildir” sözünde ifadesini bulur. 1875 de Nevv York’da kurulmuştur. Kurucusu Helena Petrowna Blavatsky (1831-1891) isimli Rus asıllı bir hanımdır. Batı Avrupa ve Amerika’da pek çok seyahatler yapan Blavatsky, ruhçuluk deneyimleri üzerine konferanslar vermiştir. Cemiyetin merkezi 1879 da Hindistan’a taşınmış, Blavatsky de Budizm’e girmiştir. Tibet’de Malıatma ile ilişki kurmuş, görüşlerini “Gizli Öğreti”, “Kosmogenis”, “Anthrogenesis” ve “Esoterik” isimli kitaplarla açıklamıştır. 1897 de “Uluslararası Theosophie Kardeşliği1′ birliğini kurmuştur.

İnançlarına göre, Teozofi Bütün dinlerin hedefi, meyvesi, çekirdeği ve varlığıdır. Teozofi ile “Tüm dünya tanrının kilisesi olacaktır”. Kurtuluş insanın kendi içindedir. Her görünen varlık, fiziki dünyada vücutlaşmış olan mutlak varlığın bir sembolüdür. Düşüncenin bedenleşmesidir. İnsanın varlığı da önceki karmasının meyvesidir. Karmanın taşıyıcısı ve deposu insanın kendi şahsiyetidir. İnsan evrim yoluyla Tanrı oluncaya kadar reenkarnasyon çemberi içinde dolaşmaya devam edecektir. Teozofıstler Yeni Eflatunculuğun sudur nazariyesini, Hint dinlerinin karma ve reinkarnasyon görüşlerini benimserler. İnsanın hedefi ve kurtuluşunun yavaş yavaş maddeden sıyrılarak saf ruh haline gelmek olduğunu söylerler. Avrupa ve Amerika’da yayılan cemaat üyelerinin kesin sayısı bilinmemektedir. [510] Özel kültleri yoktur. İbadetleri Blavatsky’nin anılması, resim, müzik vs. merasimlerinin dinsel karakterle icra edilmesidir. Grup meditasyonu önemli rol oynar.

2-  Anthroposophie

“Anthroposophie Cemiyeti” 1913 de kurulmuştur. Kuruluşu ve tarihî Rudolf Steiner’le (1861-1925) yakından ilgilidir. İnsanın varlığı hakkında tabiat ve duyular üstü alemden alman kâmil bilginin insanlığı aydınlatacağına inanılır. Ruhun varlığı konusunu araştırmadan uzak dururlar. Ruhsal tasavvurları tefekkürle anlamaya çalışmanın daha doğru olduğunu savunurlar. Meditasyona büyük değer verirler; manevi aleme yönelmekle, manevi duyumlara ve ilhama ulaşılabileceğine; ölüm ve doğum ilişkisini ve kozmolojiyi anlayabileceğine; ilhamın tanrının okunamayan yazısı olduğuna inanırlar. Steiner’e göre, înciller birer kehanet kitabıdır, inananları Mesih’e götürür. İncil yazarları hikmet sahibi kişilerdir. Yohanna, kozmik insan İsa’nın şuurluluk ruhunu; Markos, duygu alemini; Matta düşünce alemini tasvir etmişlerdir. Yine Hıristiyanlıktaki inanç ve ibadet konularını teozofık yollarla açıklamaya çalışırlar. İsa’nın ruhunda Zerdüşt’ün ve Buda’mn da tezahür ettiğini anlatırlar. Yeni cemaat için, Mezhep saliklerinin bulundukları eski dinden veya mezhepten ayrılmaları gerekmediğini söylerler. Bu sebeple akımın taraftarları çeşitli dinler içinde dağınık olarak yaşarlar. Kendi aralarındaki ilişkilerini dernek üyeliği şeklinde sürdürürler. Almanya’da 20.000 üyesinin olduğu tahmin edilir. [511]

3- Rocy Cross Mezhebi

Gizemli, sembolik ve mistik düşünceye açık bir harekettir. Kökleri 16 ve 17. yüzyıllara kadar iner. Simya, Kabbala, Paracelsus (1493,-1541) felsefeleri dinde büyük rol oynar. Mistiker ve Teozoflarm mezhebe katkıları büyüktür. Tabiattaki Tanrısal işaretlerden hareketle tanrının tanınabileceği görüşüne ağırlık verirler. Skolastik ilimleri kabul etmezler. Felsefe ve ilahiyat, iman ve bilgi arasında bir sentez ararlar. Tarihi gelişmeler esnasında cemaat yeni yorum ve ekollere ayrılmıştır. Avrupa’daki en eski gurubunu Masonlar oluşturur. Yeni hareketler olarak:

a- Antiquus Mysticus ordo rosae crucis, 1916 da gazeteci ve psikolog H.Spencer Lewis (1883-1936) tarafından Nevv York’da kurulmuş ve Avrupa’da da yayılmıştır.

b- Heindel Rosenkreuzer Cemaatı, Max Heindel (1865-1919) tarafından Almanya’da kurulmuştur. İkinci dünya savaşından sonra cemaat Darmstadt’da Georg Vollmer (ölm.1971) tarafından tekrar hayata geçirilmiştir.

c- Lectorium Rosicrucianum, Jan van Rijckenborgh (Ölm. 1968) tarafından kurulmuştur. 1936 den beri merkezleri Haarİenr dedir. Avrupa’da şubeleri vardır,

Bu mezhep taraftarları “Transfiguration” (değişim) kavramını çok kullanır. İnsan varlığını inanç, davranış ve takdis ile değiştirmeyi hedef edinmişlerdir. Tanrısal gücün insanın içinde olduğuna, bunun uyandırılması ve aktif hale getirilmesi gerektiğine inanırlar. İnsanın kendini idraki, ilahi aleme girişin başlangıcıdır, derler. Takdis eylemleriyle hayvani kısımlardan kurtulup temizlenmeyi, bilgi ve tefekkürle Tanrısal güce ulaşmayı, Tanrısal ruhla bütünleşmeyi arzu ederler. Manevi mertebelerden geçerek insanın da tanrılaşacağına inanırlar. İsa Mesih’i de bu açıdan değerlendirirler. Varlıklarını çeşitli Hıristiyan mezhepleri içinde sürdürürler. Özel kursları ve okulları üyelerini eğitmeyi amaçlar. Amerika ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde dernek ve misyon merkezleri vardır. [512]

4- Kâinat Helezonu

1963 yılında Avusturya Linz şehrinde Welt Spirale (Kâinatı Yenileme ve Geliştirme Ahlak Cemaatı) olarak resmen kuruldu. Kurucusu Leopold Brandstatter (1915-1968) çeşitli dinlerden malzeme alan sentezci bir yapıya sahiptir. Ona göre kâinattaki bütün varlıklar görünüşlerindeki farklılıklara rağmen, Tanrısal kaynaktan sudur ederler, aynı köke sahiptirler. Farklılık ve varlık çeşitliliği bir yanılgıdır. Lâtif cevherlerden en kabasına kadar çeşitli kademelerde yer alan varlıkların en üst kademesi, Tanrısal alemdir. Manevi alemdir. Kainat ve insan yedi kattan meydana gelir. İnsanın benliğinde madde dışında latif madde ve prensipler de vardır. Ancak Tanrısal kıvılcımlara sadece insan sahiptir. Tüm hayatın ve karmanın asimilatörü insandır. Karma ve reinkarnasyon sayesinde insanda gelişmeler olur.

Kâinat içinde oluşumun ve yok oluşumun hareket ettiği spiral bir yapı vardır. Yukardan aşağı sudur eden, boşalan hayat, tekrar tekrar alt kısımlara ayrılır. Maddenin içine doğru çöker, pek çok aldatıcı görünümlere ulaşır. Kainatın logos’u, Musa’yı ve İsa’yı öğreten Tanrıdır. Venüs’ün logos’u ise, kainatın annesidİr. Tanrı da aslında bir insandır. Güneşin ve Saman Yolunun logosu olabilmek için, kişi kendi kemalâtını geliştirmeye çalışmalıdır.

Şuurun yüksek kademelerine ulaşmak için, bir üstadın (şeyhin) kılavuzluğuna ihtiyaç vardır, ki bu Tibet’deki Sambala şehrindeki üstattır. Onlar inkarnasyon içinde yaşarlar ve vazifelerini yerine getirirler. Bunlar Krişna, Buda, İsa, Muhammed, Konfüçyüs, Laotze, Zerdüşt, Psagor, Eflatun, Süleyman, Origenes ve Jakob Böhme vs. de tezahür etmişlerdir. Manevi makamlardan “Budalık makamı” 7. makamdan da üstte 8. makamdır. Günümüz Sambala hakimi Üstat Morya’dır.

İslam’ın ve Yahudiliğin inandığı Allah inancı bunlarda yoktur. Cemaat mensupları Batı ve Orta Avrupa’da yayılmışlardır. Cemaatlarına has bir ibadet biçimleri yoktur. Çeşitli din ve mezhepler içinde varlıklarını sürdürürler. [513]

5- Spiritizm (Ruhçuluk)

Ruhların varlığı ve tezahürlerine inancın kökleri çok eskilere dayanır. Hemen hemen bütün dinlerde vardır. Ölümden sonra yaşama, ahiret, ruhlar alemi vs. gibi ruhla ilgili tasavvurlar dinlere zenginlik kazandırır. Ancak ilmin rasyonalizme ve insanın elementer varlığına yönelmesi, ruh kavramına da mantıki, akılcı, tecrübi bir temel arama eğilimini geliştirdi. Tabii ilimlerdeki metotlardan yararlanma, ruh kavramı araştırmalarına bazı ilkeler koyma eğilimlerini doğurdu. Yani spiritualizm insan düşüncesi ve inancındaki modern bir gelişme ve dünyevileşme ürünüdür. Bir tarafta dünyeviieşme, maddilesine yönüne karşı bir protest, diğer yönde dünyevi düşüncenin kabul edilebilir unsuru olmak, model göstermek yöntemiyle kabul edilebilirlik ve kuvvetlenmek arayışıdır.

1848 yılında yayınlanan Ludwig Feuerbach’ın “Hıristiyanlığın Varlığı” isimli kitabında, “Ebedi hayata inanan kimse, bu hayatı ve değerini kaybeder. Veya daha çok değer kaybetmiş olur. Semavi hayata inanç, bu hayatın değersizliğine ve yokluğuna inançtır” denir. Aynı şekilde 1848 de Kari Marx da “Ahireti yalanlamak, burayı kabul etmek anlamına gelir. Ahiret’te ki daha iyi bir hayatı yalanlamak dünyevi hayatı tam bir yenilemek ve daha iyi bir teklifle bağlanmaktır”, demişti. Feuerbach’m 1848 de dünyevi düşüncenin ahiret inancını düşman ilanı, Spirizmin de doğumuna yol açtı. Olay bir teoriden çok, fenomen olarak başladı. Amerika Birleşik Devletlerinde Rochester yakınlarında Hydesvilli’de oturan Metodist bir çiftçi olan John Fox’un iki küçük kızı Leah (10) ve Kate (12) geceleyin evlerinde kapı çalınması, duvar vurulması vs. gibi bir gulyabani sesi işitirler. Çocuklar bu “Gürültücü ruhla” oyun kabilinden başarılı temaslar kurarlar. Olayın duyulması üzerine Rochester aydınlarından bir araştırma gurubu kurulur. Tıklama veya tıkırdama sesleri alfabeye dönüştürülerek ruhla haberleşme sağlanır. Fox’m evinde yaşayan ruh, daha önce tüccar olarak yaşadığını, öldürüldüğünü ve bodruma gömüldüğünü söyler. Bodrum kazıldığında bir iskelet bulunur. Daha sonra Andrew Jackson Davis (1826-1910) “The Philosophy of Spiritual Intercourse” isimli bir kitab yayınlar. Kitapta ruhlar aleminden gelen haberler ve onlarla iletişim teknikleri üzerinde durulur. Masayı tutma, otomatik yazma, derin trance vs. yöntemlerle spiritizme İlgi duyanların sayısı 1885 de 2 milyonu bulduğu tahmin edilir. Amerika’da doğan bu hareket Avrupa ülkelerinde de taraftar bulmaya başlar. 1882 de İngiltere de “Society for Psychical Research” kurulmuş ve bunlar arasında ünlü kimyager, fizikçi, psikologlar yer almıştır. Bu cemaatı diğer ülkelerde kurulan yeni cemaatlar takip etmiştir. Araştırma cemiyetleri kurulmuş, büyük bir literatür ortaya çıkmıştır. 1960 da üye sayılarının 100 milyon üzerinde oldukları tahmin ediliyordu.

Spiritistler çok yönlü bir faaliyet gösterirler: Yaptıkları toplantı ve oturumlarda, medyumlar vasıtasıyla ölen yakınlarıyla ve öte taraf ruhlarıyla konuşurlar, öte dünya ve kader hakkında bilgi edinmeye çalışırlar. Ruh hekimliği, ve tedavi yöneticiliği yaparlar. Şifa veren güçlerin hastaya nüfuzuna çalışırlar, bazen kansız amaliyatlar yaparlar. Uzaktan tedavilerde bulunurlar. Bazı med­yumlar astral seyahatlarda bulunduğunu, çok uzakları ziyaret ettiğini söyler. Hatta öte dünyaya girip, sakinleriyle konuştuğunu iddia edenler de vardır.

Ancak Spiritizm’de bir inanç ve görüş birliğinden söz etmek mümkün değildir. Çeşitli dinlerin ve halk inançlarının nüfuzuyla geniş bir tasavvur ufku açılmıştır. Hıristiyan ülkelerdeki akımlarla diğer ülkelerdeki akımlar arasında farklılıklar vardır. Bu sebeple bir spirutaîizmden değil, çeşitli spİrİtualist akımlardan söz edilir:

Spiritizm ile “Spiritualizm”i birbirinden ayırmak gerekir. Aimanca’da “Spiritizm”den emprik-sistematik Öte dünya araştırması anlaşılır. Ana konusu ölümden sonra öte dünyada hayatın devam edip etmediği, araştırmasıdır. Bu gaye için Parafenomen gözlenir veya çağrılır, kaynağı ve doğruluğu kontrol edilir.

Spiritizm bu gayede bilimsel çalıştığı iddiasındadır. Medyum vasıtasıyla ölünün, ölüm tecrübesi ve dünyadaki yaşantısı öğrenilmeye çalışılır.

Spiritualizm ise öte dünya araştırma verileri üzerine bina edilen bir kainat görüşüdür. Bilgilerini ruhların haberlerinden toplar. Medyumun deneyimine bağlı kalır, kainat hakkında ve insanın iç dünyası hakkında kanunlar ortaya koyar. Tanrının varlığını anlamaya çalışır.

Spiritizme göre madde dünyası büyük bir hakikatin, küçük bir kısmıdır. “Latif madde” gizli bir kainat gücü olan manyetizmle mukayese edilebilir. Günümüz spiritualizmi atom fiziği kavramlarını sıkça kullanır. O ışık gibi neşet eden bir cevherden müteşekkildir. Ondan tüm kainat meydana gelir. Kainat, “kaba maddeir materyal sıkışmış, yoğunlaşmış ışıklardır, en küçüğü atomik kısımlardır. Latif maddeli dünya ise, astral veya eter dünyası olarak da isimlendirilir. İnsan ise üç kısımdan meydana gelir: Fiziki vücut, astral vücut ve ruh. Astral vücut fiziki vücudun sadık bir refakatçısıdır. Duyma ve hissetme özelliklerimiz, organlarımız bunlardandır. Bir de hastalanmayan, yaşlanmayan ve ölmeyen kısım vardır ki, bu fizikî vücudun dışındadır. Bu ruhlardan özel bir mekândır. Bu değişmez, bozulmaz bir cevher ve sonsuz bir hayattır. Bu ruhlar Allah tarafından yaratılmışlardır. Dünya hayatı ruhların kemalât yolu üzerindeki bir durak, bir istasyondur. Bu noktada ruhun inkarnasyonu tasavvuru konunun içine girer. Karma öğretisi ile de süreklilik açıklanır, ölüm ise dünya sahnesinde bir halden diğer hale geçiştir.

Astral âlem dünyadaki manzaralara benzer. Dağlar, vadiler, sular, hayvanlar, ağaçlar, çiçekler, şehirler vs. Ama orada bir cehennem ve ateş, su, çamur, karanlık, işkence vardır. Ancak burası ebedi değildir. Ceza sürelidir. Ruhlar alemi ise her türlü güzelliğin bulunduğu bir yerdir. Dünyadaki güzellikler orada da devam eder.

Spiritizm materyalizmi ve materyalist ideolojileri kesinlikle reddeder. Tabii ilimleri yüzeysellikle değerlendirir. Dinleri ise, kendi ölçülerine göre değerlendirir ve yorumlar. Bu yönde “Hıristiyan Spiritizmini” temsil eden gurup ve dernekler kurulmuştur. Ancak geleneksel kiliselerin görüşleri Spirİtistlere kapalıdır. Bunlar Kitab-ı Mukaddes üzerinde pek durmazlar. “Kutsal Ruh” kilisenin kabul ettiği gibi uluhiyetin bir parçası değil, ruhlar aleminin bir üyesidir. Hıristiyanlıktaki Tanrısal Devlet de “Allah’ın Ruhlar Dünyası” olarak anlaşılır. Vaftiz ve komünyon ayinleri ruhun kılavuzluğuna giriş olarak yorumlanır.

Spiritistler mensubu oldukları dinlen tenkit etmekle birlikte, onları terk etmezler. Kendi görüşlerine göre yorumlamayı tercih ederler. Pek çok taraftarları olmakla birlikte sayılarını tahmin güçtür.[514]

6- Ufoloji, Uzay Gemileri Mezhebi

Literatür:

1- Ernst Benz, Neue Religionen, Stuttgart 1971, ss. 112-124.

Ufoloji mezhebi yeni dinler arasında en dikkate şayanıdır. Öğretilerinin ve hidayet beklentilerinin konusu Ufolardır. Mezhep mensupları kendilerine “Planetarienler” derler. Ufo, Unknown fiying Object, deyiminin kısaltılmışıdır. Bilinmeyen uçan nesne anlamına gelir. Yıldızlarda yaşayan varlıkların gezegenler arası uçuşlarında dünyamıza yaklaşan vasıtalar, uzay gemileri olarak değerlendirilir. Mezhep son yıllarda hızla yayılmış Amerika ve Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde cemaatlar teşkil etmiştir. Haklarında çeşitli dergi ve gazete- lerde çok sayıda haberler yayınlanmıştır. Akımın kökleri 16. Yüzyıla uzanır, yeni tabiat felsefeleriyle gelişir.

Çeşitli tabiat araştırıcısı ve ilahiyatçıların uzayda, yıldızlarda ruhsal ve bilgisel yönden dünyadakilerden daha üstünlüğe ulaşmış varlıkların bulunduğu, yaşadığı tasavvurlarına dayanır. Bu düşüncenin öncüsü Alman Pietistlerinin başı Friedrich Christoph Oetinger idi. İlk defa modern tabiat felsefesiyle Hıristiyan kozmolojisini ve Ahir Zaman beklentisi ve Ahireti bekleme tasavvurlarını birleştirmiştir. Yayınladığı yazıları büyük yankılar uyandırmış, İlahiyat felsefesi ve Pietizme büyük etki yapmıştır. Astronomların “Gezegenlerin sakinleri” hakkındaki görüşlerinin gelişmesine yardımcı olmuştur.[515] Konuyu halk seviyesine indirgeyen, Fontenelle’dir. O zamanın astronomi bilgilerim kullanarak yıldız sakinlerinin ruhsal ve bedensel yapıları hakkında görüşler ortaya koymuş, onların da bize benzediğini, ancak bizden daha üstün yeteneklere sahip olduklarını, insandan başka bir varlığa benzemeyeceğini tasavvur etmiştir. [516] Bu konular daha sonraki devirlerde çiçekler açacak Bilimkurgu romanlarının tohumları olmuş ve onlara ortam hazırlamıştır.

1938 da Amerika’da bir radyo istasyonunun “Marslıların İstilası” isimli bir   tiyatro oyunu yayınlaması, öyle inandırıcı olmuştu ki, halk paniğe kapılıp bazıları intihara teşebbüs etmişti. Uzay tekniğinin gelişmesi ruhsal endişelere yol açtı. 1947 de bir amatör pilot, uzaylılar filosu gördüğünü iddia etti. Gazeteler de bu ve benzeri uçan cisim, uçan daire haberlerini artırdılar. Bunun üzerine Amerikan Hava Kuvvetleri bir araştırma komisyonu kurarak konuya el koymak zorunda kaldı. Görünen gök cisimlerinin Amerikan Uzay araştırmaları için yapılan deneylerde kullanılan araçlar olduğunu açıkladı. Spekülasyonlar azalmakla birlikte, inananları ikna edemedi. 1952 de bir emekli deniz binbaşısı Donald E. Keyhoe’nün “Fiying Saucersfrom outer spac” isimli kitabı yeni bir şoka sebep oldu. George Adamski isimî biri, Ufo inananlarının baş havarisi oldu ve tasavvurları dini kimliğe büründürdü. Venüslülerle konuştuğunu iddia etti, vaazlara başladı. Aslında Adamski, bir meşrubat büfesi işleten ve büfesinin çatısında kurduğu küçük bir teleskopla yıldızları seyreden bir amatör idi. O peygamber ve vahiy alıcısı olarak kabul edildi. Etrafına toplananlarla kurulan cemaatte dinsel bir hava oluştu. [517]

Buna göre, dünyadaki bazı büyük yapıların, örneğin Mısır Piramitlerinin yapımındaki plan ve teknolojide uzaylıların çalıştığı iddia edilir. Diğer yönden Ahirzaman beklentileriyle birleştirilen zaman tasavvurları ve gelişen atom teknolojisiyle insanlığın ve dünyanın kendini imha edeceği kehanetinde bulunulur. Beklenen atom patlamalarına karşı kurtuluş yolu, diğer yıldız sakinleriyle ilişki kurup, felaket zamanında uzay gemileri ile başka gezegenlere veya yıldızlara gitmek olarak görülür. [518] Ruhsal gezegen yolculuklarında’ İsa benzeri şahıslarla karşılaştıkları söylenir. Zaman zaman felaket ve kıyamet kehanetle rinde bulunulur. Zamanı gelip gerçekleşmeyince de Allah merhamet etti, felaketi erteledi denir. [519] Türkiye’de de yankı bulan Erich von Dâniken’ in ve benzeri yazarların bilim kurgu kitapları cemaatın inançlarını etkileme de büyük rol oynarfer. Mart 1997 de Hale-Bopp kuyruklu yıldızının görülmesi üzerine Kaliforniya Rancho Santa Fe’de 39 kişi uzun yol kıyafetleri ve yiyecekleri yanlarında olmak üzere toplu intihar etmişler, kuyruklu yıldız ardındaki gizlenen uzay gemilerine ulaşabilmek, yıldızlarda kurulu Cennete varabilmek için vücutlarından kurtulmayı tercih etmişlerdi.

[368] Stephan Teplan, “Christen in der Türkei”, Weltbild (30 Januar 1998) Nr.3. Bu sayı 30.000 Katolik, 1000 Protestan, 15.000 Süryani, 60.000 Ermeni, 3.000 Rum Ortodoks, 1.000 Serbest Kilise taraftarları olarak tahmin edilmektedir.
[369] Ali İmran: 3/38, 41; Meryem: 19/5, 11; Enbiya: 6/90.
[370] Bkz. Eski Ahid, Zekeriya Kitabı.
[371] Meryem: 19/3, 11,13, 15. İbraniler İncili, Çev.Ekrem Sarıkçıoğlu, Ondokuzmayıs Uni. I. Türkiye Dinler Tarihi Sempozyumu, Samsun 1994.
[372] Al-i İmran: 3/39.
[373] Yakub İncili, (çev. E. Sarıkçıoğlu), Türkiye 1. Dinler Tarihi Araştırmaları Sempozyumu, 24-25 Eylül 1992, Samsun, s. 9-14; Ali İmran:3/ 35-44.
[374] Yakub İncili ,Xl,3. Luka İncili, 1,26-38.
[375] Yakub İncili ,XII-XVIII., Matta 1,19-23; Luka, 1,27-38.
[376] Luka, 11, 15-21.
[377] Luka, 11,25-35.
[378] Matta, II. Bölüm.
[379] İbrani Tomas İncili, XX, Türkiye I. Dinler Tarihi Araştırmaları Sempozyumu, 1992; Meryem: 19/ 24-26
[380] Matta İncili, 1,18-20.
[381] Markos,VI,3.
[382] Ali İmran: 3/56 vd.
[383] Bkz. Hıristiyanlarda Çocukluk İncilleri ,Türkiye I. Dinler Tarihi Araştırmaları Sempozyumu, Samsun 1902, s.5-42.
[384] Luka, 11,41, 52; İbrani Tornam İncili, XIX. Bölüm
[385] İbrani Tomas İncili/fürkiye 1. Dinler Tarihi Araştırmaları Sempozyumu, 24-25 1992, Samsun, 25.; Ali İmran: 3/49.
[386] Ali İmran: 3/46; İbrani Tomas încili,Ill-VIIl. Bölümler.
[387] İbrani Tomas İncili, IX-X, XVN~XV1II. Al-i İmran: 3/49.
[388] Matta, III. bölüm.
[389] Matta, III, 13-16; Markos, I ,9-11; Luka, III, 21-22.
[390] Matta, IV,17; Markos,l,14.
[391] Matta, V. bölüm.
[392] Matta, XIV, 15-21.
[393] Matta,V,3-VI,20.
[394] Ali İmran: 3/50.
[395] Matta, 15/24.  Aynı  muhtevayı   Kur’an  “Onu  İsrail Oğullarına peygamber  olarak gönderecektir” (Âli  İmran: 3/ 49)  buyurarak onaylar.   Ancak  İsrail  Oğullarından  başkasına gönderilmedi savını Kur’an kabul etmez. Musa’nın da İsa’nın da tüm insanlığa tebliğde bulunmaları emredildiği vurgulanır. Âli İmran: 3/187.
[396] Matta, XXVI-XXVII; Markos, XV-XVl; Luka, XXIII; Yohanna, XIX.
[397] Markos, XVI; Luka, XXIV; Yohanna, XX-XXI.
[398] Al-i İmran: 3/55; Mâide: 5/l17.
[399] Nisa: 4/157 vd.
[400] Meryem: 19/15, 33. Onbeşinci ayette aynı ifade Yahya (a.s.) için kullanılmasına rağmen. Yahya’nın göğe yükseldiğini kimse iddia etmez.
[401] Matta: 1,18.
[402] Matta 111,16-17.
[403] Matta, IV,3, 6.
[404] Hüseyin Atay, Kur’ana Göre Araştırmalar,I, Ankara 1993, s. 49.
[405] Fazla bilgi için bakınız. Martin Werner, Die Entstehung des Christlichen Dogmas, 2. Baskı Tübingen 1941, ss. 61-79, 83-105.
[406] T.Michel, 32
[407] T.Michel.39 v.d.
[408] Muhammed Ebu Zehre,Hıristiyanlık üzerine konferanslar, lst. 1978, 79; Şaban Kuzgun, Dört İncil, Farklılıkları ve Çelişkileri, Ist. 1991,s. 146.
[409] Eduard Schweizer, Jesus Christus, München-Hamburg 1968, s. 12.
[410] M.Ebü Zehre,73.
[411] Kuzgun, 149.
[412] E.Zehre, 85 v.d.; Ş.Kuzgun.150 v.d.
[413] M. Ebu Zehre,s.70.
[414] M. Ebu Zehre, 114.
[415] M. Ebu Zehre, 113.
[416] Thomas Michel, Hıristiyan   Tanrı  bilimine   Giriş,  İstanbul 1992,s.43. Ayrıca Türkçe tercümesi için Bkz. Barnaba İncili, Çev. Mehmet Yıldız, İstanbul tarihsiz,   Kültür  Basın Yayın Birliği 3. Baskı.
[417] Bkz. Yakub İncili, (Çev. Ekrem Sarıkçıoğlu,) Türkiye I. Dinler Tarihi Araştırmaları Sempozyumu, 24-25 Eylül 1992, Samsun,s. 6-22.
[418] Bkz. İbrani Tomas İncili, (Çev. E. Sankçioğlu) Türkiye I. Dinler Tarihi Araştırmaları Sempozyumu, 24-25 Eylül 1992, Samsun, s. 23-42.
[419] Bkz. Tomas İncili, (Çev, E. Sarıkçıoğlu) Ondokuzmayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı 4, Samsun 1990, s.13-25. Diğer bir tercüme: Thomas İncili, (Ter. Ergün Arıkdal) İstanbul 1988.
[420] Bkz. Apokrif Petrus incili, (Ter. E. Sarıkçıoğlu) Ondokuzmayıs Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi. Sayı 7, Samsun 1993, s. 3-6.
[421] Bkz. Filip İncili, (Ter. E. Sarıkçıoğlu) Ondokuzmayıs Üni. İlahiyat  Fak. Der, Sayı 6, Samsun 1992, ss. 1-20.
[422] Thomas Michel,s.42 v.d.
[423] Hans Joachim Schoeps, Das Judenchristentum, Bern 1964, s.22 vd.
[424] H.Joachim Schoeps, Theologie und Geschichte des Juıdenchristentums, Tübingen 1949, ss.71-146.
[425] Schoeps, Judenchris.,53 vd.; Fazla bilgi için Bkz. H.J.Schoeps, Theologie und Geschichte des  Judenchristentums, Tübingen 1949, 400 s.
[426] Schoeps, Judenchris., 63 vd.
[427] Schoeps, Judenchris.,23 vd.
[428] Nureddin Ali b. Ebi Bekr el-Heysemi, Mecmu-uz-Zevaid ve Menbau’l-Fevaid, C.9. 2. baskı, Beyrut 1967, s.333 v.d
[429] Schoeps. Judenchris., 42.
[430] Schoeps, Judenchris., 66.
[431] Paulus. Romalılara mektup, VI,3-4.
[432] Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, c.V, İstanbul 1990, s. 293.
[433] S. Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağ., C.X, s. 396.
[434] Alfred Adam, Lehrbuch der Dogmengeschichte, c.I Gütersloch 1965, s.224.
[435] Adam, Lehrbuch., s.336 vd.
[436] A. Aslan,s. 177.
[437] Thomas Michel, Hristiyan Tanrı Bilimine Giriş, İstanbul 1992,s. 56. Katolik İlahiyat profesörü olan yazar, halen Vatikan’da yüksek bir görevde vazifelidir.
[438] Yuhanna I,3; İbranilere mektup I,2; Koloseliler I, 15-17
[439] Ra’d: 13/16; Furkan: 25/2; A’raf: 7/54, İsra: 17/111.
[440] Yuhanna V.21,27, 28-29.
[441] T.Michel, 56.
[442] Michel,57 v.d.
[443] Hristiyan İnancı, (Türkiye Katolik Kilisesi Yayınları), İstanbul 1994, s. 49
[444] Hristiyan İnancı, s.73.
[445] Hristiyan İnancı, s.73.
[446] Hristiyan İnancı, s.71.
[447] Hristiyan İnancı, s.75.
[448] Hristiyan İnancı, (Türkiye Katolik Kilisesi Yayınları, Derleyenler: Leyla Alberti, P.Xavier Jacob, P. Luigi Iannitto, Nilay Hıdıroğlu), İstanbul 1994, s. 31 v.d.
[449] Kehf: 18/51.
[450] Hristiyan İnancı, s. 77.
[451] Hristiyan İnancı, s. 118
[452] Hristiyan tnancı,s. 122.
[453] Hristiyan İnancı, s. 119.
[454] Xavier Jacob, Sorabilir miyiz?, İstanbul 1992, s. 13.
[455] Xavier Jacob, Sorabilir miyiz?, İstanbul 1992, s. 12.
[456] Hristiyan İnancı, s.172.
[457] P. Oskar Simmel, R. Stahlin, Christliche Religion, Frankfurt 1964, s.77-78.
[458] İslam bu kısa süreli arındırma cezası inancına itiraz ederek “onları ateş, bize birkaç günden fazla dokunmaz, derler. Deki (onlara): “Allah ‘tan söz mü aldınız… “ Bakara: 2/80. diyerek son hükmün Tanrı’da olduğunu vurgular.
[459] Thomas Michel, Hristiyan Tanrıbilimine Giriş, İstanbul 1992, s.88
[460] T.Michel,92.
[461] P.Xavier Jacob, Hristiyan Kiliseleri ve İbadet Yerleri, İstanbul 1994, s.35.
[462] P.Xavier Jacob, Hristiyan Kiliseleri ve İbadet Yerleri, İstanbul 1994, s. 15.
[463] P, Xavier Jacob, s.24.
[464] P.Xavier Jacob, s. 16 v.d.
[465] Sukzesion Kilise ruhanileri için takdis ve tayin zincirinin sürekliliği, Hz.İsa’dan köy papazlığına kadar inen, manevi görevlendirme bağıdır.
[466] Schoeps, Religionen, s. 336 vd.
[467] Schoeps, Religonen, s.338.
[468] Schoeps, Reli gitmen, 342 vd.
[469] Albert  M.Bernard, “Katolik Mezhebi”, Din Fenomeni, Neşr. M.Aydın, Konya 1993 s. 133.
[470] G.Tümer-A.Küçük, Dinler Tarihî, Ankara 1993, s. 270-271.
[471] G.Tümer-A.Küçük, Dinler Tarihi,  s.273.
[472] Olivier Clement, “Ortodoks Mezhebi”, Din Fenomeni, (Neş. M.Aydm), s.208
[473] O.Clement,s.221.
[474] Aftartodoketizm, İsa’nın insanî vücudunun diğer insanlarla aynı olmasına rağmen, ebedi ve çürümez olduğu görüşüdür. Yulianizm de denir.
[475] Ptartolatrizm, Severus’un temsü ettiği, İsa’daki insanî tabiatın varlığının geçici ve fani olduğunu savunan görüştür, geçici vücuda tazimde bulunanlar manasına muhaliflerince söylenmiştir.
[476] Bkz. Bayram Kodaman (Çeviren ve yayına Hazırlayan), Türkler Ermeniler ve Avrupa, SDÜ. Yayınları İsparta 1994.
[477] B.Spııler, Die Morgenlândischen Kirchen, s.191-200.
[478] A. Adam. Dogmengeschichle, C.I, Gütersloh 1965, s.326.
[479] B.Spuler, Die Morgenlândischen Kirchen, Leiden 1964, s.2-51.
[480] B.Spuler,s.99-105.
[481] Gunthcr Balders, “Der Bund Evangelisch-Freikirchlicher Gemeinden in Deutschland”, in: Gliederd an Eincm Leib, Hrsg.: Hans-Motel, Konstanz 1975, s.l 17 vd.
[482] H.Reller, Handbuch Religiüse Gemeinschaften, s.27-45.
[483] Bkz. H.Reller.46-66; Erich Geldbach, Frcikirchen, Göttingen 1989, ss. 181-190.
[484] Wühelm Wöhrle-Heinz Adolf Ritter, “Der Buntt Freier Evangelischer Gemeindcn in Dcutschland“, in: Glider an Einem Leib, Hrg. H.Motel, ss.218-237.
[485] H.Reller,67-83. Geldbach, ss. 199-206. H.Voigt, “Die Evangelisch-Metodische Kirche”, in:Glideran Einem Leib, ss. 174-218.
[486] H.Reller, 86-94.
[487] H.Reller, 95-I05. Peter Foth, “Die Mennonitein, in: Glieder an Einem Leib, Hrsg.  H.Motel, ss.50-92. Erich Geldbach, Freikirchen, Göttingen 1989, ss. l72-181.
[488] H.Reller,106-115. Erich Geldbach, ss.207-211.
[489] Wilhelm Kiefcl, “Die Heilsarmen”, Glieder an Einem Leib, s.241-242.
[490] H.Reller,l 16-131. G.Tümer-A.Kuçük,292 v.d.: Curth Nuthmann, Die Religiöse Geselîschaft der Freundc”, in:Glieder an Einem Leib, ss.264-271. E.Geidbach,ss.224-231.
[491] H.Rcller,132-147. VVolfgang Meissner“der Christliche Gemeinschaftsverband”in: Glider an Einem Leib, ss.248-263. E.Geldbach, ss.217-223.
[492] H.Reller, 159-169.
[493] H.Reller, 192-205.
[494] H.Reller, 231-249.
[495] H-Reller,  301-315.
[496] H.RelIer, 373-380.
[497] H.Reller, 381-392.
[498] H. Reller, 402-417.
[499] H. Reller, 441-453. Tümer- Küçük, s.348-350. Fazla bilgi için Bkz. H.Tanyu, Yahova Şahitleri, Ankara 1973.
[500] H. Reller, 470-488.
[501] H.Reller, 428-440
[502] H.Reller, 170-182.
[503] H.Reller, 250-272.
[504] Benz, 143.
[505] Benz, 144.
[506] Benz, 145.
[507] Benz, 146 vd.
[508] Benz, 148.
[509] Benz, 151-156.
[510] H.Reller, 491-505.
[511] H.Reller, 506-533.
[512] H.Rcller, 534-556.
[513] H.Reller, 557-573.
[514] H.Reller, 574-590
[515] Emst Benz, 115.
[516] Emst Benz, 116.
[517] Benz, 118-120.

Yorum bırakın